28 Şubat 2013 Perşembe

"Olmaz" Diye Birşey Yok

             Kaldı on iki hafta. Maçlara bakıyorum ve Galatasaray'ın büyük bir puan farkı ile olmasa da şampiyonluğu göğüsleyeceğini düşünüyorum. Peki bu kanıya nasıl vardım. Hafta hafta Galatasaray oynayacağı maçlara bakalım ve neler olabileceğine birlikte göz atalım.

24. Hafta
Eskişehir-GS: (Beraberlik) Puan kaybedilebilecek bir maç, fakat Eskişehir'in eksikleri de hayli fazla. Ama Schalke maçı öncesi puan kaybı muhtemel. Bu haftada FB-BJK maçını olduğu düşününce her ne sonuç çıkarsa çıksın GS'ye yarar. Beraberlik çıkacağını düşünelim. Dolayısıyla zirvede değişiklik yok.

25. Hafta
GS-Gençlerbirliği: (Galibiyet) GS rahat kazanır. Gençlerbirliği'nin tadı yok. Fenerbahçe Bursa'yı yener diyelim ama tersi bir duruma şaşırmayacağımı da belirteyim. Beşiktaş, Trabzon'a gidiyor. Ve bence orada havluyu atacağa benziyor.

26. Hafta
Kayseri-GS : (Mağlubiyet) En zor deplasman bu olacak gibi görünüyor. Kayseri futbol olarak Galatasaray'a en ters gelen oyunu oynuyor. İleri ucu teknik ve hızlı. Bence GS'yi yenecekler. FB'nin Antalya'da puan kaybedeceğini fakat maçı kaybetmeyeceğini düşünüyorum. Puan farkı kaldı 5.

27. Hafta
GS_İBB :(Galibiyet): En rahat maçımız olacak. İBB=Webo denklemini herkes gördü. Tek sıkıntı Doka ve Holmen'in piyasa yapmak için anormal efor göstermeleri olabilir ama sıkıntı olmaz. FB Akhisar'a fark atar gibi duruyor. Ancak Gekas da Fener'i sever:)

28. Hafta
GS-Mersin İY: (Galibiyet): O zamanlar Mersin düşmemek için çok saldıracaktır. Nobre de (aynı Gekas'ın FB'yi  sevdiği gibi) GS'yi sever. Fakat sadece Nobre yetmez, GS kazanır. Ordu-Fener maçına şüpheyle de olsa Fener kazanır diyorum.

29. Hafta
Karabük-GS :(Galibiyet) İlk yarıdaki Karabük'ten eser yok. 1-32ün rövanşı için uygun bir ortam olacaktır. Lua Lua'nın deklare ettiği Fener sevdası için ayrıca motive olacağı kesin fakat taklacı bu sefer taklaya gelir. FB, Eskişehir'e karşı kazanır.

30. Hafta
GS-Elazığ :(Galibiyet) Sakin bir hafta olur. Gs, Elazığ'ı, FB Gençlerbirliği'ni rahat geçerler.

31. Hafta
Gaziantep-GS : ( Mağlubiyet) Çok zor bir maç olacak. Gaziantep yer itibariyle GS'yi çok zorlayacaktır ve yüksek ihtimal kazanacak. FB o hafta Kayseri ile içerde olmasına rağmen zor bir maç oynayacak. Kayseri oradan puansız dönmeyecek. Puan farkı kalır 4.

32. Hafta
GS-Sivas :(Galibiyet) Bu haftada da supriz olmayacak bence. FB daha çok zorlanacaktır. İBB iç saha avantajını(!) kullanabilir.

33. Hafta
FB-GS :(Beraberlik) Bu tahmine herkes itiraz edebilir. Ancak GS bu maça şimdiye kadarki hesaba göre 3-4 puan önde gidecek. Yani FB kazanmak zorunda kalacak. Hal böyle olunca işi zorlaşacak.En mantıklı sonuçta beraberlik gibi görünüyor. Fakat bu bir derbi ve ne olacağını bilemeyiz. Eğer GS kazanırsa lig biter, başka olaylar başlar. FB kazanırsa iş son haftaya kalır.

34. Hafta
GS-Trabzon :(Galibiyet) Ne olursa olsun, Kadıköy'de kaybetse de, tur atsada Galatasaray bu  maçı kazanır. FB ise Karabük'te o saaten sonra ne yapar bilemiyorum.


       Tahminlerim bu. Belki bazı haftalarda çok büyük süprizler yaşayacağız. Belki de yazdıklarım aynen gerçekleşecek. Ancak bu süreçte sürekli stres altında olan, herhangi bir puan kaybında ciddi kaosa girecek olan kulüp Fenerbahçe. Bu psikoloji ile bu yarışı ne kadar devam ettirebilecekleri ise muamma. Türkiye Kupası2nda oynayacakları en az 2 maç ve Avrupa Ligi serüveninde de olası bir tur Fener'in maç trafiğini ve yorgunluğunu artıracaktır. Eğer başarabilirlerse tebrik ederim ve gerçekten çok büyük bir iş yağtıklarını kabul ederim . Eğer olmazsa ise birinci Fatih Terim dönemi gibi arka arkaya şampiyonlukların geleceğinden kimsenin şüphesi olmasın.
 

26 Şubat 2013 Salı

S.T.S.L. ( Sinirliler Topluluğu Süper Lig )

     
       Fenerbahçe  ve Kasımpaşa cephesi arasında devam eden "küfürleşme" tartışmalarından sonra  ligimizde futbolcu, yönetici, taraftar, hakem, yorumcu, gazeteci  kısacası öfkeli olmayan bir kişi bile olmadığını farkettim. Maçları izledikçe bu hale nasıl geldiğimize inanamıyorum. İşler iyi giderken bile sinirine hakim olamayan insan sayısı çok fazla.

         Bu  hafta izlediğim iki maçtan örnek vereceğim. İlk önce Fenerbahçe-Kasımpaşa maçından bahsedeyim.  Galibiyet gölü gelene kadar ortalık yangın yeri. Gol geliyor durum hala aynı. Koca koca adamlar neredeyse birbirlerine girecekler. Küfürler (gördüğüm kadarıyla) havada uçuşuyor. Yerde futbolcular sakat yatıyor, ne Kasımpaşalı ne de Fenerbahçeli futbolcular oyunu durdurmuyor.  Maç sonunda gelen açıklamalaa cabası. Biri küfür etmediğini, ettiği ispatlanınca da  herhangi birini hedef almadığını  iddaa ediyor ve iddaası çürütüldükçe yenilerini sıralıyor. Yöneticisi de çıkıp küfüre maruz kalan adamın da zamanında çok küfürbaz olduğunu deklare ediyor.
       
         Galatasaray-Orduspor maçına geçelim. O maçta da durum farksız. Galatasaray 0-2 geri düşünce bizim evdekilerden bile küfürler yükselmeye başlayor. Statta gol gelene kadar homurdanmalar, Fatih Hoca'nın tepkileri vs. Galibiyet geldikten sonra ise bir bahar havası. 45 dakika önce küfür ettiğimiz Burak,dünyanın en iyi golcülerinden biri oluyor. Nerden bulunduğu sorgulanan Sneijder, birden "SNİPER" e dönüşüveriyor. Ama sinir bitmiyor, bitmez. Ali Dürüst çıkıyor, bizi engelleyemezler diyor. Ama ilk önce kimin, nasıl engellediğini açıklaması gerektiğini unutuyor. Bizleri yine görünmez düşmanlara karşı dolduruyor.

       Kimsenin başarısızlığa tahammülü kalmamış. Sakinliği ile bildiğimiz Aykut Hoca'nın maçtan sonra "Başarı için her yol mübahtır" açıklaması durumun vehametinin bir diğer göstergesi.  On sekiz takımdan on yedisinin başarısız sayıldığı ülkemizde böyle olması da çok normal. Çıktığı 28 maçta 21 gol atan Burak Yılmaz işte bu yüzden hala başarısız, takımını üç yılda bir kere şampiyon yapan, bir kere ikinci  yapıp , Türkiye Kupası'na  ulaştıran ve bu sene üç kulvarda öyle-böyle  ilerleten Aykut Kocaman'ın hoca sayılmaması da işte bu yüzden.

      Bu iş nasıl düzelir bilmiyorum. Ama artık zevk vermediği aşikar.  Rekabet kelimesi ülkemizde yerine savaşa bırakmış bile. Gerçi hiçbir savaş bile bu kadar acımasız  ve iki yüzlü olamaz.

Cumali ÖNCALIR


     

24 Şubat 2013 Pazar

Bütün Takımlar Bizimdir...

                                                      


                  Özellikle büyük camiaların taraftarları birbirlerininin takımları hakkında bir analiz yapıp eleştirse;  "Sen bir X takım taraftarısın. Git kulübünle ilgili yaz, onu eleştir,orda sanki problem yok, ordaki sıkıntıları halletmeden bizim takımımıza karışma" vs. gibi ilginç ve bir türlü anlayamadığım bir tavır içine giriyorlar.

                  Aynı şeyi kendimi bildim bileli taraftarı olduğum takımın, bakın açık açık söylüyorum Galatasaray  taraftarlarınca da defalarca yapıldığını gördüm. Onları da eleştiriyorum. İyi anlaşılsın diye yineliyorum; bu tavıra giren Galatasaray taraftarını da eleştiriyorum.Bir kulüple ilgili yanlış giden bir şeylerin ifade edilmesi, o konuya dikkat çekilmek istenmesi eleştiri yapanın illa o kulüple düşman olacağı anlamına gelmez. Öyle olsaydı ben Galatasaray hakkında (transfer, stat, yönetim içi kavgalar, futbolcular vs.) herhangi bir olumsuz görüş dile getirmezdim.

                 Kısacası burdan takımlarınızla ilgili yaptığımız nacizhane yorumları sadece başka takım taraftarı olduğumuz için değersiz kılmayın ve maksatlı olduğunu düşünmeyin. Maksatımız ne olabilir?  Takım içi dengeleri bozmak, sansasyon yaratmak mı? Yazarken bile gülüyorum. Takımım için yaptım diye şike, borçtan kurtaracağım diye zorunlu sermaye arttırımı, size yıldız izleteceğim diye kulübü kendine borçlu yapanlar cam ofislerinde rahat otururken burada onlar için kavga eden bizler, sadece birer taraftarız.


                 Ayrıca bir takımı desteklemek o takıma sahip olmak değildir. Örneğin ben Galatasaraylı isem sevdiğimdendir ama bu Galatasaray'ı benim yapmaz. Eğer o kulüp içerisinde tavrını beğenmediğim biri varsa o kişinin kendi problemidir ve ondan dolayı bende mesul olmam.  Yapılan hatayı görmezden geliyorsam, eleştirmiyorsam, olsun takım için yapıyor diyorsam işte o zaman ben de mesul olurum.  Hatayı yapanın da cezasını çekmesini isterim. Bu durum başka takım taraftarlarınca eleştirilirse "Siz karışmayın. Bu Galatasaraylıların problemidir." de demem. Çünkü bu ülkedeki her takım herkesindir arkadaş. Zaten ülkedeki problemlerle ilgili sadece konuşabildiğimiz şu dönemde onu da elimizden almayın...

Cumali Öncalır
http://concalir.blogspot.com
concalir@windowslive.com
                

45 Yıllık Birikim (!)

              Son zamanlarda TRT' nin logolarının yanında 45. yıllarını dodurduklarına dair ibareler beliriyor. Ben de bunu göünce bu kadar uzun süredir yayın hayatına devam eden bir televizyonun çok daha ilkeli bir yayın anlayışına sahip olmasını gerektiğini düşünüp bu yazıyı yazmaya karar verdim. Bilindiği üzere bir alt ligimizin yayıncı kuruluşu TRT. Aslına bakılırsa bu kurumdan, "bizim kurumumuz veya televizyonumuz" olarak bahsetmek daha doğru olur. Çünkü tamamen halktan alınan vergilerle yoluna devam eden bir kurum. Fakat televizyonumuzun özellikle yayıncısı olduğu 1. Lig maçlarının servisinde ve genel olarak lige verdiği değerde ciddi sıkıntıları var. Bu yazıyı yazmadan önce konu ile ilgili binlerce eleştiri okuyup dinlediğimi de belirtmek isterim. Yaşanılan sıkıntıları tek tek ele almaya çalışacağım.

               Öncelikle TRT' in herkes tarafından ulaşılabilecek kanal sayısına bakalım. Şu anda TRT HD kanalının sadece uyumlu receiveri olan kişiler tarafından izlenilebileceğini ve TRT HABER kanalında genelde Almanya Ligi  maçlarının yayınlandığını düşünelim. TRT ÇOCUK, TRT MÜZİK, TRT OKUL, TRT BELGESEL kanallarının da içerik ve konsept olarak maç yayınına uygun olmadığını düşünürsek geriye TRT 1, TRT 6,  SPOR,   AVAZ,  ANADOLU, TÜRK, ARAPÇA kanalları kalıyor. TRT 1' in büyük dizi projeleri ile özel kanallarla girdiği reyting savaşını düşününce akşam oynanacak maçları yayınlayamayacağını da kabul edelim. Peki geriye kalan altı kanal haftada 9 maçın oynandığı bir ligin oynanan maçlarının tamamını yayınlamak için yeterli değil midir? Takvimi sizler için ben yapayım bari.

Cumartesi 13:00 -->TRT 1
                14:00 -->TRT Spor
                19:00 --> TRT Spor
                19:00 --> TRT Türk, TRT Anadolu, TRT 6, TRT Avaz, TRT Arapça kanallarından herhangi biri.
Pazar: 13:00 --> TRT 1
          14:00 --> TRT Spor
          19:00 --> TRT Spor
          19:00 --> TRT Türk, TRT Anadolu, TRT 6, TRT Avaz, TRT Arapça kanallarından herhangi biri.
Pazartesi: 20:00 --> TRT Spor  bu kadar basit:)
              Haftanın maçları tüm kanalları rahatlıkla dağıtılabildiğine göre şu WEB TV saçmalığına da bir son vermek gerekiyor. Web TV üzerinden izlenilen bir maçın 400-500 mb olduğunu varsayarsak bu kanal üzerinden maç izlemek isteyen vatandaşın sınırsız ve maç yayınları takılmadan izleyebilmek için hızlı bir internete ihtiyacı var ki  bu da  ciddi bir mali yük anlamına geliyor. Yayın hayatına devam edebilmesini ödediği vergilerle sağlayan halka, aynı kanalı internet üzerinden izle demek reva mıdır?

              İşin bir başka can sıkıcı boyutu yayın kalitesi. Öncelikle Web Tv' den bahsedeyim. Diğer bir çok kurumun iyi örnekleri bizlere neredeyse HD kalitesinde görüntü izletirken TRT'in cep telefonuyla çekiliyormuş izlenimi veren yayını insana keşke hiç yayınlamasanız dedirtiyor. Televizyon kısmında ise TRT 1 dışındaki kanalların yayın kalitesini tek kelime ile anlatmak gerekirse "çamur". Yayınları sağlayan kameralar sanki kuruluşunun ilk yıllarında demirbaş listesine yazılmış malzemeler. İnanın televizyonu araya ciddi bir mesafe koymadan izlerseniz, futbolcular eski siyah kutu atarilerdekilerden farksız.

              Gelelim TRT' ye asıl yakışmayan ve hiç bir teknik bahaneyle açıklanamayacak kısmına. Ciddiyet ve saygı. Pazar günleri TRT Spor kanalında yayınlanan 1. Lig maçından sonra Süper Ligin yayıncı kuruluşundan özet görüntüler gelene kadar yapılan "Hedef Süper Lig" programı dışında bir hafta boyunca 1.Lig ile ilgili tek bir yayın bile yok. Aynı anda yayınlanan  TRT 1 kanalında "Stadyum" ve TRT Spor kanalında  "Futbol Ateşi"  programları tamamen dört büyükler ve Süper Lig odaklı bir yayın felsefesi güdüldüğünü açıkça gösteriyor. TRT Spor kanalında en azından yapılacak bir-iki programla alt liglerde mücadele edenlerinde futbolcu, yönetici, taraftar yani birer insan oldukları hissettirilebilir. Ayrıca bazen maç başladıktan sonra yayına girilmesi, radyo yayınlarında bile 7-8 defa girilen reklamlar, alttan geçen canlı skor bandının, kanalın kendi yayınladığı maçta bile 5 dakika sonra bilgi vermesi işin çok da ciddiye alınmadığının kanıtı.

               Özellikle TRT BELGESEL, TRT HABER kanallarında yayınlanan bazı programlarının çok kaliteli  programlar olduğunu belirtmeden geçmeyeyim. Bu yanıyla hakkını teslim ettiğimiz kurumdan özellikle şu maç yayınları ile ilgili prosedürü ve küçük takımlara bakış açısını değiştirip, var olma sebebi olan Anadolu halkına biraz daha saygı göstermesini önemle rica ediyoruz. Büyüklerle zaten herkes, fazlasıyla ilgileniyor...

Cumali ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com
concalir@windowslive.com





  
        
               

        


   

ARENA Çöplüğü

      Geçtiğimiz aylarda Türkiye'nin birçok şehrine modern ve yükse kapasiteli stadyumlar yapılcağı haberini okuduk. Söz konusu şehirlerdeki taraftarların kimileri buna çok sevinirken, kimileri ise üzüldü. Hatta yeni stadyumu istemeyip kızanlarda oldu. Çünkü izlenim, devletin yeni stadyumu yaparken, eskisinin çok değerli arazisine el koyuduğuydu. Bu konunun işleyişi ve ekonomosi ile ilgili detaylı bir bilgiye sahip olmadığımdan herhangi bir yargıya varmayacağım.

      Olaya futbolun olmazsa olmazı seyirci tarafından bakmaya çalışacağım. Memleketim Mersin. Kendim ise Adana'da ikamet ediyorum. Otoban üzerinden Mersin'e sık sık seyahat ediyorum. Yolculuklarım sırasında Mersin' de inşaası devem eden stadı da görüyorum. Projenin resimlerini ve modern yapısını görünce stadyuma hayır demek güç. Fakat inşaatın ve Tevfik Sırrı Gür Stadyumu'nun yerlerini karşılaştırınca insanın kafası karışıyor. Çünkü mevcut olan stadyum tam anlamıyla şehrin göbeğinde ve ulaşımı oldukça kolay. Yeni yapılan stada ise nasıl gidileceğini inanın bilmiyorum.

      Futbolumuzun genel problemi statlara taraftar çekememek iken, bu tarz yeni stadyumların şehir ile alakası olmayan yerlere yapılmasını anlamak mümkün değil. Taraftarlarca öne sürülen başarısızlık ve bilet fiyatlarının fahişliği gibi bahaneler de gerçekçi değil. Öyle olsa şampiyonluk görmüş Bursaspor, bu seneki Antalyaspor ve bilet fiyatlarını 1 TL'ye kadar düşüren Kayserispor üç büyüklerle oynadıkları maçlar dışında da dolu statlara oynarlardı.

      Peki ne yapılmalı? Bence stadyumları olduğu yerlerde, en fazla 15 bin kapasiteli, gelenin rahatça ve güvenle maç izleyebileceği mekanlar olarak revize etmek lazım. Aksi takdirde bir büyük turnuvaya ev sahhipliği yapmak ümidiyle ülkemizi, dışı güzel ama içi boş ARENA'larla dolu bir çöplüğe çeviririz.


CUMALİ ÖNCALIR

21 Şubat 2013 Perşembe

Panik Yok, Herşey Normal

   



       Schalke maçından önce, rakibin formsuzluğundan kaynaklı olumlu bir hava oluşmuştu. Hatta turun çoktan atlanıldığını düşünenlerden de vardı. Açıkçası bende ibrenin Galatasaray'dan yana olduğunu düşünmüştüm. Ancak hiçbir maçın önceden kestirilemeyeceğini yine gördük.  Maçın neredeyse tamamında Schalke takımı bize göre daha iyi oynadı. Yalnız her iki tarafta birbirine ezilmedi. Zaten oynanan maçın Şampiyonlar Ligi 2. Tur maçı olduğunu düşünürsek kolay geçmesini beklemenin ne kadar büyük bir yanılgı olduğunu anlarız. Maç her iki tarafa da dönebilirdi. Çünkü iki takımında golle buluşabileceği fazlasıyla atağı vardı.


      Bireysel performans değerlendirecek olursak, Schalke de Bastos ve Farfan'ı , Galatasaray'da ise tek öne çıkan isim olarak Riera'yı gösterebiliriz. Schalke orta sahasındaki Neudstadter-Jones ikilisinin Melo-Selçuk'a göre daha kontrollü ve aklı başında oynadığını düşünüyorum. Huntelaar, Drogba, Sneijder, girdikten sonra Eboue'nin antrenman ve maç eksiklerinin olduğu açıkça belli oldu. Burak ise yine gol bulmasına rağmen oyunun içinde olamadığı için sivrilemedi.

      Rövanş iki hafta sonra , kesinlikle çok daha iyi bir zeminde oynanacak. Şu anda Galatasaray için oluşmuş görünen olumsuz tablonun yersiz olduğunu düşünüyorum. Çünkü kimse o maçta neler olacağını kestiremez. İstanbul'da Avrupa maçı kazanmakta zorlanan Galatasaray'ın deplasmanda daha iyi maçlar oynadığını yıl içinde izlemiştik. Schalke gruplarda evinde oynadığı maçların üçünden ikisini 2-2 lik skorlarla berabere bitirdi. Dün oynanan maçın büyük çoğunluğunda kontra atak futbolu oynayan takımı ve Almanya'daki taraftar potansiyelimizi düşününce  Galatasaray için deplasman maçının bir handikap yaratacağını düşünmüyorum.

      Millet olarak duygularımızı en uç noktalarda yaşama gibi bir alışkanlığımız var. Grupta ilk üç maçta sadece bir puan alınca "bu takımdan iş çıkmaz" deyip, gruptan çıkmayı başarıp Drogba ve Sneijder'i de alınca final hayali kurmak, bizi yaşanması norma tablolarla karşılaşınca hayal kırıklığına uğratıyor. Sezon başında gruptan çıkmanın başarı sayılacağı herkes tarafından dile getirilmişti. Dolayısıyla takım şu anda hedefine ulaşmış durumda. Bundan sonrası ekstraya girecek. Asıl dikkat edilmesi gereken ise birinci yarıda Avrupa kupası maçları öncesi ve sonrası yaşanan puan kayıplarının tekrar edilmesi. Zaten hedefin tutturulduğu Avrupa için ligi de feda etmenin anlamı yok. Çünkü hemen arkada rakibinin tökezlemesini bekleyen ve oldukça iyi top oynamaya başlayan bir Fenerbahçe var.

CUMALİ ÖNCALIR

17 Şubat 2013 Pazar

Doğru Söyle Piero

                      Trabzon-Fenerbahçe maçı bittikten sonra bütün spor programlarında topun çizgiyi geçip geçmediği tartışılıyordu. Hatta kanalların çoğunun görüntü yayınlama hakları olmadığı için ekranda oskarlık  canlandırmalar gerçekleşiyordu. Kağıt ile direk yapanlar, Egemen rolüne bürünenler, piero görevi yapanlar... Açıkça söyleyim bu pozisyon gibi üç tane daha pozisyon olsa, hakem de hepsinde gol kararı verse dahi Fenerbahçe o sahadan galip ayrılırdı. Çünkü son iki maçtır, özellikle deplasman maçlarını çok iyi oynuyorlar.


                    Konumuza tekrar dönelim. Pozisyonda Adrian topa yaklaşık 35 metreden vuruyor, topun kaleye ulaşması da en fazla iki saniye sürüyor. Yan hakemin de kale çizgisine olan uzaklığının 25 metre olduğunu varsayalım. Doğru karar verebilmesi için iki saniyede dip çizgide olması gerekiyor ki bunun için saniyede 12,5 metre kat etmesi gerekiyor. Ufak bir hesap yaparsak hakemin oraya yetişebilmesi için 100 metreyi 9,58 ile koşan Usain Bolt'tan daha iyi bir performans sergilemesi şart. Dolayısıyla yan hakemden sağlıklı bir karar vermesini beklemek sadece fanatiklikle açıklanabilir.

                  Durum bu iken koca koca adamların 6-7 farklı açıdan çekilmiş görüntüleri, on defa yavaşlatarak izleyip bir de üstüne "bence gol değil, görünen o ki gol " gibi laflar etmeleri manidar. Bu da yetmezmiş gibi bilgisayarlardan yardım alarak elde edilen "piero" görüntüleri ile hakem kararnın yanlış olduğunu söylemezler mi? Bunu yapanların bir kısmının da eskiden  hakemlik yapan isimler olup, zamanında verdikleri kararlarla çok canlar yaktıklarını hatırlatayım.

                  Futbolumuzda son zamanlarda tartışmalı pozisyonlar hakkında karar vermek için yayıncı kuruluştan yardım isteme moda oldu. Peki bu kadar fazla kamera tarafından takip edilemeyen, hatta hiç kamera olmayan maçlardaki olaylar ne olcak? Diğer süper lig takımları ve alt lig takımlarımız  haklarını, görüntü üzerinden  sadece büyüklerle yaptıkları maçlarda mı arayabilecek? Yada hakemler ne yapacak? Bir bilgisayar sistemi gibi eksiksiz olmaya mı çalışacak? Bence teknolojinin futbolun içine bu şekilde girmesi yanlıştır. Girecekse teniste olduğu gibi kararlara anında etki edebilecek şekilde girmelidir. Stüdyolarında, önlerinde dev ekranları ile yorumcularımıza ahkam kesmede yardımcı olması için girmemelidir.


Cumali ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com
https://twitter.com/concalir
concalir@windowslive.com

Trabzon Nasıl Şampiyon Olacak?

                Lafa direk gireceğim. Uzun süredir şampiyonluk hayali kuran, belki de hak ettikleri (daha doğrusu öyle olduğu bağımsız mahkemelerce söylenen)  bir şampiyonluğu göz göre göre teslim edilmemiş bir şehrin ve takımın kendimce gördüğüm sorunlarını ve bu sorunlara yine kendimce bulduğum çözümleri anlatacağım sizlere.    


                Öncelikle şunu belirteyim bir kulüp başkanının kulübün bulunduğu şehirde yaşamaması yanlıştır. Yani herhangi bir futbolcun, İstanbul takımlarına transfer olduğunda "bu şehirde kalmayı tercih etmiyorlar" diye eleştirip yada yabancı transferi yaparken adamı ilk İstanbul'u gezdirip orada imza töreni yaptrıırsan ve futbolcu da gördüğü o şehrin hayaliyle ilk fırsatta oraya gitmenin hesabını yaparsa sen de İstanbul' da yaşayan bir başkan olarak bu duruma laf edemezsin. Çünkü aynı durumdasın. Sende o şehri tercih ediyorsun. Bir kere başkanın evi, işi, ailesi ve tüm mesaisi bu şehirde olacak. Sokakta olacak başkan. Taraftarla konuşacak, dert dinleyecek, görüş alacak. Maç günü ilk uçakla gelip, maç sonu son uçakla dönmeyecek metropole. Metropolü Trabzon olacak kısacası. Ayrıca iyi yönetilecek Trabzon. Futbolcu ile sözleşme yaparken üçe beşe bakmayacak, cazip kılacak şehiri. Burak Yılmaz'dan kazandığı parayı Janko'da heba etmeyecek mesela. İngiltere ile neredeyse aynı olan ikliminde ne yapacak edecek o zemini halı gibi yapacak.


              İkinci unsur hoca. Hocası altın dönemden şampiyonluk gören bir Türk isim veya yabancı olacaksa kesinlikle, alternatifsiz Şota Arveladze olacak. O tadı bilecek, kazandıklarında nasıl bir his yaşayacaklarını futbolcularına anlatacak. Trabzon'da şampiyonluğun başka bir yerde şampiyonluktan çok farklı olduğunu öğretecek onlara.  Çok fazla teknik bilmesine gerek yok. O kentin başarısındaki payın yüzde doksan beşinin motivasyon ve inanç olduğunu bilsin yeter.


             Bir diğer unsur kadro. Kadroda yabancı en az sayıda olacak. 2-3 bilemedin 4 olacak ama çok iyisi olacak. Takım zora düştü mü oradan çıkarmayı bilecek. Mümkünse de Latin olmayacak. Çünkü bu adamlar o şehre göre değil bence, yumuşak karınlılar. Hepsinde bir eğlence, bir eller havaya hali var. Bunu da orada yaşayamayınca gözü İstanbul'da oluyor doğal olarak. Yabancısı Balkanlardan olacak, Doğu Avrupa'dan olacak mesela. Taş gibi olacak, eğilip bükülmeyecek kısacası. Gelelim Türklere. Türklerin hedefi de Avrupa'da oynamak, bir büyük takım görmek, kariyer yapmak olmayacak. Tek hedefi Trabzonspor'u şampiyon yapmak olacak. Çünkü eğer bunu başarırsa dünyanın hangi kulübüne giderse gitsin öyle bir kariyer yapamayacağını ve yaşadığı hazzın milyon eurolarla ölçülemeyeceğini bilecek. Bu Türklerden çoğu Karadenizli, mümkünse de Trabzonlu olacak. Bu ligde takımını bir milli takım gibi görecek. Renkleri için, arması için varını yoğunu ortaya koyacak. Profesyonel olmayacak, boş kağıda imza atacak, ömrünü adayacak.


            Son sözümde taraftara. Beklemeyecek taraftar. Hak ettiklerinin verilmesini, medyada ilk haber olmayı, diğerleri gibi pohpohlanmayı beklemeyecek. Bir süre içine atacak, bilenecek, konuşacağı  zamanın geleceğini düşünecek, polemiğe girmeyecek ve sadece takımının, hocasının, futbolcusunun arkasında olacak. Bastıracak, stadını yaptıracak, yağmurlukla maç izlemekten kurtulacak, kazandığı maçtan sonra horonunu tepecek, kolbastısını oynayacak, dua edecek  ve sonunda yıllardır beklediği, kıl payı kaçırdığı ve belkide bir kere kazanmasına rağmen göremediği şampiyonluğu görecek...



Cumali ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com
https://twitter.com/concalir
concalir@windowslive.com


         

15 Şubat 2013 Cuma

Hoşçakal Ostrava'nın Maradona'sı

                   Portekiz'de 2004 yılında düzenlenen Avrupa Futbol Şampiyonasında Nedved'li, Poborsky'li, Smicer'li, Ujfalusi'li kadrosu ile üçüncülüğü yakalayan Çek milli takımında dev forvet Jan Koller'in yanında uzun saçları, hızı ve düzgün gol vuruşlarıyla bir forvet çok dikkatimi çekmişti. Numarası 15, formasında yazan isim ise Baros'tu. O turnuvada attığı beş golle gol kralı olup "Altın Ayakkabı" ödülünü de alınca bilgisayar oyunlarında favori takımım Liverpool, futbolcum ise Milan Baros olmuştu.

                  Liverpool'da  oldukça başarılı bir kariyer geçiren ve İstanbul'da unutulmaz bir final maçı sonrası Şampiyonlar Ligi kupasını da kaldıran Baros'un  Anfiel Road'dan sonraki adresi Villa Park oluyordu. Aston Villa kulübü oyuncu için ciddi bir para ödüyor fakat özellikle ikinci sezonunda beklediği verimi alamayınca Lyon'a satıyordu. Orada da başını Stephane M'bia'ya yaptığı ırkçı hareketlerle derde sokan Baros, tekrar adanın yolunu tutarak Porstmouth'a kiralanıyor. Burada hiç gol atamayıp, taraftarlarca benimsenememesine rağmen takımın FA Cup'ı kazandığı kadroda yer alıyor.

                 Fakat kazanılan bu kupa Baros'un bonservisinin alınmasına yetmiyor ve oyuncunun yeni forma rengi sarı-kırmızı oluyordu. 2008'in Ağustos ayında, belki de çok değil 3-4 yıl önce hayranı olduğum futbolcu, aşığı olduğum takımın kadrosuna dahil oluyor ve bu beni hayli heyecanlandırıyordu.


                 Yaşadığım heyecanı iki maçta Bellinzona ve Kocaelispor ağlarını toplamda 4 kez sarsarak ikiye katlayan Baros, sezonu 20 golle gol kralı olarak kapatıyordu. Bu durumda taraftarın sevgilisi olması ve adına besteler yazılması da kaçınılmaz oluyordu. Özellikle ilk iki sezonundaki hırsı, fizik yapısı ve golün her türlüsünü atabileceğini gösteren yeteneği, herkese bu takımda yıllarca forma giyeceğini düşündürüyordu. Diğer yıllarında sırasıyla 11, 9 ve 9 gol atan Baros'un şampiyonluğu ise en az forma şansı bulduğu son yılında yakalaması, belki de Galatasaray'a şansız bir dönemde geldiğini düşünüdürmüyor değil.

   
                Bir Fenerbahçe derbisinde ayağı kırıldıktan sonra bir türlü eski formunu yakalayamayan Baros'un, belki sözleşme yeniledikten sonra alacağı parayı garanti etmesi, belki de yaşının ilerlemesinin performansına etkisinden midir bilinmez artık saha içinde rakipleriyle ve hakemlerle futboldan daha fazla ilgilenmesi onun gözden düşmesine neden oluyordu. Fatih Terim tarafından bir kaç kez affedilmesine rağmen bu sezonun kadrosunda düşünülmeyen Milan Baros bir yıla yakın bir istirahatten sonra eski kulübü Banik Ostrava'ya yeniden döndü.


               Bizlere şimdiye kadar yaşattığı onca gol sevinci ve hala bile aklıma gelen "
Milan, Milan Baros" tezahuratları için teşekkür ederim. Hoşçakal büyük golcü, hoşçakal Ostrava'nın Maradona'sı...



14 Şubat 2013 Perşembe

Meireles Masumdur...

                       Bate maçında daha tv başına tam oturamamıştık ki Meireless'in kırmızı kartını gördük. Ardından hakemin Webo'ya gösterdiği sarı kartı da görünce, hakemin Fenerbahçe aleyhinde bir tavır takındığını düşünmeye başladım. Fakat bu kanım Meireless' in pozisyonunu tekrar izleyene kadar sürdü. Adam açık açık, maçın henüz başında ilk önce sol ayağıyla, başaramayınca da sağ ayağıyla rakibine bir hareket yapıyor, hakem de bunu tekme zannediyordu.

                       Ama Meireless'e şöyle bir haksızlık yapılıyor. Bu Meireless'in hayatında gördüğü ilk kırmızı kart bence. Çünkü önceki kartta hakem Halis Özkahya tamamen hasımlık duygularıyla, olmayan sıvıyı yüzünde olduğunu zannedip uydurmuştu. Zaten kamera kayıtlarını izlediğimizde havada herhangi bir tükütük tanesi de görünmüyordu. Ayrıca bu adamın evli ve çocuk sahibi olduğunu herkes unutuyor. Çocuğu olan bir adam hiç hakeme tükürür mü? Ayrıca her hareketin Portekizcede bir anlamı vardır. Muhtemelen attığı zannedilen bu tekmenin anlamı da "uf hava çok soğuk, bir an önce ısınmalıyımdır" herhalde.

                       Yine bir sürü iş çıktı kulübe işte. Görüntü topla, kalk UEFA' ya git, siteden bir sürü açıklama yayınla, ona bu laf yetiştir, hakemi suçlu ilan et. TFF ile önceden randevu vardı, denk gelmişti tam. UEFA'dan bir de randevu almak gerekecek. Neyse biraz da sert yapıldı mı halledilmeyecek problem değil. Ceza bile almaz masum melek Meireless. En kötü ihtimal Başbakan girer devreye çözer problemi. Neleri çözdü değil mi orada? Zaten Platini de kankası bunda da anlaşırlar bir şekilde.

                       Rıdvan abisi de kızıyor Meireless'e aynı zamanında Aziz Amcasına kızdığı gibi. Eğer UEFA ceza verirse Meireless'in yüzüne de bakmaz kesin. Ama yok ya. Kıyamaz ona, çünkü o aslında çok iyi biri. Affeder Rıdvan abisi onu, dayanamaz...

                       Neyse bu kadar yeter, işte son zamanlarda yaşadığımız komedi bu. Umarım Fenerbahçe kulüp yöneticileri ve taraftarı, Halis Özkahya'ya tükürük ve malum hareket, Mersin'li Ivan'a uçan tekme ve en sonunda Bate Borisov'lu futbolcuya çifte salvo atan bu adamın hareketlerini  üzerinde Fenerbahçe forması olmadan düşünür ve gerekeni yapar. Yoksa Meireless ne yaparsa yapsın masum olacaktır.

                      " Bilinmesi gereken, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün; mensuplarının haklarını aramak konusunda gösterdiği kararlılığını, Fenerbahçe değerlerine yakışmayacak davranışlar sergilenmesi halinde de gösterecek karakter ve olgunlukta olduğu gerçeğidir" 
ve yine umarım kulüplerimiz aynen bu resmi açıklamada olduğu gibi kendi değerlerine yakışmayacak hareketleri sırf mensuplarının haklarını aramak için yok saymazlar ve yüz yıllık ilkelerini çiğnemezler...

 Cumali Öncalır
concalr@windowslive.com
http://concalir.blogspot.com

                     

                   

                   

13 Şubat 2013 Çarşamba

İbre Galatasaray'dan Yana...

                    20 Şubat' a sayılı günler kalmışken temsilcimiz Galatasaray ve rakibi Schalke' nin mevcut durumlarına baktığımızda, iki takım içinde sıkıntılı günler yaşandığını görüyoruz. Galatasaray tarafı, yaptığı transferlerden ve aldığı saha içi galibiyetlerden dolayı bazı problemleri gün yüzüne çıkmasa da özellikle Schalke tarafı için  işler hiç iyi görünmüyor.

                   İlk önce Galatasaray'ı ele alayım. Henüz çok geç değil, üç hafta önce Kasımpaşa mağlubiyetinden sonra Fatih Terim' den gelen ve yönetimle arasında yaşanan sürtüşmeyi açıkça belli eden açıklamalar her ne olduysa bir anda gündemden düştü. Fatih Hoca belli ki birşeylerden rahatsızdı ve olayın birden gündemden düştüğünü görünce problemin ortadan kalktığını varsayarak diğer konulara geçiyorum.  Sermaye artırımı ve basketbol takımı ile ilgili yaşanan spekülasyonlara, kafama çok fazla takılmasına rağmen futbol takımı üzerinde etki yaratmayacağını düşündüğüm için yer vermiyorum

                 Galatasaray' daki diğer problem takımın önemli, daha doğru bir deyişle takımı sezon başından itibaren buraya kadar getiren önemli isimlerinin maç eksikliği. Bu isimler Eboue ve Melo. Melo'nun aldığı cezadan sonra maçlarda yer alamaması Melo gibi fizik futbolu oynayan bir futbolcu için hayli ciddi bir eksiklik ve bence Fatih Terim tarafından tercih edilmeyecek. Bu durumda yerine oynayan Yekta'nın en azından  ligdeki performansını sergilemesi gerektiriyor. Eboue' ye gelirsek Afrika kupası sürecini düşündüğümde Eboue, 23 Aralık' tan beridir takımla birlikte maça çıkmıyor. Ayrıca Eboue'nin takıma gelen transferlerle beraber değişen sisteme adaptasyonu da düşünürsek Sabri' nin Antalyaspor maçındaki performansının aynısı için dua etmekten başka şansımız kalmıyor. Ayrıca formda olan Burak, Umut ve Avrupa tecrübeleri ile Drogba,Elmander dörtlüsünden hangisinin kadroda olacağını düşünmek bizim için keyif gibi görünse de Fatih Hoca için sıkıntı olarak görünüyor.

               Schalke tarafında ise sular bizimkinden daha sıcak. İlk önce takımın önemli isimlerinin transferleri ve sakatlıklarıyla başlayalım. Şu ana kadar izlediğim kadarıyla takımın en önemli 3-4 isminden biri olan Lewis Holtby' nin Tottenham' a transfer oluşu bizim için büyük bir artı. Fakat yerine gelen eski Lyon'lu ve geçmişte ismi Galatasaray ile de anılan Michel Bastos, en az Holtby kadar tehlikeli bir futbolcu. Ama Schalke için asıl handikap yaratacak unsur transfer değil oyuncu sakatlıkları. Affelay, Papadopoulos, Obasi ve Türkiye-Romanya maçında izlediğim ve futboluna hayran kaldığım Marica oynyaamayacağı kesin olan isimler. Sağbek Uchida, Moritz ve en önemlisi Huntelaar durumu şimdilik belirsiz olan ismler. Fakat en önemlisi takımın şu andaki form durumu. Takımı, şampiyonlar liginde mağlubiyet almadan ve grup lideri yaparak buraya kadar getiren Huub Stevens'in görevine son verilmesinin ardından göreve getirilen Jens Keller ile arka arkaya alınan üç başarısız sonuca rağmen yıl sonuna kadar yola devam edileceğine dair yapılan açıklama teknik adamın sezon sonunda görevden alınacağının kanıtı.

              Bunca olumsuz tabloya rağmen oynarsa Huntelaar, Farfan, Höwedes, Draxler, Barnetta, Neustädter, Fuchs mevkileri düşünüldüğünde en az Galatasaraylı futbolcular kadar kaliteli isimler. Ayrıca sezon arasında yenilenmiş olmasına rağmen iki maçtır futbolcuların ayakta durmakta zorlandığı Arena'nın zemini umarım maç gününe kadar oturur da futbol kalitesi olumsuz etkilenmez. Bakıldığında tablo bu. Bir tarafta ligdeki reel hedefi Avrupa Ligi'ne katılabilmeye kadar düşen ve tek tutarlı  hedefi Şampiyonlar Ligi olan Schalke ile diğer tarafta aynı hedef için milyonlarca euro yükün altına girmiş Galatasaray' ın arasındaki maç oldukça zor geçeceğe benzemekle birlikte, ibre az da olsa Galatasaray'dan yana gibi görünüyor...



Cumali ÖNCALIR
concalir@windowslive.com
http://concalir.blogspot.com

7 Şubat 2013 Perşembe

Telaffuza Dikkat :)

                   Ara transfer döneminde ülkemize gelen isimlerin büyüklüğünün yanı sıra bazılarının isimlerinin telaffuzu da gündem yarattı. Özellikle o günlerde haber sitelerinde dolaşan ve  Hollandalı bir bayan arkadaşımızın bizlere tüm milli takım oyuncularının isimlerini öğrettiği video, Sneijder transferi ile yaşanması muhtemel bir söyleniş problemini çözdü. Sneijder, Sınayder gibi bir şekilde okunuyordu.


                  Bu problemi tam atlatmıştık ki okuduğum bir başka transfer haberi aklıma spikerlerin ligin ikinci yarısında yaşayacağı büyük problemi getirdi. Gerçekten o ismi okuduğumda spikerlerin yerinde olmayı hiç istemeyceğimi düşündüm. Söz konusu transfer Mersin İdman Yurdu'nun yeni kalecisi  David Bicik' ti. Şu anda sizinde nasıl telaffuz ettiğinizi merak etmiyor değilim. Bu arkadaş Sneijder gibi meşhur olmadığı için bir video çekip bize yardım edecek kimsede olmadığından kafada tilkiler dolaşmaya başlamıştı bile.


                  Kendimi spikerlerin yerine koyduğumda iş içinden çıkılmaz bir hale geliyordu. İngilizce gramer kurallarına göre "c" harfinden sonra   e,i   gibi ince bir ünlü gelirse kural c harfini  "s" olarak okumamızı söylüyordu. Fakat kalecimizin isminde  "c"  yerine  "s"  konulursa, kanal her hafta kapanacak gibi görünüyordu. Spiker arkadaşların diğer seçeneği ise harfi olduğu gibi bırakıp okumaktı ki onun da bir önceki seçenekten çok farkı yoktu. Dolayısıyla yeni bir söyleniş bulunmalıydı. Haftasonu Mersin maçını merakla bekledim ve kalecinin isminin  "BİZİK"  olarak tellaffuz edildiğini duyunca rahatladım:)


                  Kuyt, Chahechouhe, Ujfalusi, Belluschi, Vleminckx, Kouemaha, Kecojevic, Mouche, Fritzler ligimizdeki  isim söylenişi zor olan isimlerden bazıları. Ama bunlardan hiç biri "Bicik" kadar olamaz. Aman tellaffuza dikkat...


Cumali ÖNCALIR
concalir@windowslive.com
http://concalir.blogspot.com
http://ttk.sporx.com/blog/?action=user&id=132078

               


5 Şubat 2013 Salı

Aynı Evden İki Dev




               Almanya' nın Bavyera eyaletinin küçük bir köyü olan Herzogenaurach köyünde dünyaya gelen Adolf ve Rudolf kardeşler babalarının zanaatini devralmış ve ayakkabıcılık yapmaya başlamışlardı. İkisi de futbolla ilgileniyor ve ayakkabı tasarlamayı seviyorlardı. 1920 yılında Adolf tarafından üretilen ilk koşu ayakkabısından  dört yıl sonra kardeşi de işe dahil oluyor ve "Dassler Brother Shoe Factory"  ismi ile ortaklık başlıyor.  Adolf Dassler tarafından ayakkabılara verilecek marka, çok da yaratıcı olmayan bir şekilde ad ve soyadının ilk heceleri  Ad ve Das'ın birleşimi ile oluşan "Addas" olarak konuluyor. Fakat o sıralarda hizmet veren bir çocuk ayakkabı üreticisi ile aynı olan markanın ortasına bir "i" harfi eklenerek sorun ortadan kaldırılıyor.



               İlk kez 1928 Amsterdam Olimpiyatlarında boy gösteren ayakkabı asıl patlamayı 1936 Berlin Olimpiyatlarında Adolf Dassler' in girişimleri ile zamanın ünlü Amreikalı atleti Jesse Owens tarafından giyiliyor. Jesse Owens ayağındaki siyah Adidas' larla tam dört altın madalya kazanınca  Adolf Dassler ile ayakkabısı gazetelerde boy gösteriyor. Artık marka ve Adolf Dassler ismi, köylerini aşıp tüm dünya tarafından tanınır hale geliyor ve dünyanın dört bir tarafından siparişler gelmeye başlıyor. 1937 yılından itibaren on bir spor dalı için otuz farklı ayakkabı üreten ve yüzden fazla işçiyi istihdam eden fabrikada  2. Dünya Savaşı' nın başlaması ve Hitler' in kararı ile  artık ayakkabı değil tank-savar mermileri üretilmeye başlanıyor ve tahmin edileceği gibi en büyük müşterileri Amerikalılar oluyor.


               Savaş başlamadan önce iki kardeş arasında başlayan anlaşmazlıklar ve markanın lansmanı sırasında daha arka planda kalan Rudolf, ortaklıktan ayrılarak kendi markasını kurmaya karar veriyor. İki kardeşin ayrılmalarının sebepleri arasında tasarım konusundaki farklı düşünceleri ve eşleri arasındaki uyumsuzluk olarak gösterilse de asıl sebebin siyasi olarak iki ayrı kutupta olmaları düşünülüyor. Savaşın bitimiyle "Ruda" markasıyla kendi fabrikası kuran Rudolf, sonraları reklamcıların tavsiyesiyle markasını şimdiki bilinen adıyla "PUMA" olarak değiştiriyor. Marka ilk başlarda kardeşininki kadar ünlenemese de 1954 Japonya Olimpiyatlarında Alman atlet Heinz Fütterer tarafından giyiliyor, 4x100 metrede dünya rekoru kırıyor ve şu anda bildiğimiz şekliyle ünleniyordu. Almanya'da Hannover 96, dünyada ise Brezilya milli takımı  ile ünlenen markanın, Pele ve Eusebio gibi isimler tarafından dünya kupalarında giyilmesi ile artık Adidas'tan farkı kalmıyor ve dünyanın en iyi spor giyim markalarından biri haline geliyor.


             Daha sonra her iki markada kardeşlerin çocukların tarafından yönetilmeye devam ediyor fakat babaları gibi başarılı olamayınca birkaç kez el değiştiren markalar şimdi yeni sahiplerin elinde ama yine aynı ünleriyle yolculuklarına devam ediyor. Üç çizgi ve vahşi kedi şekillerin aynı evde yaşayan iki insan tarafından yaratıldığını düşününce hayatın ilginç hikayelerle dolu olduğunu bir kez daha anlıyoruz.

 
            Cumali ÖNCALIR
            http://concalir.blogspot.com
            http://ttk.sporx.com/blog/?action=user&id=132078         

3 Şubat 2013 Pazar

Yollar Yine Ayrıldı

                          1980 yılının ilkbaharında  Diyarbakır' ın  Ergani ilçesinde, dördüncü çocuklarının erkek olmasını dört gözle bekleyen bir ailenin ilk erkek çocuğu olarak dünyaya geldi Şehmus. Kendisinden sonra beş kardeşi daha olunca aile on bir kişi oldu ve belki hayatı boyunca hep on bir kişi ile bir arada olmanın ne demek olduğunu iyi kavradı.

                          Yazımda  bir Mersinli olarak takımın uzun süre sonra Süper Lig'e çıktığı sezon, göşterişsiz bir futbol oynayan fakat attığı kritik gollerle ve sürekli yaptığı presle takımına oldukça fazla katkı yapan Şehmus Özer' den bahsedeceğim. Şunu hemen belirteyim ailede Şehmus' dan ayrı şu anda Adanaspor'un kalecisi Zülküf, Altay sporun futbolcusu Nezir ve memleketinin belediye takımı için oynayan Sadettin ile birlikte üç futbolcu kardeşinin daha olması ailenin genlerinde futbolun olduğunu bizlere gösteriyor.

                        Erganispor' la 18 yaşında ilk resmi karşılaşmasına çıkan Şehmus oynadığı 29 maçta 13 gol atıp Yeni Malatyaspor' a, oradan da şehrin diğer takımı Malatyaspor'a geçiyor. Malatyaspor o sezon play-off'u kazanarak Süper Lig'e çıkıyor ve Şehmus süper ligde sadece dört maç görev alabildikten sonra Kayserispor'a kiralanıyor. Orada da tutunamayan Şehmus, sezon sonu Gümüşhanespor'a bir sezon sonra da 4 yıl formasını terletip, atacağı 43 golle yeniden  sıçrama yapacağı Mardinspor'a transfer oluyor. Mardin'den sonra Karşıyaka ve Altay ile üç senelik bir İzmir kariyeri yaşayan Şehmus, benim de kendisini ilk izlediğim takım olan Mersin İdman Yurdu' na geliyor.

                      Hikaye benim için buradan sonra ilginçleşmeye başlıyor. Mersin' in o sezon Şehmus'un da katkıları ile şampiyon olarak Süper Lig'e çıktığını söylemiştim. Fakat kısa bir süre sonra duyduğum "Şehmus Özer ile yollar ayrıldı."  haberi beni şaşırtmıştı. Hikayemizin kahramanının yeni adresi Akhisar, kaderi ise yine aynı oluyordu. O sezon  Akhisar Belediyespor da ligi şampiyon bitirip Süper Lig'e geliyor ve yine Şehmus ile yollar ayrılıyordu. O andan sonra Şehmus Özer'in gideceği takımı çok merak ediyordum. Çünkü gittiği takımı yukarıya çıkarıyor fakat kendisi hep aşağıda kalıyordu.

                     Sezon başında Şanlıurfaspor ile anlaştığını duyduğumda Urfa'yı da yukarıya çıkaracağını düşündüğüm Şehmus  burada çok fazla forma şansı bulamamasına rağmen 6 maçta 2 gol atıyor fakat geleneğe ara verip  takımdan kopuyordu. Geçtiğimiz günlerde yeniden Karşıyaka'ya transfer olduğunu duyunca bu takımı Süper Lig'e çıkarıp çıkaramaycağı ile ilgili oldukça meraklanmaya başladım. Ama şundan eminim ki çıkarsa bile yollar Şehmus' la yine ayrılacak.

 
                Not: Yazı boyunca yaşça büyüğüm olan Şehmus abiden  "Şehmus"  diye bahsettiğim için özür dilerim, futbolculuğuna ve profesyonelliğine saygı duyarım.


               Cumali ÖNCALIR
               concalir.blogspot.com
               concalir@windowslive.com

Dananın Kuyruğu Haftaya Kopar...

             Mustafa Denizli' nin takım çalıştırırken sürekli bir hedef gösterme alışkanlığı vardır. Örneğin "29. haftada şampiyon belli olur." , "70 puan toplayan şampiyon olur."  gibi kehanetleri taraftarda bir beklenti oluşturur ve  heyecan yaratır. Hatta takımdaki futbolcularda da bir  artı motivasyon sağlar ki Mustafa Hoca' nın çalıştırdığı takımların kazandıkları başarılara bakarsak bu tarzın işe yaradığını  söyleyebiliriz. Şimdi ben de Mutafa Hoca benzeri bir kehanette bulunacağım. Belki bu iddiam tutmayacak ve tam aksi bir tablo ile karşılaşacağım. Ama şimdiye kadar geçen süreç bana, bu iddiamın çok da boş olmadığını düşündürüyor. Kehanet şu ki haftaya lig şampiyonu büyük ölçüde kesinleşir. Biraz açıklayayıım.

              Gelecek hafta Galatasaray içeride Antalyaspor ile oynuyor. Çok zor bir maç olduğu kabul etmekle birlikte Galatasaray' ın kendi sahasında oynadığı maçlara çok daha farklı bir motivasyonla çıktığını, maçın ilk dakikalarına çok baskılı başladığını ve hedef maçlarını hedefe uygun oynayabildiğini görüyoruz. Son iki sezondur Arenada oynanan derbi maçları ve Şampiyonlar Ligi maçlarının hiçbirinde kötü oynadığını söylemek doğru olmaz. Dolayısıyla haftaya oynanacak Antalya maçını Galatasaray'ın zorlanarak da olsa kazanacağını düşünüyorum.

              Gelelim Galatasaray'ın diğer ciddi rakiplerden Beşiktaş' a. Beşiktaş Elazığ deplasmanına gidiyor. Elazığspor' un yenilenen stad zemini ve gelen başarılı sonuçlar sonucu tekrar takımının arkasında durmaya, takımın ligde kalacağına yeniden inanmaya başlayan taraftarı futbolunu olumlu yönde etkiliyor. Beşiktaş' ın forvet hattındaki   Almeida, Mustafa Pektemek ve son olarak da  yeni transfer Dentinho'nun sakatlanması, Fernandes' in formsuzluğu ve defansın, kontra atağı iyi oynayan Elazığspor ofans oyuncuları karşısında yavaş kalma ihtimali Beşiktaş' ın bu maçta puan kaybetmesi için tüm şartları bir araya getiriyor. Fenerbahçe' ye baktığımızda yapılan  3 transferin ilk maçlarında maça ilk on birde başlamaları, ligin ilk yarısında sistemini oturtamadığını ve iyi futbol oynayamadığını gösteriyor. Kadıköy'de üst üste kaybedilen puanlar, taraftar ile yönetimin açılmasına ve Fenerbahçe'nin 17'de 16 yaparak kazandığı şampiyonluktaki havanın oluşmasına engel oluyor. Bu durum da şampiyonluk için taraftarda olan inancı zayıflatıyor. Rakip Mersin' de ise Giray Bulak' ın takımın başına geçmesi ile az da olsa oluşan atmosfer ve takımın ligden düşme tehlikesi, rakip Fenerbahçe bile olsa puan alma ihtiyacı ve isteğini artırıyor.

           21. hafta öncesi gördüğüm tablo bu. Olma ihtimali zayıf gibi görünüyor fakat bu sene herkesin herkesi oldukça fazla şaşırtığı bu ligde olmayacak bir senaryo değil. Eğer olursa Galatasaray en yakın rakibini yenip 7 puanlık ve en ciddi rakiplerine ise 9-10 puanlık fark atıyor. Takımın iki önemli elemanı Eboue ve Drogba'nın da takıma döndüğünü, bu puan farkının yaratacağı psikolojik faktörleri de işin içine dahil edersek dananın kuyruğu gelecek hafta kopabilir ve Galatasaray 19. şampiyonluğa rahatça ulaşabilir.

          Cumali Öncalr
          concalir.blogspot.com
          concalir@windowslive.com
           

1 Şubat 2013 Cuma

Esas Lig 1. Lig

           Ara transfer döneminde ülkemizde gerçekleşen transferler oldukça etkileyiciydi. Dünya yıldızları Drogba, Sneijder ve biraderden ünlü Anton Ferdinand ülkemize adım attılar. Bu isimler kadar sansasyonel olmasa da belki de takımlarına daha fazla katkı sağlayacak olan tanıdık isimler Emre, Ziegler, Niang, Zenke ve Gekas kısa bir aradan sonra geri geldiler. Tabi ülke içinde de oldukça ilginç yer değiştirmeler yaşanmadı değil. Webo'nun Fenerbahçe'ye, Vittek'in onun yerine İ.B.B'ye, Gökhan Süzen'in Beşiktaş'a, Sercan Yıldırım'ın Sivas'a, Ozan İpek ve Gosso'nun Mersin'e, İbricic'in oldukça başarılıyken Antep'ten Kaşımpaşa'ya transferleri gündemi meşgul etti. Jervis, Vleminckx, Sernas ve Gausic gelir gelmez attıkları gollerle dikkatimizi çekip transferi sadece büyük takımların yapmadıklarını bizlere hatırlattılar.

 
         Ara transferin sona ermesiyle hangi takımın hangi futbolcuyu alıp sattığını incelerken bazı isimlerin ilginç bir şekilde 1. Lig'e gittiklerini gördüm. Özellikle Şanlıurfaspor'un gerçekleştirmeye çalışıp son anda muvaffak olamadığı Kader Keita transferi aşağıda ilginç kıpırdanmalar olduğunu gösteriyordu. Mustafa Denizli ile anlaşan Rizespor transferde de önemli isimlerle anlaşıp lige bu sefer gelebileceğinin sinyallerini veriyordu. Özellikle Karabük'ten Cernat hayli şaşırtıcı bir transferdi. Bunun yanında hala neden gönderildiklerini anlayamadığım 1461 Trabzon'un iki önemli topçusu Sercan Kaya ve Eren Albayrak Rize'nin gücüne güç katacağa benziyor.


          Ligin ilk yarısını çok da başarılı geçirememesine rağmen yaptığı Herve Tum, Gökhan Emreciksin, Ali Bilgin, Ergin Keleş gibi transferlerle Göztepe, 3 puanlı sistemde en azından play-off'a katılmanın imkansız olmadığını göstermeye çalışacak. Takımın başına Oğuz Çetin'i getirdikten sonra ciddi bir toparlanmaya geçen Boluspor da Dixon, Dalmat, Muhammet Özdin gibi süper lig orijinli futbolcularla üst sıraları zorlayacak.  Transfer yapabilmek için taraftarından yardım isteyen Samsunspor ise Kasımpaşa'dan Dimitrov ve Sivas'tan Abdulkadir Özgen ile üst üste aldığı beraberliklerden birkaçını galibiyete dönüştürerek geçen sezon ayrıldığı lige yeniden dönmenin hesaplarını yapacak. Keita transferinde başarılı olamamasına rağmen Bursaspor'a büyük umutlarla gelmiş Bangura'yı kadrosuna katan Şanlıurfaspor bu ligde ben de varım diyecek.


         1461 Trabzon dışında kadrolarını büyük ölçüde koruyup ufak tefek takviyeler yapan ligin üst sırasında bulunan Erciyes, Adana, Adana Demirspor, Manisa gibi takımlar da, mevcut yerlerini yukarıda bahsettiğimiz takımlardan korumaya çalışacak. Transfer yasağı olmasına ve başına gelenler bir başkent takımına yakışmayacak kadar kötü olmasına rağmen onurlu mücadelesine devam eden Ankaragücü, hocasını (nur içinde yatsın) kaybetmiş Tavşanlı, lig içinden birkaç tanıdık isimle güçlenmeye çalışan Kartal, Denizli, Buca, Antep B.B. , Konya aşağıya düşmemeye ve olabildiğince yukarı çıkmaya bakacaklar.


        Kısacası bu ligde herkesin bir amacı olacak ve hepsinin arkasında seneye takımlarını bir üst ligde görmek isteyen ya da bir alt ligde görmek istemeyen koca bir şehir olacak. Birkaç kelime de ligin yayıncısı TRT'ye edelim. Bir tanesi HD olduğu için herkes tarafından izlenemiyor olmasına rağmen geriye 12 tane kanalı kalan bir kurumun maçları herkesin evinde sınırsız internet olduğunu varsayarak WebTv üzerinden yayınlamasını eleştiriyorum.
     
          Bu lig çıkılması hedeflenen Süper Lig gibi süper midir bilemem ama asıl lig aşağıda olacağa benziyor. Haberiniz ola.

        Kalın sağlıcakla...

Fenerbahçe' de KOCAMAN Devri Fiilen Sona Ermiştir.

        Bu yazıyı bir Galatasaray' lı olarak yazdığımı, Fenerbahçe' ye herhangi bir düşmanlığım olmadığını ve olaya objektif olup dışarıdan baktığımda gördüklerimi anlatmaya çalışacağım.


        Mevzu, malum Emre Belözoğlu transferi. Emre' nin yeniden Fenerbahçe' ye transfer olduğu haberini okuduğumda aklıma ilk gelen bu transferin tamamen Aziz Yıldırım tarafından istenen bir transfer olduğu ve Aykut Kocaman' ın neler düşündüğü oldu. Emre' nin takımdan ayrılış sürecine tekrar bir göz atıp hatırlarsanız, ortalıkta dolaşan dedikoduların ya da doğruluk payı yüksek olan söylentilerin hiç de hoş olmadığını görüyoruz. Emre' nin agresifliği, Aykut Hocaya yumruk attığı iddiaları,  takım içindeki arkadaşlarıyla yaşadığı olumsuz olaylar ve en önemlisi ayrılırken Aykut Hocanın Emre ile ilgili yaptığı açıklamalar ayrılığın gerekli olduğuna bizleri inandırmıştı.


       Fakat aradan geçen süreçte gerek Fenerbahçe' nin ligdeki istikrarsız görüntüsü, gerekse de orta sahada yaşanan iki yönlü oyuncu sıkıntısının giderilememesi ve bunun için yapılan transferlerin bir türlü isteneni verememesi başarısızlığı dolayısıyla da taraftar ile aradaki gerginliği doğurdu. Hatta bunun üzerine gelen istifa seslerine Aykut Hoca cevap verip istifa etmişti. Fakat bence kulübün tek söz sahibi olan Aziz Başkan isteyince ve sözde transferde istediği oyuncuların alınacağı garantisini verince Aykut Hoca yeniden kulübeye döndü.

 
       Bu ilginç transfere yeniden dönecek olursak, bence asıl gerçekleşme sebebi tamamlanamayan Belhanda transferi olarak düşünülebilir. Ama yöneticilerden dinlediğimiz kadarıyla Aykut Hoca' nın isteğiyle transferin yapıldığı ve Hem Emre'nin Fenerbahçe'ye hem de Fenerbahçe' nin Emre'ye ihtiyacı olduğu yönündeydi. Fakat bence işin aslı Fenerbahçe' nin birinci hedefi olan lig şampiyonluğu için riske girmeden bilindik ve tanıdık futbolcuları yeniden takıma katarak adaptasyon sürecini kısa tutup yeniden iddialı hale gelmek. Bunun fikir babası da yüksek ihtimal Aziz Yıldırım.

 
      Kısacası yapılan Ziegler ve Emre transferlerine baktığımda bu futbolcuların,  Hoca' ya yapılması taahhüt edilen transfer listesinde olduğunu düşünmüyorum. Bu transferlerde de devre aralarında soyunma odasını inip oyuncuları motive eden, mikrofonu eline alıp taraftara nasıl protesto yapması gerektiğini söyleyen, taraftarın efsane ilan ettiği bir oyuncuyu görüşmeye 15 dakika geç kaldığı için itibarsızlaştırıp silen, kulübün en büyük taraftar kulübünü sırf kendisini eleştirdikleri için "bir avuç çapulcu" olarak gösteren bir adamın parmağı olduğunu düşünüyorum.

     Bence Aykut Kocaman sadece bir siluet. Bu takımı kimin, nasıl yönettiği belli. Aykut Kocaman devri resmen devam etmesine rağmen artık fiilen bitmiştir.

     Kalın sağlıcakla...