31 Mart 2013 Pazar

Yolcudur Abbas

     Ligin bitimine kısa bir süre  kala şampiyonluk yarışı kadar ligin altındaki  mücadelede oldukça heyecanlı geçecek. Trabzonspor gibi bir devin de oralarda olup, az olsa bile düşme ihtimalinin bulunması, bu seneki düşme-kalma mücadelesini daha farklı kılabilir. Ligin altındaki takımlara, fikstürlerine ve alabilecekleri puanlara birlikte bakıp, muhtemel "yolcu" kimler olur bir göz atalım.

    Trabzonspor' un  bir şekilde ligde kalcağına inandığım için, puan durumunda oraya kadar olan takımlara yani Mersin, Ordu, Akhisar, Karabük ve Elazığ'a  değineceğim. İlk önce iki sene önce lige çıkarken siyasiler tarafından fazlasıyla desteklenen memleketimin takımı Mersin'den başlayacağım. Bu yönüyle düşmesi içimi acıtmayacak olan M.İ.Y' in. fikstürüne baktığımda en fazla 4-5 puan alabileceğini ve ligin ilk yolcusu olacağını düşünüyorum.

     İkinci yolcu olacağını düşündüğüm Akhisar, sezon boyunca çok iyi futbol oynayıp belki de birkaç sürpriz sonuca imza atacak olmasına rağmen fikstür kurbanı olup bir alt lige düşecekler. Ancak  Akhisar'da özellikle teknik direktör Hamza Hamzaoğlu ve forvet Kenan Süper Lig'de kalacağa benziyor. Ayrıca Gekas'ın performansına rağmen bir takımı daha ligde tutmaması, gelecek sezon onu transfer etmek isteyen yöneticilere transferi sezon ortasında değil de sezon başında yapmaları için bir işaret olabilir.

     Gelelim üçüncü takıma. Bu takım ligin ilk yarısında büyüklere üçer üçer atan, fakat ikinci yarıda kibirinin kurbanı olan Karabük olacağa benziyor. Fikstürleri, rakipleri Ordu ve Elazığ'a göre daha avantajlı gibi görünmesine rağmen oynayamadıkları futbol en büyük sorunları.  Geriye kalan maçlarında 3-5 puan alabileceğini düşündüğüm Karabük'ün aşağı çekip üstüne çıkmaya çalışacağı rakibi ise Orduspor olacak. Ordu'nun en büyük kozu ise Cuper. Zor maçlarda kazanamasa da puan alabilecek oyunu oynatmayı bilen Cuper, kadrosundaki tecrübeli isimlerle ligde kalmayı başarabilir.  Yani üçüncü yolcu için favorim Karabük, plasem ise Ordu.( Hector Cuper ile yolların ayrıldığına dair söylentiler var. Doğru ise yeni hoca havası da Ordu'ya yarayabilir.)

     İlk yarının ortalarına doğru düşmesine kesin gözüyle bakılan Elazığ ise ikinci yarıda maçlarını kendi seyircisi önünde oynamaya başlaması ile toparlandı.  Ivesa-Köksal-Serdar üçlüsü de takımları için artı performans göstererek yıldızlaşıyorlar. Ayrıca fikstürleri de kalmaları için müsait.  Takımlarımızın batıda yoğunlaştığı ligimizde doğudan bir takımın bulunması da gerekli. Bakalım sezon sonunda neler olacak. Fakat ligin üstünde erken yaşanacak bir kopma son haftalarda bütün ilgiyi ligin altına doğrultabilir.

CUMALİ ÖNCALIR
   

29 Mart 2013 Cuma

Ertele - Me

     Herşey geçen sezonun play-off bölümünde Galatasaray' ın şampiyonluğu riske girdiğinde başladı. Fatih Hoca eldeki puanlar yarı-yarıya kesilince ve play-off maçlarında istenilen sonuçlar alınamayınca doğal olarak gerilmişti. Normal sezonda oldukça sakin görünen Hoca, ligin ekstra bölümünde yaptığı açıklamalardan sonra üç maç ceza almıştı.

     Bu üç maçlık cezanın biri uygulandıktan sonra, belki de Fenerbahçe'nin bir alt lige düşmesini engellemek için konulan maddeden faydalanarak kalan iki maçı bir yıl süreyle ertelendi. Bence bu kararın alınmasındaki en büyük etken, şampiyonluğu normal sezonda garantilemiş olan Galatasaray'ın sırf lige olan ilgi artsın diye uygulanan play-off sisteminden dolayı şampiyonluğu kabetmemesi idi. Zaten ezeli rakibine gerekli cezanın verilmediğini düşünen taraftarın bir de bu uygulamadan dolayı şampiyonluğu aynı rakibine kaptırmasından sonra sakin kalması beklenemezdi. Dolayısıyla ceza ertelendi ve Fatih Hoca son maçta kulübesindeki yerini alarak şampiyonluğu kazandı.

     Ancak federasyonumuzun bu kararı alırken unuttuğu bir husus vardı. O da sadece bir yıl ileriye ötelediği sorunların kaybolduğunu sanmasıydı. Şartlı affettiği ismlerin yine çok kritik zamanlarda karşısına çıkabileceği ihtimalini düşünmemişti. Sadece günlük düşünmüş, aman şu anı kurtaralım da sonrası Allah kerim demişti. Sonuçta ne oldu? Pişmanlığını gördüğü ve bir daha aynı hareketi yapmayacağına kanaat getirdiği Fatih Terim bir yıl geçmeden karşısına yeniden gelmişti. Eller ayaklara dolaştı, yine kıvırıldı, kanunun etrafından dönüldü. Normalde en az 5-6 maç verilmesi gereken ceza 3 maç verildi.

     Ama yine akıllanmadı federasyonumuz. Rakibine yumruk atmaya yeltenen Gökhan Zan'ın cezasını önce bir maça indirdi ve onu da erteledi. Gökhan da bir sonraki hafta ilerleyen günlerde kader arkadaşlığı yapamayacağı Bobo'nun takımına karşı maça çıktı. Affedilen Gökhan ile affedilmeyecek Bobo'nun yaptığı maçta Bobo aynı Gökhan gibi sinirine hakim olamadı ve rakibine tekme attı. Daha o anda, hakem kartı çıkarmadan pişman oldu ama nafile. Formasındaki amblem küçük olduğundan affedilmedi Bobo.

      Peki şimdi ne olacak? Bence başlarına bir musibet gelmeden bu federasyonun akıllanma ihtimali yok. Bu erteleme kararların çok yanlış uygulamalar olduğunu kavramaları için olması gereken tek senaryo şu:

Ligin 31. haftasında FB'li bir futbolcu kırmızı kart görür ve 3 maç ceza alır. Ardından kulüp federasyona başvurup cezanın iptalini ister. Ama iki hafta sonra GS ile şampiyonluk maçı olduğu için GS'liler ortalığı velveleye verir. FB'lilerde derki ama siz zamanında faydalandınız. Ceza ertelenir. O futbolcu da çıkar 2 gol atar şampiyonluğu Fener'e getirir. Ortalık yangın yerine döner ve bu uygulamaanır.

      Umarım bu senaryo gerçekleşmez. Ancak uygulama bu haliyle kalırsa bu ve bunun gibi senaryoların gerçekleşme ihtimali yüksek. TFF'ye önerim gelecek sezonun başında, ortalık sakinken ertelenen tüm cezaları uygulaması ve bir daha erteleme maddesini hiç bir şekilde uygulamama kararı alması. Aksi takdirde her hafta birileri birşeylerin ertelenmesi için kapılarını çalarlar.

CUMALİ ÖNCALIR

   

Na-Milli Taraftar

   
 
      Milli takımımız, daha önce zora soktuğu Brezilya hayallerini son Macaristan maçında aldığı beraberlikle kelimenin tam anlamıyla mücizelere bıraktı. Bundan beş ay önce arka arkaya puanlar kaybedildiğinde bile  işimizin imkansız olmadığını, rakiplerin alacakları sonuçlar ve bizim sürekli kazanmamızla yolumuzun yeniden açılacağını düşünmüştüm. Aslında gruptaki diğer maçlar tamda istediğimiz gibi sonuçlandı. Ancak iki maçtan altı puan alamama sorunumuz tekrarladı ve elimize geçebilecek avantajı kaybettik.

      Şimdi grupta Hollanda'nın Macaristan'ı yenip bize yenilmesini ve Romanya-Macaristan maçının da kesinlikle berabere bitmesini bekleyeceğiz.Romanya'nın Macaristan maçını kazanması durumunda ise bizim Romanya'yı en az iki farklı yenmemiz gerekecek. Tabi bunlar gerçekleşirken bizim oynayacağımız her maçı kazanmamız gerektiğini de unutmayalım. Bu ümit ettiğimiz mucize gerçekleşse bile diğer grupların ikincilerinden daha az puan toplama ihtimalimiz de varki bu bizi en kötü ikinci yaparak eline oyuncak verilip geri alınan çocuk hissi yaşamamıza neden olabilir.

      Ancak bence milli takım ve milli takım taraftarları olarak asıl problemimiz sık sık turnuvalara katılamamak değil. Zaten ülke futbol tarihine baktığımızda iki kere Dünya Kupası'na, üç kere de Avrupa Şampiyonası'na katılmamız bu turnuvaların gediklisi olmadığımızın ve bu sonuçların bir sürpriz olmadığının kanıtı. Bence şaşırılması gereken durum, milli takımdaki oyuncu performansları üzerinden kulüpçülük oynamak. Örneğin Semih hata yaptı diye Galatsaray ve taraftarı suçlanırken, suçlanan Galatasaray taraftarının Burak'ın attığı gollerle haklı çıkmaya çalışarak Volkan'ın yediği hatalı golden ötürü Fenerbahçe'yi hedef göstermesi. Milli takımın arkasında, milli olmaktan fazlasıyla uzaklaşmış bir taraftar topluluğun olması, gidilemeyen herhangi bir turnuvanın vereceği üzüntüden çok daha fazlasını verir.

     Tribündekilerin havaya girmesinin takımımızın oynadığı futboldan çok skorla alakalı olduğu iç saha maçlarımızda, bir de bu kulüpçülük oyunları işimizi daha da zorlaştırıyor bence. Milli takım üzerinden kulüpçülük oynayanların olaya soyunma odası penceresinden bakması çok daha iyi olacaktır. O odada hatalı gol yenilip kaybedilen maçtan sonraki yaşanan hüzünü de, kazanılan bir maçtan sonra yaşanılan coşkuyu da tadan insanlar herhangi bir kulübün değil bu ülkenin çocuklarıdır.

CUMALİ ÖNCALIR

25 Mart 2013 Pazartesi

Tut Tutabiirsen

     
      Galatasaray için son 3 transer dönemi oldukça hareketli geçti diyebiliriz. Sadece geçen sezon devre arasında  Necati ve Yiğit Gökoğlan transferlerinin sansasyon yaratmayan isimler olması o dönemin sakin geçmesini sağlamıştı. Bu isimler dışında Elmander, Muslera, Melo, Eboue, Selçuk, Burak, Amrabat ve özellikle bu sezonun devre arasında takıma katılan iki yıldız Drogba ve Sneijder transferleri hep olay yarattı ve gündemi meşgul etti.


       Geçen sezon gelen şampiyonluk ve bu sezon Şampiyonlar Ligi'nde gösterilen performans sonucu vitrine çıkan oyunculara olan taliplerin artması, bazı oyuncular ile sözleşme yenilenip yenilenmeyeceği ve bazılarının  kadroda yer bulamadıkları için yaşadığı hoşnutsuzluklar önümüzdeki transfer sezonunun Galatasaray için oldukça çetin geçeceğinin göstergesi. Ancak kulüp adına el güçlendiren noktalar ise gözde futbolcuların neredeyse tamamı ile yapılmış uzun kontratlar ve gelecek sezonda büyük ihtimalle Şampiyonlar Ligi'ne katılınacak olması.


       Öncelikle takımda sözleşme sonu gelmiş oyuncuların akıbetine bakalım. Bu isimler Tomas Ujfalusi, Gökhan Zan, Hakan Balta, Çağlar Birinci, Aydın Yılmaz ve  Engin Baytar. Bu isimlerden Ujfalusi ve Çağlar'ın takımdan ayrılacağı neredeyse kesin. Geriye kalan isimlerin durumu ise tamamen muamma. Bu isimlerin ayrılmaları, yerlerine yapılacak transferlere bağlı. Örneğin yerli bir stoper bulunursa Gökhan, aranan sol bek bulunursa Hakan ayrılabilirler. Aynı durum diğer futbolcular için de geçerli.  Diğer bir grup kiralık olanlar. Bu isimler Melo ve Umut. Eğer kalan maçlarda şimdiye kadar gösterdiğinden daha iyi bir performans sergilemezse Melo'nun ayrılması kaçınılmaz. Umut ise yabancı kontenjanı ve bu sezonki performansı düşünüldüğünde bonservisi kesinlikle alınması gereken bir isim.


     Gelelim kadroda yer bulamayan daha doğrusu eskisi kadar yer bulamayanlara. En başta Elmander ve Emre Çolak. Emre bu takımın çocuğu olduğundan ve yaşı henüz genç olduğundan takımda kalabilir. Ancak Elmander ileri uçta oluşan yeni tabloda yer bulamaz ve Burak-Umut takımda tutulursa ayrılabilir. Vatandaşı Isaksson'un Kasımpaşa'ya daveti dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan İstanbul'dan ayrılamamak için iyi bir fırsat olabilir.


     Şimdi de Galatasaray için en çok baş ağrıtacak ama bir o kadar da karlı olabilecek kısma, yani Avrupa'dan talibi çok olan futbolculara bakalım. İlk sırada Muslera. Bence dünyanın en iyi 3 kalecisinden biri olan kalecimiz giderse çok büyük kayıp olur ve yerini doldurmak zaman da alabilir. Ancak onun kendi kariyerini düşündüğümüzde yapılacak anlayışlı bir ayrılık her iki tarafı da mutlu edebilir.  Diğer isimler Burak ve Selçuk çok kaliteli olmalarına rağmen altyapılarını Türkiye'de aldıkları için talipleri çok fazla olacak ama hak ettikleri bedel ödenmediği için umarım kulüpte kalacaklar. Ancak geçmişte Hasan Şaş ile yaşadığımız büyük talibi olan futbolcunun kulüpte kalmasına rağmen başarılı olamama sorunu da göz önüne alınmalıdır. Semih Kaya da ise Selçuk ve Burak'ta yaşanması muhtemel olan bu durum yaşından dolayı yaşanmayabilir. Yani talipleri genç Semih için ellerini ceplerine saha çok sokabilirler.


     Son gruba kadar yapılacak hiçbir transfere taraftarın aşırı tepki göstereceğini sanmıyorum. Ancak özellikle son gruptaki isimlerden biri yada birkaçının transferi taraftarda mutlaka homurdanmalara neden olur. Bir de bu isimlerin yerlerinin doldurulaması kaos ortamı için herşeyi hazır hale getirir. O yüzden yönetimin gelen tekliflerde paranın sıcaklığından çok, başarının sürekliliğini tercih etmesi gerekir.


CUMALİ ÖNCALIR

7:17 To Wembley

      Malumunuz Galatasaray'ın çeyrek finaldeki rakibi Real Madrid oldu. Böylece spor programlarının "Rakibimiz Kimdir?" bölümlerini hazırlamasına da gerek kalmadı. Rakip Real Madrid olunca yarı yarıya olan tur şansı, bizim için doğal olarak %10-15'lere indi. Daha şimdiden Galatasaray'ın buraya kadar gelmesinin bile büyük başarı olduğu söylenerek teselli çalışmalarına başlandı.

      İki takımın eksileri ve artılarını yazmaya kalktığımızda bizim tarafımızın bolca eksi, Madrid tarafının ise artılarla dolu olduğunu görüyoruz. Defans hattımızın yıl içinde yaptıklarını düşününce, her iki maçta da düzinelerce pozisyon vereceğimiz kesin. Galatasaray için asıl sorular ise Muslera'nın kalesinde bu ataklara karşı her zamanki gibi kalesinde devleşip devleşemeyeceği.  Ayrıca Hamit, Selçuk, Sneijder, Burak ve Drogba ileri hattının Schalke maçının ilk yarısındaki oyunlarının ne kadarını sergileyebilecekleri. Ve elbette Fatih Terim'in en az Mourinho kadar olan karizmasının sahaya olan yansımasının ne olacağı.

      Real Madrid için TT Arena'da oynanacak maçta oluşacak atmosferden daha olumsuz bir şey varsa o da takımın teknik ve pas kabiliyeti yüksek futbolcularının oyununu bozacak zemin olacak. Rakiple oynanan üç maçtan ikinin kazanılıp, birinde kupa kaldırılmasının bir psikolojik üstünlük yaratacağı gibi saçma bir fikre katılmamakla birlikte iki takım için oluşan tur beklentisi ve La Liga'da  Barcelona'nın artık resmi olarak kesinleşmeye kalmış şampiyonluğu baskının kesinlikle Real Madrid üzerinde olcağının kanıtı.

     Eşleşmenin en medyatik tarafı ise Şampiyonlar Ligi'nin iki gol kralı adayını karşı karşıya getirmesi. Biri tüm dünya tarafından tanınan ve hayran olunan Ronaldo. Diğeri ise bizim bile hala kabul etmekte zorlandığımız Burak. Bakalım bu iki maç sonunda, gol sayıları ve sevinçleri aynı(!) bu iki silahşörden hangisi diğerine "sakin ol
, dur" diyecek ve Wembley yoluna devam edecek.

CUMALİ ÖNCALIR


Rezerv Jenerasyon

       Milli takımlar bir başarı elde ettiğinde , o dönemdeki futbolcu topluluğu için kullanılan bir yakıştırma vardır: "Altın Jenerasyon". Örneğin; 96'da Hırvatlar, 98'de Fransızlar, 2004'te Çekler, 2008'de İspanyollar, 2010'da Hollandalılar bu tarz altın jenerasyonlarla kupalar aldılar yada finaller gördüler.

      Bizim de böyle kadrolarımız oldu tabi. 2002 ve 2008'de gelen üçüncülüklerde o dönem bir araya gelen jenerasyonların büyük payı vardı. Kore'deki kadro, ta Akdeniz Oyunlarından ve UEFA Kupası serüveninden beri birlikte oynayan isimlerden oluşuyordu. 2008'deki  kadron da uzun zamandır birlikte oynuyordu.

      Peki  2014 Dünya Kupası'na gitmemizin artık mücizelere kaldığı bu dönemde 2016 için bir altın jenerasyon oluşturabilmek için bir "rezerv" bulunabilir mi? Yoksa zaten elimizde mevcut bulunan rezervimizi mi işlemeliyiz? Benim cevabım ikincisi. Ülkemizdeki genç oyuncu havuzuna baktığımda hiç de karamsar bir tablo yok. Sadece kararlı olup, genç-tecrübeli uyumu için çalışmak. Tecrübeli dediğimiz bu isimlerin bir elin parmağını geçmeyeceğini ve şu an en yaşlısının 28 yaşında olduğunu da belirteyim. Peki kim bu isimler? İşte liste:

KALE
Onur Kıvrak (25) , Cenk Gönen (25) , Mert Günok (23) , Ertuğrul Taşkıran (23)

DEFANS
Semih Kaya (22) , Serdar Aziz (22) , Ömer Toprak (23) , İsmail Köybaşı (23) , Hasan Ali Kaldırım (23), Göksu Alhas (22) , Veysel Sarı (24) , Gökhan Gönül (28), Caner Erkin (24)

ORTA SAHA
Alper Potuk (22) , Emre Çolak (21) , Oğuzhan Özyakup (20) , Necip Uysal (22) , Salih Dursun (21) , Gökhan Alsan (22) , Sefa Yılmaz (23) , Salih Uçan (19) , Yusuf Erdoğan (20) , Serdar Gürler (21) , Arda Turan (26) , Selçuk İnan (28)

FORVET
Cenk Tosun (21) , Muhammet Demir (21) , Mustafa Pektemek (24), Burak Yılmaz (27)

    Liste tartışılabilir. Ancak Volkan Demirel, Egemen Korkmaz, Hakan Balta, Mehmet Topal, Emre Belözoğlu, Umut Bulut, Mevlüt Erdinç, Nuri Şahin, Tolga Zengin, Hamit Altıntop gibi isimlerin kenara çekilip yer açması lazım. Gurubumuzdaki şu anki durumumuz, kalan maçlarda bu isimlerin milli maç tecrübesi kazanıp 2016 elemelerinde çok daha başarılı olabilmeleri için oldukça uygun. Umarım bu rezervi iyi işleyip, yine bir altın jenerasyon elde edeeriz.

CUMALİ ÖNCALIR

19 Mart 2013 Salı

Salih Uçarsa Baroni De Uçar


                                                          

       Salih Uçan, Bucaspor günlerinden beri izlediğim fakat büyük bir takıma transferi durumunda bu kadar başarılı olabileceğini düşünmediğim bir futbolcuydu. Ancak 1. Lig'de tekniği ve dikkat çeken saç stiliyle kesinlikle diğerlerinden ayrılıyordu. Salih'in Fenerbahçe tarafından transfer edildiğini duyunca bir Galatasaray'lı olarak çok da üzüldüğümü söyleyemem. Ancak şu anda hem böyle bir futbolcuyu kaçırmanın hem de bu futbolcuyu ezeli rakibimizde izlemenin üzüntüsünü yaşıyorum.

        Tabi iş, Salih'in transferiyle değil Belhanda'nın transfer edilememesi ile daha da anlamlı hale geldi bence. Montpellier kulübünün renkli(!) başkanının inadı Fenerbahçe'ye belki de uzun yıllar faydalanabileceği genç ve büyük bir yetenek kazandırmış oldu. Bunun yanında Meireles'in Avrupa Ligi'nde aldığı ceza ve Emre'nin statü gereği oynayamaması Salih için önemli fırsatların doğmasına neden oldu. O da bu fırsatların hepsini çok iyi kullandı.

         Salih'in gösterdiği bu performanstan olumsuz yönde etkilenecek ilk isim ise imaj olarak ona çok benziyen Baroni olacağa benziyor. Çünkü Alex takımdan ayrıldıktan sonra Aykut Hoca tarafından onun yerinde değerlendirilen Baroni, bazı maçlarda başarılı olurken bazılarında ise neredeyse sahada yoktu. Açıkçası oyunun her iki yönünü oynamada sıkıntıları var.Ne tam bir on numara ne de tam bir defansif orta saha. Zaten ligde genelde Meireles, Topal, Emre üçlüsü ile başlayan Kocaman için yeni alternatifin Salih olacağı kesin. Ayrıca Türk oluşu yabancı kontenjanı konusunda Salih'e bir artı daha kazandırıyor.

         Umarım Salih bu performansını artırarak devam ettirir. 2000 yılında genç Emre nasıl Galatasaray ile UEFA kupası aldıysa, genç Salih de aynısını bu sene Fenerbahçe ile gerçeklesitirir. Kariyeri boyunca  büyük takımlarda oynar ve milli takımımıza da önemli katkılar sağlar. Ancak Salih böyle uçmaya devam ederse Baroni de büyük ihtimalle geri ülkesine uçar.

Cumali Öncalır

Bugün Maç Var Aşkım

       Futbolsever bir eşe ya da sevgiliye sahip bir bayanın "Seni Seviyorum" cümlesinden daha çok duyduğu bir cümle varsa o da "Bugün maç var aşkım" dır. Bu cümleyi duyan bayan, eşinin o saatler arasındaki modunun "off" olacağını anlar. Nereden mi biliyorum? Kendimden.

       Eskiden televizyon kanallarında sadece ligimizin büyük takımlarının maçları yayınlandığı için böyle bir sorun yoktu. Ancak günümüzde neredeyse dünyanın bütün ligleri evimize geliyor. Örneğin dünyanın uzak ucundaki  Japon ligi bile izlenebilir durumda.  Bunların dışında maçların öncesinde ve sonrasında yapılan yorum programları sadece ligimizle alakalı olanlarla sınırlı değil. La Liga, Premier Lig ve Bundesliga için hazırlanan güzel programlar var. Ayrıca ülkemizde son 4-5 yıldır yayın yapan ve  konsepti tamamiyle spor olan kanallar, maç olmadığı zamanlarda da futboldan uzaklaşmamamızı sağlıyor.

      Bunun üzerine bir de eşiniz futbolu sevmiyor ise durum daha karışık hale gelebilir. Futbol yüzünden eşinizle aranızı açmak istemiyorsanız önerim, aboneliklerinizi küçük paketlerden satın alın. Liglerin önemsiz maçlarını ve alt lig maçlarını takip etmemeye çalışın. İmkanınız varsa maç izlemek için eşinizle birlikte çıkın bir cafeye oturun. Maç olmayan günleri iyi ayarlayıp birlikte dizileri takip edin. Spor kanallarında altyazı okumaktansa müzik kanalları dinleyin.

      Son paragrafı da kendi eşime ayırmak istiyorum. Neredeyse yayınlanan tüm maçları izlerken bana eşlik eden, yorumlarıma katılan, yazılarımı okuyan ve bunlara sadece benim ilgi alanım olduğu için katlanan eşime sonsuz teşekkürler. Ama üzülerek söylüyorum: Bugün yine maç var aşkım :)

CUMALİ ÖNCALIR

17 Mart 2013 Pazar

Tanımış Oldun Johan

      

       Milan'a deplasmanda 2-0 yenilen ve tur ihtimalini zora sokan Barcelona'ya yakınlığı ile bilinen Johan Cruyf, Real Madrid de Manchester United'i eleyince çok üzüldü galiba. Rakibinin tur atlamasının yanında,  Jose Mourinho'ya arka arkaya iki kere kaybetmekte yaralarını derinleştirmiş olmalı.


        Futbolculuğunu belgesellerden izleyip beğendiğim, Barcelona'ya kazandırdığı La Maisa adındaki alt yapısı sistemine hayran olduğum bu değerli futbol adamı Real Madrid-Manchester United maçındaki kararından dolayı Cüneyt Çakır'ı oldukça ağır eleştirdi. Daha doğrusu buna eleştiri değil, küçümseme, alay etme de denebilir. Yaptığı açıklamada hakemimizin sadece annesi tarafından tanındığını, yani Real-United maçı için "çapsız" olduğunu ima etmeye çalıştı.

       Şimdi Cruyf gibi futbolun içinde olan bir insana, Cüneyt Çakır'ın son zamanlarda yönettiği maçları sayıp saygısızlık yapmaya gerek yok. Ya da hakemlerin değerlendirildiği bir sitede Cüneyt Hoca'nın hala bile  ilk 10'da olduğunu söylememiz yersiz. Ayrıca UEFA'nın Elit Hakemler kategorisinde kimlerin yer aldığını öğrenmek de zor değil. Son büyük turnuva Euro 2012 yarı finalini de ülkesi erken elendi diye izlememiş olsa gerek. Ülkesi Hollanda da geçen senenin en iyi hakeminin bir Türk seçilmesi mi kızdırdı acaba? Yada geçen sene Cüneyt Çakır Nou Camp'ta Terry'yi direk kırmızıdan atarken sevinçten hakeme dikkat etmemiş miydi?

      Demek ki bir insanın ismi ne kadar büyük olursa olsun, kaybettiğinde (daha doğrusu rakibi kazandığında) girdiği savunma iç güdüsü ile böyle saçma açıklamalarda bulunabiliyormuş. Neyseki Barca Milan'ı eledide Cruyf rahatladı. Ne diyelim hocamızın verdiği bu tartışmalı karar Johan Cruyf'un da onu tanımasına vesile oldu. Ayrıca Cüneyt Çakır'ı bu dünyaya getirip, yetiştiren ve belki de başarılarında en büyük paya sahip olan insanın, yani annesinin de ellerini öperim.


CUMALİ ÖNCALIR
     

125 Kuruşa Süper Lig

     




          "Mümkün değil" demeyin. Evimizde izleyebilmek için en az 50-60 TL, dışarıda bir mekanda izleyebilmek için en az 5-6 TL harcadığımız ligimizi ayda 1 TL 25 Kr'a izlemek gerçekten mümkün.
        
         Yayıncı kuruluş, yayın haklarını alabilmek için 215 milyon dolar yani 400 milyon TL gibi bir para ödedi. Bu bedeli 4 yıl için ödediğini düşünürsek, yıllık 100 milyon TL eder.

         Ülke nüfusumuzu 80 milyon, her evde de 8 kişi olduğunu varsaysak bile en az 10 milyon aile eder. Herkesin evinde elektrik olduğunu düşünürsek, aynı sayıda (10 milyon) elektrik abonesi var demektir. Yani 10 milyon kişi yıllık 10 TL verirse, yayıncı kuruluşun kulüplere verdiği 100 milyon TL'yi topluyoruz.

         Peki ödemeyi nasıl yapacağız? Bilinidiği üzere ligimiz sekiz ay sürüyor. Bu sekiz ay boyunca, elektrik faturalarımızdan kesilecek 1,25 TL ile maçlar şifresiz, herkesin televizyonunda birinci sırada kayıtlı devlet kanalımız aracılığı ile evimize gelebilir.

       Bir ekmeğin 70 Kr, bir küçük suyun 50 Kr, bir litre benzinin 5 TL olduğu ülkemizde, bu hesaba kimsenin hayır demeyeceğini düşünüyorum. İşte ligimizi izlemek bu kadar ucuz olabilir. Yeterki istensin.

Cumali ÖNCALIR

13 Mart 2013 Çarşamba

Az Olsun, Hep Olsun


       Birinci Schalke maçından sonra oluşan ortamın, Galatasaray için çok da olumsuz olmadığını ve turun ortada olduğunu söylemiştim. Kuradan sonra Schalke'nin çantada keklik olduğu zannedilerek yapılan yorumlar, ilk maçta alınan 1-1'lilk skorla kaybedilen avantaj sonrası eleştiriye dönüşmüştü. Drogba-Sneijder transferlerinin gereksiz, başarısız olduğu söyleniyordu.



       Kaybedilmesi de kazanılması kadar normal olan rövanş maçında gelen tur ise yine herşeyi toz pembe yaptı. Gelecek takıma göre yarı final, hatta final hesapları yapılmaya başlandı. Drogba-Sneijder yatırımlarının doğruluğu, turdan gelen paraların bu oyuncular için yapılan masrafları karşılayacağı söylendi. Henüz dört gün önce boş kaleye topu yuvarlayamayınca "Galatasaray'ın Golcüsü" bile olamayan Burak Yılmaz birden bire "Şampiyonlar Ligi'nin Gol Makinası" oldu. Direğe vurup geri gelen topları atarken "bitmiş" denen Hamit, top içeri dönünce "füzeci" oluyor ve kariyeri hatırlanıyordu.


       Netice itibariyle Galatasaray tur atladı ve Nisan ayının ortalarına kadar Avrupa'da isminin duyulmasını garantilemiş oldu.Muhtemel rakiplerine baktığımızda hepsinin birbirinden zorlu ekipler olduğunu görüyoruz. Ama bence asıl rakip bu sene  başımızı defalarca yakan Arena'nın zemini olacak.


       Peki bundan sonra hedef ne olmalıdır? Yarı final yada final mi? Bence kesinlikle süper lig şampiyonluğu olmalıdır. Çünkü Avrupa'da başarı; her sene oralarda olup, büyük paralar kazanıp, büyük oyuncuları rahatça kadroya katabilmek demektir. Bir taraftar olarak 12 senede bir çeyrek final görmektense, her sene gruplardan çıkmayı yeğlerim. Kısacası Avrupa'da yürüyüşümüz az olsun ama hep olsun.


CUMALİ ÖNCALIR


 

11 Mart 2013 Pazartesi

Tabaktaki Son Lokma

          Bildiniz siz onu. Özellikle kişiye özel servis tabaklarının bu kadar yaygın olmadığı, herkesin aynı tabaktan yemek yediği dönemlerde yemeğin sonunda herkesin yemesi için birbirine bıraktığı o son lokma vardır ya. İşte bu sene ligimizin hali tam o son lokma gibi. Herkes aslında çok yemek istiyor ama ayıp olmasın diye midir bilinmez diğerine bırakıyor.

         "Aslan" genelde Cuma'dan oynadığı için ilk o ikram ediyor son lokmayı. Fakat tam iştahla saldırmasını beklediğimiz "kanarya"  hiç canı istemiyormuş gibi davranıyor. Bir hafta önce yemek için saldıran "kartal" bu sefer oralı bile olmuyor. Lokma ortada kalıyor, herkes birbirine bırakıyor. Tamam artık bu sefer biri yer bunu dediğimiz hafta yine kimse kimseyi kırmıyor. Lokma gene ortada.

         Şu anda masanın etrafında görünen üç talip var. Fakat birbirlerine bu kadar nazik davranıp, son lokmayı yemekte gecikirlerse, lokmayı tadına daha önce bir kere bakmış aç bir "timsaha" kaptırabilirler...

Not: Bu yazıyı FB-Bursa maçından önce yazmıştım. Kanarya ne kadar istediğini gösterdi. Timsah az geri çekildi. Ama son lokma hala tabakta. Bakalım neler olacak.

CUMALİ ÖNCALIR

İki Kral Aynı Kader

       
       Kaybedilen Gençlerbirliği maçında gözlerden kaçan küçük bir ayrıntı vardı. Burak Yılmaz'ın maçın sonlarına doğru taraftarla arasında geçen münasebet. Eğer yanlış görmediysem skordan dolayı gergin olan taraftar Burak'ın oyunundan da memnun değildi ve gösterdiği efordan dolayı mantıklı düşünemeyen Burak,  uğultular karşısında tribüne el-kol hareketleri yaptı.

        Büyük takımlarda oynayan futbolcuların belki de yaşadığı en büyük sorun, işler iyi gitmezken karşılaştıkları yıkıcı eleştirilerdir. Futbolcu eleştirilmez, eksikleri söylenmez demiyorum. Elbette söylenir ama futbolcunun yaptıkları birden silinmez . Maç kazanıldığında girip kaçırdığı pozisyonlar için "çok pozisyona giriyor" , maç kaybedildiğinde ise aynı pozisyonlar için "beceriksiz, futbolcu değil" gibi tabelacı görüşler onlara zarar veriyor.

         Bahsi geçen talihsizliğe yada bence haksızlığa yıllarca maruz kalmış bir başka isim Hakan Şükür. Kazandığı şampiyonluklar, milli takım ve uluslararası başarıları bile onu acımasız eleştirilerden kurtaramadı. İşi gol atmak olan bir insanın Galatasaray forması altında oynadığı 392 maçta 228 gol bile onu başarılı yapamadı. Goller dışında asist ve hücum presi anlatmıyorum bile.

       Yeni Kral'ımıza tekrar dönelim. Bence Galatasaray kariyerine harika bir başlangıç yaptı. Normalde yabancı transferlerimize alışma süresi diye verdiğimiz bu kısa zamana o çok önemli işler sığdırdı. Çıktığı 28 maçta 21 gol bu görüş için yeterli sanırım. Özellikle şampiyonlar ligi maçlarında "çalışmıyor" denen kafasını iyi çalışır hale getirerek takımına en azından Mart ayını gösterdi. Eksikleri yok mu? Oldukça fazla. Ama bence kesinlikle futbolcu ve çok iyi golcü. Burak'a tavsiyem büyük takımda Türk oyuncu olmanın her zaman mükemmel olmak gerektirdiği gerçeğini kabullenmesi. Bir insan da sürekli mükemmel olamayacağına göre yapılan haksızlığa kulak asmamalı ve çok çalışmalı. Ve en önemlisi idol olarak kabul  ettiği Hakan Şükür ile aynı kaderi yaşamamak için bol bol dua etmeli.

CUMALİ ÖNCALIR

8 Mart 2013 Cuma

Sıra Fener'de Mi Ne?

        
        Milenyumun başındaki final yürüyüşümüz ve o unutulmaz başarılarımız hala dün gibi aklımda. Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi grubundan son anda çıktıktan sonra, o zamanki ismiyle UEFA Kupası'nda gösterdiği performans gerçekten inanılmazdı. Hiç mağlup olmadan, özellikle deplasman maçlarını çok iyi oynayıp galibiyetler alıyordu. İç sahada oynanacak maçlara çok da bir iş kalmıyordu açıkçası.
 
         Plzen karşısında izlediğim Fenerbahçe, bana o zaman izlediğim Galatasaray'ı hatırlattı. Neredeyse hiç pozisyon vermeden, oyunun tamamına hükmedip, kendine yarayan skoru alarak yurda dönmek. İşte bu bir turnuva takımının yapması gereken tek şey. Aykut Hoca'nın aslında oynamak istediği futbol. Dikkat ederseniz yaptığı tüm açıklamalarda sakin olmanın, cümbür cemaat hücum etmemenin öneminden bahsediyordu. Galiba takımı istediğini Avrupa Ligi maçlarında sahaya sergilemeye başladı.

         Şimdi birçok kişi Fenerbahçe' nin buraya kadar gelmesinde ki en büyük etkenin rakiplerinin kolay olması olduğunu söyleyecek. Bence bu tamamen yanlış bir görüş. Sakın Plzen'in Napoli'yi, Bate Borisov'unda Munih'i yendiğini söyleyeceğimi zannetmeyin. Ben Fenerbahçe'den bahsediyorum. Limassol, Marsilya, Gladbach ve Plzen deplasmanlarından galip, on kişi oynadığı Bate Borisov deplasmanından da beraberlikle ayrılan bir takımın başarısından bahsediyorum. Ayrıca takımların başarılarını dönemsel değerlendirmek gerekir. Galatasaray'ın yarı final oynadığı Leeds, şu anda ülkesinin ikinci liginde. Mallorca ise İspanya'da orta sıra takımı. Ayrıca o zamanki forvetlerinin de Webo-Eto'o olduğunu unutmayalım.

         Kısacası son 16'daki takımların isimlerine değil, performanslarına baktığımda Fener'e rakip olabilecek en ciddi ekiplerin Tootenham, Lazio ve Zenit olduğunu görüyorum.  Bu takımların hiç biri Fnerbahçe'nin kesin eleneceği takımlar değil. Ayrıca takım sayısı azaldıkça, takımın motivasyonun da artacağı kesin. Avrupa'da buraya kadar gelinmişken, ligdeki şampiyonlukta bir kenara bırakılıp UEFA kupası için mücadele edilebilir. Çünkü sanki sıra Fener' de gibi duruyor.

CUMALİ  ÖNCALIR
       

   

4 Mart 2013 Pazartesi

MOU' dan Geriye Kalanlar

       Futbolla çok fazla alakası olmayan birine bile sorsanız şu anda Real Madrid'in teknik direktörünün kim olduğunu bilebilir. Bu durum söz konusu ismin sadece bir teknik direktör değil, aynı zamanda bir fenomen olmasından kaynaklıdır. Ancak geçen sene Şampiyon Ligi şampiyonu olurken Chelsea'nin başında kimin olduğunu sorsanız doğru cevap alma olasalığınız neredeyse sıfırdır. Aslında o kupanın Londra'ya gelmesinde Mourinho' nun da büyük payı olduğunu söylemek yanlış olmaz.
   
       2004 yılında takımın başına geçer geçmez "Mavi" leri tam elli yıldır özlemini çektikleri lig şampiyonluğuna, hem de iki kez üst üste ulaştıran Jose Mourinho'nun taraftarda yeri bir başkadır. Onun kurduğu efsane kadrodan geriye, geçen sezon şampiyonlar ligi kupasını yoktan var edip Matteo'nun kariyerine hediye eden Drogba'nın da takımdan ayrılması ile  Terry, Cech, Cole, Lampard gibi futbol yaşamlarının son demlerini yaşayan oyuncular kaldı.

      Fenomen teknik adam ayrıldıktan sonra eski günlerini mumla arayan bir diğer kulüp ise İtalyan devi İnter. Gerçi artık dev denebilir mi emin değilim. Son okuduğum John Carew'in transferi ile ilgili söylenti, bana İnter' in durumunun gerçekten kötü olduğunu düşündürdü. Bunu düşünürken forvet hattının (Rocchi, Milito, Palacio, Cassano) yaş ortalamasının 33 olduğundan habersizdim. Devler ligini kazanan kadronun Eto'o, Maicon gibi yıldızları, "o"  gidince ardından apar topar kaçar gibi ayrıldılar. Aynı Chelsea'deki eski yıldızlar gibi Zanetti, Cambiasso, Stankovic de İnter'de emekliliklerine gün sayıyorlar.

      Gelelim Real Madrid'in akıbetine. Kazanılan son iki El-Classico'dan sonra sular durulmuş olmasına rağmen daha öncesinde Murinho ciddi anlamda eleştiriliyor ve ayrılması isteniyordu. Bana göre Madrid'de de oldukça başarılı bir dönem geçiren Moruinho'nun burada biraz daha kalması lazım. Yoksa eflatun-beyazların da sonu yukarıdaki örnekler gibi olabilir. Casillas, Alonso, Pepe de burada emeklilik bekleyecek isimler için ideal görünüyor

   

İNTEResan bir takım...

       Avrupa'nın en büyüğü olup, kendi ligini sürklase ettikten sonra birden bire bu kadar büyük bir düşüşe geçen  başka bir takım var mıdır bilmiyorum. Daha da ilginci teknik direktörü, takımındaki 9-10 futbolcu ile "akran" olan bir kulüpten, İnter' den bahsediyorum.

       Takımların yaş ortalamalarının yüksek olması İtalyan futbolunda genelde görülen bir durumdur. Maldini, Costacurta, Brindelli gibi isimler yaşları kemale ermiş olmasına rağmen futbola devam etmeleri ile hatırlanırlar. Şimdi de onların izinden giden isimler de yok değil. Pirlo, Buffon, Ambrosini hiç futbolu bırakacak gibi durmuyorlar.

        Büyük takımların çoğunda yaşlı daha doğrusu tecrübeli oyuncular olabileceğini kabul ediyorum. Örneğin Manchester United ile bir yıl daha sözleşme yenileyen Giggs takım için eskisi kadar önem arz etmese de kadroda bulunabilir. Ya da Juventus takımının genç ayaklarına maestroluk yapan Pirlo'ya da bir sözüm yok. Benim lafım direk İnter'e ve kadrosuna.

        İnter'in 30 kişilik kadrosu yaşı 18-24 arasında olan 7,  25-30 arasında olan 9 ve geri kalanlarının hepsinin 30'dan büyük olan futbolculardan kurulu. Sayılara bakınca sıkıntı yokmuş gibi görünebilir. Genç oyuncular takımın yarısından fazla görünüyor. Fakat sahaya çıkanlara baktığımzda durum içler acısı.

        39' luk Zanetti hala takımın önemli bir parçası. 36'lık Samuel hala savunmada. Cambiasso kel olduğundan yaşını göstermiyor ama yaşı 32. Stankovic 34, Chivu 32. Forvet hatıında işler daha kötü. En genç isim Cassano 30, Palacio 31, sakat Milito 33 ve yeni transfer(!) Rocchi 35 yaşında. Teknik direktör Stramaccioni ise 37.

        Ezeli rakipleri Milan sancılı da olsa bu gençleşme süreçlerini gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Fakat İnter hala John Carew'i trasnfer etmeye çalışıyor. Durum böyle giderse, İnter'in antreman tesislerine bir de emekli kahvesi gerekeceğe benziyor.

CUMALİ ÖNCALIR