30 Aralık 2012 Pazar

Havada 2000 Kokusu Var

       Fatih Terim ve Galatasaray ismi bir arada zikredildiğinde akla ilk olarak başarı geliyor. Nasıl gelmesin ki. İki isme ayrı ayrı bakıldığında bile bütün var oluş süreçlerinin başarılarla dolu olduğunu görüyoruz. Hele birde ikisinin birlikteyken başardıklarına bakınca ülke olarak çok da alışık olmadığımız durumlar göze çarpıyor. Bence Galatasaray'ın Ferguson'u kesinlikle Fatih Terim olmalıdır ve arada başarısız olsa bile uzun yıllar o kulübede oturmalıdır.
   
      Yalnız arada unutulmaması gereken bir 2. Fatih Terim dönemi var ki İmparator'un egosunun tavan yaptığını zamana denk gelir, bu da başarısızlığın ana unsurlarından biri olarak düşünülebilir. Çünkü hoca memleketinin de havasından olsa gerek az maço, astığım astık, kestiğim kestik, ben size göre daha iyi bilirim, ders almam, ders veririm halleriyle dönmüştü vatana. Haksızda sayılmazdı aslında ama tabi futbol kibiri kaldırmadı ve başarısızlık geldi.

     Tabi başarısızlıktaki tek etken Fatih Terim değildi. En önemli sorunlardan biri stattı. O yıl oynanan Atatürk Olimpiyat Stadı'nın isminden başka hiç bir tarafının değerli olmadığına bizzat şahit oldum. Kabusa dönen ulaşımı, zemini, rüzgarı, kayda değer bir kalabalık toplanmasına rağmen bir türlü oluşamayan atmosferi vs. stadı başarısızlık için uygun hale getiriyordu.  O zamanki kadro yapısı da büyük başarılara uygun değildi. Saman alevi gibi parlayıp sönen grafiği ayakta tutmaya çalışan topçular, yine altın çağdan takımda kalan Hasan Şaş, Bülent Korkmaz, Ergün Penbe ve gidip geri dönen Büyük ve Küçük Hakan bir de Arif Erdem idi. Tabi onların performansı da başarıya yetmedi. Ayrıca bir önceki sezonun istim üstündeki ismi Felipe'nin  hocanın gazabına uğraması da ayrı bir tartışma konusu olabilirdi.

     Galatasaray ve Fatih Hocanın 3. buluşmasına baktığımızda ise arada geçen sürede ne yapması ve ne yapmaması gerektiğini iyi hesap etmiş, başarıyı yakalamada beraber çalışacağı ekibin de ne kadar önemli olduğunu kavramış ve ekibini birlikte başarıyı tattığı isimlerden kurmuş, ülke gerçeklerini fark edip sadece işini yapmanın, polemiklerden ve sık sık yaşadığı kulüp içi hesaplaşmalardan daha iyi olacağını görmüş bir İmparator görüyoruz. Ayrıca enkaz üzerine geldiği ilk seneyi gayet başarılı tamamlaması hem maddi hem de manevi olarak kulübü oldukça rahatlatmış görünüyor.

     Bu seneye geldiğimizde ise lokal olarak gelen başarıdan sonra takımıyla barışmış ve yurt dışı başarılarına susamış bir taraftar, her biri bölgelerinin önemli isimleriyle kurulmuş kaliteli bir kadro ve önümüzdeki bir ay içinde yenilenecek zemini, muhteşem ambiyansı ve herkese nasip olmayacak kadar güzel-manidar koreografilere sahne olan tribünleriyle bir stat, yıllar sonra çıkılan Avrupa sahnesinde birkaç tökezlemeden  sonra kazanılan ritim ve coşku başarı için herşeyin hazır olduğunun sinyalini veriyor. 12 yıl önce yakaladığımız başarıya baktığımızda yönetim-futbolcu-taraftar üçlüsünün bir arada olmasının ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Şimdilerde de bu üçlü bir arada görünüyor. Dolayısıyla bir Galatasaraylı olarak rahatlılıkla söyleyebilirim. Belki bu sene değil fakat çok uzakta da değil. Havada yine, yeniden 2000 kokusu var...

27 Aralık 2012 Perşembe

Kim Bu Düşman? Bu Nasıl Düşmanlık?

       3 Temmuz süreci patlak verdiğinde ve olaylar tartışılmaya başlandığında bütün Fenerbahçeli arkadaşlar bunun bir komplo, Fenerbahçe düşmanlığı ve Fenerbahçe'yi bitirme politikası olduğunu savundular. Konuyla ilgili çok güçlü kanılarım olmasına rağmen anlamaya çalıştım. Komplo tezini savunan arkadaşlarıma sürekli kimin, neden Fenerbahçe' ye böyle bir oyun oynamak isteyeceğini sordum, Çünkü gerçekten Fenerbahçe'ye ya da Aziz Yıldırım'a karşı kimin, neden bu kadar büyük bir kin duyacağını yada bundan ne gibi bir çıkar elde edeceğini çok merak ediyordum.

     Dinlediğim teorilerin genelinde Aziz Yıldırım'ın büyük silah ihalelerine girdiğine, hükumetin de bunu istemediğini, dolayısıyla Aziz Yıldırım'ı bitirmek istediğini söylediler. Tam anlamıyla kavrayamamakla birlikte benim bilemediğim bir doğruluk payı olabileceğini düşünerek hak verdim. Bir diğer teoride ise cemaatin Türkiye'de kendisinden daha büyük bir oluşumun bulunmasını istemeyerek Fenerbahçe'yi hedef aldığı yönündeydi. Fenerbahçe'nin sadece bir spor kulübü olduğunu, 20-25 milyon olduğu iddaa edilen taraftar sayısının hepsinin aynı ideolojik görüşe sahip olmadığını, hepsinin aynı partiye oy vermediğini yok sayarak bu görüşte de doğruluk payı olabileceğini düşündüm  ve bu görüşe de hak verdim.

      Fakat sürecin sonuna gelinirken en başta olası düşmanlardan biri olarak gösterilen hükumetin birinci adamı başbakan  R.T.E. 'nin bu gibi davalarda kişiler ve kurumları birbirinden ayırılması gerektiğini dile getirmesi , daha sonrasında ise bağımsız mahkemelerin şikenin yapıldığı ile ilgili hüküm vermesine rağmen Fenerbahçe'ye herhangi bir zarar gelmemesi olası düşmanlardan biri olan hükumet kanadının aslında düşman değil tam bir kötü gün dostu olduğunu ortaya çıkarıyordu. Bundaki en büyük işaret ise süreç başında düşman ilan edilen, hatta "sandıkta görüşürüz Tayyip" diye tezahurat yapılan başbakana teşekkür üstüne teşekkür edilmesi  idi.

      Yine sürekli savunulan "adli yargı ile spor yargısı birbirinden farklıdır ve alınan kararlar birbirini bağlamaz" mottosu da Fenerbahçe'yi kurtaramazdı.Çünkü her iki yargı da Fenerbahçe'yi suçlu buluyordu, Fakat olası düşmanlardan bir diğeri olan TFF apar topar toplanarak maddeleri değiştirdi, o da yetmedi başkanı, başkanvekili, menajeri, tercümanı vs. kendi disiplin kurullarınca suçlu bulunmasına  rağmen bir kulubü yine kurtardı. Yani bu düşman da Fener'e kötü gün dostluğu yaptı.

     Bir diğer olası düşman ise eli sopalı UEFA idi. O da Fener'in açığını arıyordu. Eğer bir hatasını bulursa kulubü yıllarca Avrupa'dan men edecekti hatta kendi liginde alt liglere düşürülmesini, eksi puanlar almasını sağlayacaktı. Fakat gördük ki Olympiakos Voulou, Sion, Juventus, Milan gibi kulüplere acımayan UEFA iş Fener'e gelince kötü günlerde düşman değil dost olunması gerektiğini tüm dünyaya gösterdi.

     Geçen haftasonu Galatasaray'ın 2-1 kazandığı derbide kırmızı kart gören Meireless'in 12 maç ceza aldığını duyunca bu cezanın Fenerbahçe cephesi tarafından fazla bulunacağını ve hemen bir Fenerbahçe düşmanlığı, Fenerbahçe'yi bitirmek için yazılan senaryoların hayata geçirilmesi olarak tepki gösterilceğini tahmin etmiştim ki yanılmadım çok geçmeden resmi siteden bu karara karşı FB düşmanlarına gerekli tepkinin verileceğini söyleyen bir bildiri hemen yayınlandı.

     Tahkim Kurulu, şike ile ilgili kararı verirken şikenin sahaya yansımadığının en büyük delilinin hakem veya gözlemci raporlarında herhangi anormal bir ifadeye rastlanmamış olması olarak göstermişti. Fakat aynı tahkim, suratına tükürüldüğünü iki kere rapor yazarak ısrarla ifade eden hakemin raporunu hiçe sayarak, hakemini yalancı çıkararak ve full hd görüntülerde tükürük tanesi arayıp bulamadığını söyleyerek 12 maçlık cezayı 4 maça indirdi.

     Şimdi bunca laf kalabalığından sonra yine aklıma aynı soru geliyor. Kim bu FB düşmanı. Hükümet, cemaat, TFF, UEFA. Bunlardan hangisi? Defalarca eline fırsatlar geçmesine rağmen FB'yi yıkmayan bu düşman kim? Ve bu nasıl düşmanlık?






17 Ekim 2012 Çarşamba

Hey Türk! Yumurta Düşmek Üzere

      Milli maçları izledikçe bu kadroya, bu kadar imkana rağmen bu kadar başarısız olan, hatta tel tel dökülen bir takımı izlemek insanı kahrediyor. 4 maçın 3'ünü kaybedip, üç puan alınan Estonya maçını da zor bela kazandığımızı hatırlayınca Brezilya'da hangi takımı tutacağımızı şimdiden düşünmeye başlamak oldukça üzücü ve normal görünüyor.
     Futbol tarhimize baktığımızda Abdullah Avcı'nın koyduğu grup birinciliği hedefinin gerçekçi olmadığı ya da futbolsuz yaz günlerinde içimize su serpen, Hiddink'ten sonra bizi galeyana getirip miili duygularımızı kabartan iyi bir temenniden ibaret olduğunu farketmiş olduk.
    Gruptaki takımların kadrolarına baktığımda hala bizim takımımızın grubun 4. sırasında yer aldığına inanmak istemiyorum. Grupta Hollanda dışında kadro kalitesi olarak bizim takımın yakınında duracak bir takım olduğunu düşünmüyorum.Hatta kadro seçimimizde dışarıda kalan futbolcularımızın bile Macar ve Romen kadrolarından yarışabilecek düzeyde olduğunu düşünüyorum. Bu durumda sorunun farklı birşeyler olduğu belli oluyor. O da kuvvetsizlik, onun doğurduğu formsuzluk ve konsantrasyon eksiklikleri. Bu takımda özellikle Volkan, Hamit, Emre, Arda, Nuri ve Burak Yılmaz'ın Mart ayında oynanacak olan maçlarda çok daha formda olacaklarını tahmin ediyorum.
     Kadroya şu çağırılsaydı daha iyi olurdu, bu futbolcunun bu takımda yeri yok gibi muhabbetler bence son derece yanlış. Çünkü takımın tamamı gerçekten kaliteli. Tabii alternatifleri daha iyi olabilecek isimler olabilir. Örneğin sol bekte Hasan Ali yerine iyileşmiş bir İsmail Köybaşı, solda Sercan Sararer ısrarından vazgeçilip tekrar eski mevkiine çekilmiş bir Arda Turan ve takımda öyle yada böyle mutlaka olması gereken Selçuk İnan tercihleri birçok sorunu halledebileceğini düşünüyorum.
    Gelelim fikstüre. iki Andorra ve içerde oynanacak Macaristan maçları kazanmamız, Romanya deplasmanına iddialı ve moralli gitmemizi sağlayacaktır. Biz bu maçları oynarken rakibimiz Romanya ise iki kere Macaristan ve Hollanda ile Hollanda'da oynayacağı için bu fikstürden Macarlardan alacakları 1 galibiyet, 1 beraberlik ve Hollanda mağlubiyeti  ile 4 puan ile ayrılacaklardır. Bu durumda puanlar Romanya:13 Macaristan:10 ve Türkiye:12 olacaktır. Romanya deplasmanında alacağımız bir galibiyet( bence imkansız değil) bizi grup ikinciliğine taşıyacaktır.
    Geriye Estonya deplasmanı ve içeride yıllar önce yenmeyi başardığımız Hollanda maçları kalıyorki bu maçları da bizi şimdiye kadar futbollarıyla kanser eden arkadaşlardan bizahmet kazanmalarını rica ediyoruz.
    Aşırı Polyannacı görünüyor olabilir fakat imkansız değil. Olursa sonrası play-off. Orda kim gelir, neler olur bilemem ama benim bildiğim hemşerim o yumurtayı hissettiyse aşağıya düşürmez...
   Kalın sağlıcakla...

   

8 Eylül 2012 Cumartesi

Saçsız Star


    
       Transferin son gününde Galatasaray takımına katılan Cris'i görünce, futbolcular için imajın ne kadar önemli bir konu olduğunu tekrar gördüm. Cris'in yılardır uzamayan saçları aklıma geçmişte izlediğim "parlak" futbolcuları getirdi. Tabiki bu futbolcuların tek özellikleri sadece saçsız olmaları değil, dönemlerine damga vuran birer yıldız olmalarıydı.
     
      Kaleyi, Ömer Çatkıç'ın bir röportajında "Ben ona benzemiyorum, o bana benziyor." diyerek işaret ettiği Fransızların ünlü kalecisi  Fabien Barthez koruyor.
  
      Sağ bekte 2000'li yılların başında Avrupa'da Galatasaray'ın rakibi olmayı alışkanlık haline getiren  Deportivo'nun emektar futbolcusu Manuel Pablo var. Saçlarının hiç olmaması beni ta o zamanlarda sanki çok yaşlıymış gibi hissettirmişti. Fakat geçen hafta La Liga özetlerini ilerken onu yine gördüğümde yaşının henüz 36 olduğunu öğrendim.  Takımı küme düştüğünde takımını terk etmemesi kulübü için efsane olduğunu gösteriyor.  Tandem de Portakalların "Ayı" lakaplı efsanesi Jaap Stam ve Beşiktaş'ın 100. yıl şampiyonluğunda ilerlemiş yaşına rağmen büyük paya sahip olan Antonio Zago. Zago'nun defansta başarısını, hırsını ve sert futbolunu aslen İtalyan olmasına bağlamamız oldukça mümkün görünüyor. Sol bekte ise yolu bu coğrafyadan da geçen, lüle lüle saçları olsa bile dünyada her yüz futbolseverden doksanının gözü kapalı yazacağı bir isim var. Roberto Carlos.

      Orta sahanın ortasında Yüzüklerin Efendis'nin Kıymetli'sini hatırlatan suratıyla bir viking var. Daha çok Real Madrid'de hatırladığımız fakat asıl çıkışını kariyerinde iki kez uğradığı Everton'da yapan Thomas Gravesen. Yanında bence dünyanın en iyi futbolcusu olan, Zinedine Zidane. İster Dünya Kupası finali olsun, ister Şampiyonlar ligi finali olsun hiç kimsenin annesine sövemeyeceğini Materazzi üzerinde göstermesiyle ayrıca sevgimizi kazanmıştır Zizou. Başka bir ilginç özelliği de suratından bir şelale gibi suların, daha doğrusu terlerin dökülmesiydi.  Kanatların birinde bir Sırp olmasına rağmen , komşu ülke Yunanistan'da  13 yıl giydiği Olympiakos formasıyla ve kazandığı 12'si lig şampiyonluğu olmak üzere 16 kupayla efsane olan Predrag Djordevic. Orta sahanın bir başka kel yıldızı tanıdık bir isim. Sol kanatta hızla ilerlerken birden durup içeri girmesi, geçtiği rakibini bir kaç kez daha geçmeye çalışması hatta kendine çalım atma çabalarıda olmasaydı belki elit takımların birinde forma giyebilecek bir kapasiteye sahip olan bir Çukurova çocuğu, Hasan Şaş.


     Forvet ikilimizi uzun ve jöleli saçları ile meşhur İtalyanlardan seçtim. İlk isim faal futbol hayatını hala devam ettiren, kariyerinde İtalya şampiyonluğu, kupası, gol krallığı, Valencia ile Süper Kupa gibi başarılar olmasına rağmen efsane bir forvet olamayan  Marco Di Vaio. Yanında ise aklımda hep rakibi yerdeyken topu boş kaleye yuvarlamak yerine eline alan ve başkent derbilerinde tribünlere yaptığı faşist selamla futbolun sadece futbol olmadığını gösteren bir isim var. Paolo Di Canio.

    Bu isimler dışında yazılabilecek bir çok futbolcu olduğunun farkında olmakla birlikte, genelde izleyebildiklerimi seçmeye çalıştım. Bu isimlere baktıkça saç uzunluğu ile sahadaki performans arasında bir ters orantı olup olmadığını düşünmeden edemiyorum...
    
 

4 Eylül 2012 Salı

Yıllanmış Çilek

      Transfer döneminin son günleri Galatasaray için sıkıntılı gibi geçiyor görünse de aslında takım içinde birkaç zayıf noktadan birinin güçlendirilmesi ile sonuçlanması bu sıkıntılı durumun takım için hayırlı sonuçlanmasına neden oldu diyebiliriz. Konuyu biraz açalım...
      Transfer büyük ölçüde tamamlandıktan sonra Galatasaray'ın gündeminde iki transfer dedikodusu sürekli dillerde dolaştı.
        Sol bek ve Kaka...
     
       Kaka olayı taraftarı ikiye bölmüş durumdaydı. Kimileri çok büyük bir yıldız olduğunu, Avrupa sahnesinde Galatasaray'a değer katacağını aynı zamanda forma satışlarında da büyük bir artışa neden olacağını düşünüyordu. Kimileri ise yaşlı ve formsuz olduğunu ayrıca yıllık ücretiyle takım içi dengeleri bozacağını ve bu yüzden gereksiz bir transfer olacağını düşünüyordu.
   
      Her iki tarafın da görüşlerinde de haklılık payı var fakat asıl gerçek Galatasaray'ın sisteminin Kaka'ya uygun olmayışı ve orta sahanın defansif orta saha dışındaki tüm bölgelerinin alternatifli oluşuydu. Kaka bir kanat oyuncusu değil ve Melo-Selçuk ikilisinin ikisinden birinin yerinde de oynayamaz. Oynayabileceği yerlerde ise Hamit-Amrabat-Emre-Riera-Engin-Aydın gibi kalabalık ve yeterli bir kadro var.
   
       Gelelim Galatasaray'ın gerçek sorunlarına.

*KALECİ: Muslera'dan sonra kalede güven verecek bir kalecimiz yok. Hatta 3. kalecimizin ismini bilen kaç taraftar var o bile tartışılır. Muslera'nın başına olumsuz bir olay gelmesi durumunda ciddi problem yaşayacağız gibi duruyor.

*ÖN LİBERO: Muslera'daki durum Melo içinde geçerli, Şu anda takımda alternatif bakımından  en zayıf bölgelerin başında geliyor. Ön liberoda Ceyhun, Yekta gibi isimlerle oynanan hazırlık maçlarında o bölgede neler yaşandığını hep birlikte gördük.

*SOL BEK: Hakan Balta'nın kalp ritm grafiğini andıran performansı ve Çağlar'ın Anadolu takımı seviyesinden bir kurtulamaması sol bek bölgesininde mutlaka transfere ihtiyaç duyulacağını gösteriyor.

       Bu yazıda eksik bölgelerin en başına yazılabilecek yer stoperdi ki bir musubet yönetimi acele de olsa bir tedbir almaya mecbur bıraktı. Ujfalusi'nin yerine gelen Cris tecrübe olarak Ujfa'dan geri kalacak bir isim değil. Karnesine baktığımızda birçok şampiyonluk  ve takım kaptanlığı gibi büyük onurlar var. Bonservissiz gelmesi, bir diğer seçenek Kolo Toure'ye göre üçte biri fiyatına oynayacak olması , Afrika Kupası gibi bir sıkıntı olmaması ve takımda Tafo, Melo gibi vatandaşlarının bulunması artıları. Tek eksisi yaşı gibi görünsede bölgesi itibariyle bu durumu tolere edebilecek bir isim gibi görünüyor Cris.

     Ujfalusi eğer sakatlanmakta 5 gün geç kalsaydı Dany ve Semih'in yedeğinin Gökhan Zan olduğu aklıma geldikçe atalarımızın BİR MUSUBET BİN NASİHATTAN DAHA İYİDİR sözünün ne kadar doğru olduğunu tekrar görüyorum.

    

15 Ağustos 2012 Çarşamba

GS + FB = Milli Başarı

      2002 yılında kimilerine göre tesadüf olarak görülse de büyük bir başarıya imza atıp Dünya Kupası'nda 3. olduk. Oynadığımız maçlarda en azından karşılaştığımız rakiplerden daha iyi takım olduğumuzu gösterdik. Karşılaştığımız takımlar arasında bize göre daha iyi olarak görülen tek takım Brezilya'ya karşı da çok iyi maçlar çıkarmamıza rağmen maalesef kazananamış, belki de bir final hatta dünya şampiyonluğundan olmuştuk.
      Başarılı olan kadroya baktığımızda 2000 yılında Galatasaray'ın yakaladığı UEFA kupası şampiyonluğunda başrolde olan futbolcuların çoğunlukta olduğunu hatta neredeyse takımın %80'ini oluşturduğunu görüyoruz. Kalede o sıralarda Fenerbahçe'nin kalesini başarıyla koruyan Rüştü Reçber'i, lejoyner olarakta Bayer Leverkusen'de Şampiyonlar Ligi finali gören Yıldıray Baştürk'ü görüyoruz. Teknik direktör olarak karşımıza her ne kadar Şenol Güneş çıksa da takımın futbol mentalitesinin oluşmasında Fatih Terim'in katkıları oldukça fazla görünüyordu. Ama milli takımın başarısındaki asıl etkenin bireysel olarak futbolcuların çok kaliteli ve uzun süredir birlikte oynuyor olmalarıydı.
     
       Sene 2008'i gösterdiğinde yine Galatasaray ve Fenerbahçe ağırlıklı bir kadro, yine Fatih Terim ve doğal olarak yine başarı vardı. Bu turnuvada Rüştü yerini yavaş yavaş Volkan'a bırakıyor, Kaptan Bülent'in yerine Servet monte oluyor, Hasan Şaş'ın boşluğunu Arda, Tugay'ın yerini Mehmet Aurelio dolduruyordu. İlhan Mansız'dan sonra Beşiktaş'tan forvet Nihat ve bu seferki lejyonerimiz ise Hamit olarak göze çarpıyordu. Forvetimizde ise kulübünde nöbetçi olup milli takımda harikalar yaratan Semih ve yine aynı takımdan Tuncay bulunuyordu.

        Şimdi ise sıra 2014 Dünya Kupası'na geldi. Oluşacak kadroya bakarsak; Volkan-Gökhan-Semih-Egemen-İsmail-Hamit-Selçuk-M.Topal-Nuri-Arda-Burak onbirinin muhtemel olduğunu görüyoruz. Bu kadroda Fb-Gs dışında takımda görünen isimler lejyoner Nuri Şahin ve İsmail Köybaşı. Onun da yerininin Hasan Ali Kaldırım tarafından tehdit edileceği apaçık ortada. Beşiktaşlı forvet geleneğini bozmayacak isim ise Mustafa Pektemek olarak dikkat çekiyor. (Arda ve Emre'yi lejyoner saymamamın sebebi henüz yurt dışına çıkmaları ve uzun süredir bu kadronun içinde yer almalarıdır.)


       2002 ve 2008 yılında yakalanan başarılara baktığımızda futbolcuların bireysel olarak kaliteli olmalarının, sürekli birlikte oynamalarının ve birbirini tanımalarının oldukça etkili olduğunu görüyoruz. Ayrıca takımın büyük bölümünün yine Fatih Terim tarafından çalıştırılıyor olması büyük avantaj. Bence 2014 elemelerinde ve eğer gidersek finallerde bu durumlar takımın başarısında olumlu yönde etki edecek.

       Ayrıca yakalanan başarılarda takımın başında bir Türk teknik direktör olması da başarı şansımızı artırıyor. Abdullah Avcı; Şenol Güneş, Mustafa Denizli ve Fatih Terim'den sonra milli takım için biçilmiş kaftan olarak görünüyor.
       

     

10 Ağustos 2012 Cuma

10 Yıllık Kontrat

             Altyapı deyince ülkemizde, 4 büyük takımımızdan  akla gelen ilk isim Galatasaray oluyor. Çıkarılan futbolcu sayısı ve çıkan futbolcuların yaptığı kariyerlere bakacak olursak Galatasaray'ın bu konudaki başarısı diğer takımlara göre bir nebze daha önde görünüyor.
             Emre Belözoğlu, Okan Buruk, Bülent Korkmaz 90'lı yılların sonunda Galatasaray'ın elde ettiği başarılarda çok önemli paya sahip olan futbolcuların başında geliyor. Hepsinin ortak payıda Galatasary altyapısından yetişmiş olmaları. O dönemki teknik direktörün yine Fatih Terim olması da bu başarıda Fatih hocanın da payı olduğu gerçeğini ortaya çıkarıyor.
            Aradan uzun zaman geçtikten sonra Galatasaray taraftarı; Emre Belözoğlu, Okan Buruk ve Kaptan Bülent'ten sonra yeniden kendini heyecanlandıracak iki ismi büyük bir zevkle izliyor. Bu iki isim Ujfalusi'nin " Messi ve Puyol" isimlerini taktığı Emre Çolak ve Semih Kaya.
            Semih, uzun süredir Galatasaray taraftarının hasret kaldığı hızlı, soğukkanlı, güçlü ve istikrarlı stoper tanımına uyan bir futbolcu. En önemlisi de henüz 21 yaşında olması. Eksikleri yok değil. Pozisyon alma konusunda ciddi problemleri var ama çalışarak bunların hepsini halledebileceği imajını bizlere veriyor.
           Bir diğer gencimiz Emre ise; tekniği, top kontrolü, uzaktan şutları ve her geçen gün geliştirdiği oyun zekasıyla Galatasaray taraftarının gönlünde taht kurmayı başardı. Fatih Terim'den önce de takımda şans bulmasına rağmen başarıyı Fatih hocanın onda ısrar etmesiyle geçen sene tam anlamıyla yakaladı. Onun da eksikleri fiziksel yetersizlik ve istikrar.
            2 futbolcununda sözleşmeleri Mayıs 2016'da bitiyor. Fatih Terim'in ilk döneminde Galatasaray'ın Avrupa'da başarıyı 4 sene gibi bir sürecin sonunda yakaladığını düşünürsek, bu futbolcuların sözleşme bitiş tarihleri çok da uzak görünmüyor.Galatasaray kazanılan UEFA kupasından sonra belki o zaman ki toplam piyasa değerleri 15 milyon euro olabilecek Emre-Okan ikilsini bedavaya İnter'e kaptırdı. Bu durum göz önüne alınırsa Emre Çolak ve özellikle Semih Kaya'nın sözleşmelerinin en az 10'ar yıl daha uzatılarak, bu değerler mutlaka takımda tutulmalı yada transfer olmaları durumunda kulüplerine mutlaka para kazandırmaları sağlanmalıdır.10 yıl çok uzun gibi görünmesine rağmen her iki futbolcununda 10 yıl sonra sadece 30 yaşında olacak olmaları unutulmamaldır.
          En iyi trasnfer altyapıdan A takıma monte edilen transferdir. O futbolcunun transferinden büyük paralar kazanmak ise işin kaymağıdır.

CUMALİ ÖNCALIR
           

7 Ağustos 2012 Salı

Çözün Şu Şifreyi...

         Şampiyonlar Ligi maçlarının yayın haklarını elinde bulunduran grubun, çarşamba günleri oynanacak bütün maçların şifreli kanaldan yayınlayacağı ile ilgili iddaa bir süredir gündemde. Bu durum başta Galatasaray ve Fenerbahçe taraftarı olmak üzere tüm Türk sporseverleri yine bir hayal kırıklığına uğrattı.
        Bir Galatasaray taraftarı olarak takımımın maçlarını izlemek istesem önüme çıkacak faturaya bakalım:
    Eğer lig maçlarını evimde izlemek istersem aylık: 52 tl
    Eğer şampiyonlar ligi maçlarını evimde izlemek istersem aylık: 32 tl
    Türkiye kupası maçları henüz ihaleye çıkmadığı için bu maçları bedava olarak düşünüyorum.

     Tabi bu fiyatlar en az 2 yıl kullanma taahhütü verirseniz faydalanabileneciğiz rakamlar. Diğer türlü fiyatlar çok daha fazla çıkıyor.Yani bir taraftar takımının lig ve Avrupa Kupası maçlarını izlemek isterse aylık 84 tl(yıllık 1000 tl) gibi bir rakamı gözden çıkarmalı. Bu tablonun lig kısmına çok fazla bir sözüm yok. Çünkü bu yayın gelirleri bazı kulüplerimizin tek gelir kalemi olarak gözüküyor. Ama iş Türk takımların yabancı takımlarla yaptıkları maçlara gelince insanın yüreği sızlamıyor değil.
      Eskiden her salı-çarşamba yüreğimiz bir heyecanla dolar, okuldan zil çalar çalmaz çıkar, hızla eve gelir, acele ile ödevleri bitirip takımlarımızın Avrupa'yı fethedişini tüm aile izlerdik ve inanılmaz da zevk alırdık.  Artık bu neredeyse imkansız hale geldi.
       Kısacası yeniden Türk takımlarının yabancı takımlarla oynayacağı maçları açık kanaldan izlemek istiyoruz. Sorun paraysa devre arasında, maç başlamadan bir saat önceden itibaren ve hatta maçtan sonraki bir saat boyunca reklamların tamamını izleyeceğimizi ve kanalı bir an bile olsun değiştirmeyeciğimizi taahhüt etsek olmaz mı?


4 Ağustos 2012 Cumartesi

Olmazsa Olmaz (Lazio-Galatasaray)

      Lazio maçı henüz bitti ve şu fark edildiki orta sahada çakma bir on liberoyla bu iş olmayacak. Ne Engin, ne Hamit, ne de Yekta orada defans ile orta saha arasında gereken bağlantıyı yapamıyorlar. Bu durum zaten Fatih Terim'in saha kenarındaki kızgınlığından fark ediliyordu.
      Galatasaray geçen sene Kayseri maçından sonra oynamaya başladığı sistemde Melo defansın önünde gelen rakip ataklarını süpürmede çok önemli bir rol üstleniyordu. Onu daha çok sevdiren şeyde bu pozisyonda gösterdiği savaşçı kimlikti. Lazio maçında rakip takım defalarca ceza sahasına yakın bölgelerde boş kaldı ve şutlarda atabildi. Şampiyonlar ligi maçlarını da düşünürsek bu pozisyonları affetmeyecek takımlarla da karşılaşabiliriz.
      Tabi bu boşluğu doldurmak transfere bağlı. Transferi arapsaçına dönen Melo konusunda bizde ne söyleyeceğimizi şaşırdık fakat alınmadığı takdirde bölgesinde sıkıntı çekileceği kesin. Bu da yönetimin önüne sürekli eleştiri konusu olarak gelecektir. Bence yönetim taraftarın sesine kulak vermeli ve transferi öyle yada böyle bir şekilde bitirmeli.
       Defans genel itibariyle olumlu bir görüntü verdi. Semih-Ujfalusi bozmayan Fatih Hoca bence hata yaptı. Ujfalusi'nin Süper Kupa maçında cezalı olduğunu düşünecek olursak Semih-Danny ikilisini maçın tamamında oynatmalıydı.Danny hızıyla ve fiziğiyle gerçekten Servet'i değil aratmak, bir daha aklımıza bile getirmeyecek gibi duruyor.

       Hamit beklentilerin altında kaldı. Tabi Hamit henüz takıma alışma aşamasında ve ilerleyen maçlarda mutlaka katkısı olacaktır. Selçuk yine bıraktığı yerden devam etti. Gol pozisyonunda Elmander'e verdiği paslardan Burak Yılmaz'ın da çok sevdiği toplar olduğunu düşünürsek bu sene geçen seneden daha fazla asist yapacağını düşünülebilir.
       Forvet bölgesi en alternatifli bölge gibi durdu. Fakat Elmander mutlaka ilerdeki ikiliden biri olacak gibi. Çünkü Burak,Umut ve Necati'den hiçbiri Elmander gibi hedef santrafor değiller.
       Birkaç sözde Galatasaray'ı Avrupa maçlarında seyretmeyi özlemiş taraftarına ve bu sıcak yaz akşamında bir hazırlık maçı olmasına rağmen stadı doldurmuş olan İzmir halkına söylemek lazım. Hepsine maçı daha zevkli hale getirdikleri için teşekkürler....

3 Ağustos 2012 Cuma

Katar'dan Önce Son Bir Şans

        Son zamanlarda Katar, Çin, Arabistan gibi ülkelere yapılan transferlere baktığımızda, transfer olan futbolcuların artık kariyerlerinin sonuna geldiğini, başarıya doyduğunu ya da kanıtlayacak birşeylerinin kalmadığını görüyoruz. Bu durumda geriye sadece biraz daha fazla para kazanmak için yapılan tercihler kalıyor. Tabi bunun tam aksini gösteren transferler de olmuyor değil. Örneğin henüz 27 yaşında olan Lucas Barrios'un Bundesliga gibi bir ligi bırakıp Çin'i tercih etmesinin sebebinin tamamen duygusal(!) olduğunu görüyoruz.
      
       Peki durum bizim ülkemizde nasıl? İki gündür gündemdeki transferlere baktığımda bize gelen yabancıların hala içlerinde bir başarıya açlık, burada göze girerek tekrar büyük liglere transfer olmak yada milli takımlarındaki yerlerini yeniden alma hedefi olduğu söylenebilir. Bunun yanında Avrupa'da futbolcu maaşlarına uygulanan vergilerin ülkemizde düşük olması futbolcu tercihlerinde 34-35 yaşlarında biten bir meslek için oldukça etkili görünüyor.

       Yazıyı yazmaya başlamadan önce son dakika haberlerinde gördüğüm Milos Krasic transferi de bu teze bir örnek olarak gösterilebilir. Krasic'i ilk izlediğimde bende de "Acaba yeni Nedved mi geliyor?" sorusunu aklıma getirmiyor değildi. Hatta Juventus'a transfer olduğunu duyduğumda aklımdaki Nedved-Krasic örtüşmesi daha pekişmişti. Fakat geçen zamanda birçok futbolcu benzetmelerinde(Zidane-Gourcuf, Ronaldo-Robinho vb.) yaşanılan hayal kırıklığı bu benzetme de yaşanmıştı. Benzeyen tek özellikleri sarışın ve lüle olan saçlarıydı.

       Sakın Krasic'in futbolculuğu ile ilgili bir şüphem olduğunu düşünmeyin. Çok hızlı, teknik, iyi top süren ve bölgesine nazaran gole de yakın bir futbolcu. Fenerbahçe'de iyi işler yapabilir. Hele hele Dia gibi bir futbolcudan sonra taraftarı da oldukça mutlu eder.

        Sonuç olarak Krasic buraya muhtemelen yeniden kendisinin ne kadar iyi bir futbolcu olduğunu göstermeye, yeniden piyasasını artırmaya ve büyük başarılar elde etmeye gelmiştir. Eğer amacı para kazanmak ve yatmak olsaydı o da diğerleri gibi Katar, Çin, ABD gibi liglerden birini seçerdi. Ama Krasic de Katar'dan önce son şansını kullanmaya karar vermiş gibi gözüküyor...



1 Ağustos 2012 Çarşamba

Kızlık Bozmasız Tecavüz

        Tecavüzcüleri ve sıkça yaşanan tecavüz olayları ile ünlü bir ülkede yaşadığınızı düşünün. Evlisiniz, bir anne ya da babasınız. Sayısı farketmez bir kaç tane de kızlı erkekli çocuğunuz olsun.
        Yine sıradan günlerden birinde büyük kızınız akşam olmasına rağmen eve gelmiyor. Tabi sizi sarıyor bir merak. Okulu, servisi, arkadaşları derken bilgi alınabilecek heryeri arıyorsunuz ama yine de haber alamıyorsunuz. Hemen polise haber veriyorsunuz. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra polis sizi arıyor ve derhal hastaneye gelmeniz gerektiğini söylüyor.
        Büyük bir korku ,üzüntü, endişe ,heyecan içinde hastaneye doğru yola çıkıyorsunuz. Hastaneye vardığınızda kızınızın tecavüze uğradığını ve yoğun bakımda olduğunu öğreniyorsunuz. Yıllardır haberlerde duyduğunuz, belki iki mahalle aşağıda tanımadığınız bir ailenin başına gelen ve size o zaman çok da anormal gelmeyen olay sizin başınıza geliyor.
       Yaşadığınız üzüntüye bir de öfke ve intikam duyguları ekleniyor. O sırada kapıdan doktor beliriyor. Hemen doktorun yanına koşuyor ve kızının sağlık durumu ile ilgili bilgi almak istiyorsunuz. Doktor kızınızın hayati tehlikesi olmadığını, vücudunda sadece bir kaç darp izi olduğunu, şokta olduğunu ve kızlığının bozulmadığını söylüyor.
       Olayla ilgili polisin çalışmaları devam ederken polise gelen bir arama, olayla ilgili elinde bir delil olduğunu ve bu delilin faalin bulunmasında çok yardımcı olacağını söylüyor. Tanık olay anında oradan geçtiğini, duyduğu sesler üzerine o tarafa baktığını ve birkaç kişiyi bir kıza tecavüz ederken gördüğünü söylüyor. Hemen telefonunu çıkarıp video kaydı yaptığını,ardından hızlıca uzaklaştığını ve korktuğu için de şimdiye kadar bu delili polise getiremediğini de ekliyor.
      Video kaydından elde edilen bulgularla fail ve arkadaşları hemen yakalanıyor. Bununla birlikte olay gününden önce ve sonraki telefon kayıtlarında sanıkların kendi aralarında bu olayla ilgili olabilecek fakat tam anlamıyla kesin bağlantılanamayan bazı kounşmaları da klasöre ekleniyor. Sanıklardan birisi ifadesinde olayda arkadaşına kızı kaçırıken ve bağlarken yardım ettiğini fakat kendisinin kıza temas etmediğini itiraf ediyor. Mahkeme günü geldiğinde sanıklar bu suçlamaların hiç birini kabul etmediklerini, delillerin yasal olmayan yollardan toplandığını, itirafta bulunan sanığın "eğer itiraf edersen seni serbest bırakırız" denilerek kandırıldığı için itirafta bulunduğu, aslında bu işin sadece bir tecavüz olayı değil video kaydı yapan kişi ile aralarında ki bir husumetten kaynaklı bir itibarsızlaştırma girişimi olduğu ve en önemlisi kızın kızlığının bozulmadığı için suçsuz olduklarını ve beraatlerini istediklerini talep ediyorlar.

      Olayı anlatmayı burda bırakıyorum. Sadece o aile olarak yada mahkemeyi takip eden sıradan bir vatandaş olarak bu savunmalardan sonra sanıklar hakkında ne düşündüğünüzü merak ediyorum. Siz o mahkemenin başkanı olsaydınız ne karar verirdiniz. Yıllardır o ülkede tecavüz olaylarının olması ve bütün tecavüzcülerin ceza almaması, delillerin usulsüzce toplanması, itirafçının baskı altında ifade vermesi, sanıkların tanıkla arasındaki husumet ve en önemlisi kızın kızlığının bozulmaması  kararınızı nasıl etkilerdi. 

       Dikkatinizi şu noktaya çekmek istiyorum şu ana kadar sanıklar hakkında suçlu yada suçsuz da demedim. Sizi yönlendirmedim, kimseyi hedefte göstermedim tamamen sizin görüşlerinizi merak ediyorum...

      Peki gelelim benim ne düşünüp bu kadar yazıyı yazdığıma. Yaklaşık bir senedir kafamı kurcalayan bir olay yüzünden yazdım bu yazıyı. O da ŞİKE olayı. Sakın hemen yanlış anlamayın. Kimseyi suçlamıyorum. Mahkeme demiş olmasına rağmen ben birileri şike yapmıştır da demiyorum.Ben sadece anlamaya çalışıyorum savunmadaki çelişkiye bakıyorum. Bu iş tamamen mi kurgu yoksa ŞİKE SAHAYA YANSIMAMIŞ mı?
    
      


      Eğer cevap  ikincisi ise bence   "kızlık bozmayan tecavüz"   ne kadar suçsa "sahaya yansımayan şike " de o kadar suçtur.

      Cevabınız o yada bu fakat bu olayda haksız yere üzülen, kandırılan, aptal yerine konulan ve en garibi de suçlu olduğu mahkemelerce söylenen kişilerin yanında sadece renk sevdasından duran bir sürü insan var. Kalın sağlıcakla...

      




       

         

      

Çileğe gerek yok Pitbull al.(Galatasaray kadro analizi)

     Galatasaray başkanı Ünal Aysal'ın geçen seneki manken tanımından sonra bu seneki taze meyve isteği kimseyi şaşırtmadı. Fakat gel gelelim bu transfere Galatasaray'ın ihitiyacı var mıdır? Yoksa eldeki kadro yeter hatta artar mıdır? 
   
       Riera ve Baros'a teşekkür edilmeli ve mutlaka yolları ayrılmalıdır. İkisini bedavaya bile gönderilse yıllık kazanç 5,5 milyon euro olacaktır. Amrabat, Emre Çolak ve Engin Baytar varken Fatih  Terim'in geçen sene "Arda'nın gideceğini bilseydim Culio'yu bırakmazdı" dediği tangocuya(!) bu takımda sıra gelmez bence o da gönderilmelidir. Bu durumda takımdaki yabancı sayısı 7'ye düşer.

     Gelelim Melo mezvusuna Galatasaray uzun süredir ofansif orta saha oyuncu transferlerinde istediği verimi bir türlü alamamışken, milyonlarca eurolar verilip alınan Culio, Misimovic, Lincoln, Elano toplam kaydettikleri asist ve golden daha fazlasını yapmış, bunun üstüne de savunmanın önünde uzaklaştırdığı bir toptan sonra bile inanılmaz mutlu olan bir futbolcu için neden bu kadar tedirgin olunuyor anlamadım. Taraftar Melo'yu çok istiyor. Varsın kötü bir sonuç olursa da taraftar bir kereliğine hata yapmış olsun. Aldığımızı varsayarsak yabancı sayısı olur 8.

      Elmander,Burak,Necati,Umut ve yaşından dolayı bir sene daha şans verilmesi gereken Sercan Yıldırım forvet için yeter. Yani çileğe gerek yok. Yabancı sınırlamasını da düşünürsek sol beke yada forvete yapılacak bir transfer Galatasaray için lüks olacaktır. Şu unutulmamalıdır ki kadronun uğruna hazırlandığı Şampiyonlar Ligi maceramız kısa da sürebilir.

     Bu durumda takımda yeri garanti olan yabancılara bakalım: Muslera,Eboue,Ujfa,Melo,Amrabat,Elmander bunlardan hangisini kesip yerine sol bek yada forvet koyabiliriz hiçbirini dolayısıyla bu sene başka bir yabancı transfere gerek yok.

      Gelelim seneye; Ujfa giderse Danny onun yerini alır.Onun yerine bence Türk bir stoper alınmalı. Çünkü seneye artık sahada sadece 5 yabancı bulanacak.Bu isimde bence mutlaka Serdar Aziz yada Aykut Demir'den biri olmalı.

       Bu takımda yıllarca kalacak isimlere bakalım ve eksik kalan yerleri transferle dolduralım.
Muslera,Semih,Sabri,Danny,Hamit,Melo,Selçuk,Amrabat,Burak
Bu isimler dışındaki herkes tartışılabilir. O zaman bir sol bek ve bir forvet ihtiyacı ortaya çıkıyor.
İşte o zaman çilek mi olur yoksa ahududu mu olur bilmem ama kaliteli bir forvet alınabilir.Fakat bunun olması için Elmander'in takımda olmaması gerekir.
Yabancı değilde yerli bir forvet düşünülmesi gerekirse kesinlikle Gaziantespor'dan Muhammet Demir alınmalıdır.Çünkü çok genç ve dar olan iç piyasada çok önemli bir gölcü gibi duruyor.

       Galatasaray'ın diğer bir problemi ise yerli kaleci problemidir. Önümüzdeki bir kaç sene için değil ama daha sonrası için mutlaka bir Türk kalecinin kalede olması gerekir ki bunun yatırımının şimdiden yapılması lazımdır. Takımda Taffarel gibi bir kaleci antrenörü ve Muslera gibi kaleci varken kaleci yetiştirmek heralde kuvvetle muhtemel olsa gerek. Eğer yetiştiremiyorsak bu bölge için ise bence en önemli iki isim orjinleri ezeli rakibimize ait olan Mert Günok ve Ertuğrul Taşkıran'dır.
   
        Yazı biraz uzun oldu ama ben idareci veya teknik kadroya fikir verebilecek bir durumda olsaydım mutlaka bunları söylerdim.
    
         İlk blogum olduğu için büyük bir heyecanla yazdım. Teşekkürler...