26 Haziran 2013 Çarşamba

Tam Zamanı...

 

     3 yıllık uzun, yorucu ve kutuplaştırıcı bir sürecin acısı ile tatlısı ile sonuna gelmiş bulunmaktayız. Süreçte olayın bütün aktörleri büyük yada küçük hatalar yaptı. Kısacası sürecin hiçbir anı iyi yönetilemedi. Tüm takım taraftarları formalarını üzerinden çıkarıp objektif düşünemediği için, aslında kendinin de tasvip etmeyeeği birçok şeyi meşru gördü. Hatta partilerinin adı "Adalet" ile başlamasına rağmen olaya müdahil olan siyasetçiler belki oy kaygısı, belki de renk sevdasından dolayı akla mantığa tamamen aykırı cümleler kurdular. Netice itibariyle kendi içimizde bir şekilde ört-bas ettiğimizi zannettiğimiz bu olayı, tabii olduğumuzu unuttuğumuz bir kurum tarafından öyle yada böyle cezalandırıldı.


      Peki şimdi ne olacak? Muhtemelen bir üst mahkemelere-kurullara başvurularak ceza kaldırılmaya yada hafifletilmeye çalışılacak. Umarım da başarılı olur. Ancak benim için önemli olan bizim yani taraftarın gereken cezayı gereken kişilere vermesidir. Artık hiç bir taraftarın "benim kulübüm temizdir" diyebileceğini düşünmediğimden, kulüplerimizi babalarının malı zannedip tüm dünyaya rezil eden bu ahlak yoksunu insanlara yakışan tepkiyi vermemiz gerekir. Tesis kazandırmanın, stadyum yapmanın, borç eksiltmenin asli görevleri olmasına rağmen bunlarla övünerek kulüpleri kendinin zanneden bu insanlara o kulüplerinin bizlerin olduğunu hatırlatmanın tam zamanı. Kulüp yönetemediği aşikar olan zengin çocuğuna, ülke futbolunu hiç yönetemeyeceğini, sadece kendini ilgilendiren iş olan tüp satmaya dönmesi gerektiğini suratına vurmanın tam zamanı.


        En önemlisi artık insanlığımıza yeniden dönmenin tam zamanı. "Başarı gelsin de nasıl olursa olsun", Ne adaleti ya?", "Zamanında da siz yaptınız, yapmayan mı var?", "Adam olsaydınız da siz de yapsaydınız." gibi cümlelerden sıyrılıp "Ayıp ya." , Hiç mi Allah korkun yok?" , "Kul hakkı yenilir mi? ,  "Bu iş yanlış arkadaş." gibi daha hakkaniyetli cümleleri tercih etmenin tam zamanı. Özellike son zamanlarda unuttuğumuz "Özür dilerim." cümlesini ara sıra kullanmanın tam zamanı.  Gole, penaltıya, galibiyete, şampiyonluğa içimize sine sine sevinmenin, kaybeden rakibimize "Vay salaklar!" yerine "Bu sefer biz kazandık, bir dahakine siz kazanabilirsiniz" demenin tam zamanı. Takımlarımız yabancılarla oynarken taktığımız yabancı takım kaşkollarını, formalarını çıkarmanın, bu takımların aşığı olduğumuz ülkenin takımları olduğunu hatırlamanın tam zamanı.


       Aziz Yıldırm olmadan Fenerbahçe'nin, Ünal Aysal yada Fatih Terim olmadan Galatasaray'ın, Serdar Adalı yada Tayfur Havutçu olmadan Beşiktaş'ın  büyük olduklarını ve büyük olacaklarını farketmenin tam zamanı. İkinciliğin de en az birinlik kadar değerli olduğunu, ikinci olabilmek için dökülen terin alın teri olduğunu farketmenin tam zamanı. Taraftarına taraftardan çok "müşteri" daha doğrusu "yolunacak kaz" olarak gören ve tanrıları para olan ve para için bizi bize kırdıran yöneticilere "dur" demenin tam zamanı.


          Kısacası bu musübetten daha güçlü, daha temiz ve daha acil çıkmak tamamen bizim elimizde. Bu saatten sonra akıllı ve uyanık olmanın tam zamanı...

CUMALİ ÖNCALIR
http://concalir@windowslive.com

9 Haziran 2013 Pazar

Nerem Doğru Ki?


 

     Türk futbolunun neresine bakarsam bakayım  aklıma şu diyalog geliyor. Deveye "Neden boynun  eğri?" diye sormuşlar. O da, "Nerem doğru ki?" demiş. Futbolumuzun artı ve eksi yönlerini yan yana yazmayı denesek herhalde artı tarafına yazacağımız maddelerin bir elin parmağını geçmesi sürpriz olur. Eksiler ise her geçen gün artarak devam ediyor.

     Yazıma son günlerin popüler konusu, sadece büyük takım taraftarlarını  değil, başbakanımızın yaptığı hesapla ülkenin yarısını bir araya getiren "Gezi Parkı" protestoları ile başlamak istedim. Henüz iki ay önce birbirlerini yiyen, yan yana maç izleyemeyen ve hatta üzerinde rakip takımın formasını taşıyanları öldürebilecek olan insanların "zulüm" karşısında nasıl bir araya gelebildiklerini gördüm. Nefretle baktıkları, yan yana durduğunda tiksindikleri renkleri nasıl üzerinde taşıdıklarını, düşmanları olan insanlarla nasıl kucaklaştıklarını gördüm. İç içe geçmiş amblemlerini nasıl benimsediklerini gördüm. Görünce de üzüldüm. O zaman Burak Yıldırım'ın suçu neydi dedim kendi kendime. Demokrasi için bir araya gelen bu insanların aynı hassasiyeti neden insan hayatı için gösteremediklerini düşündüm. Sonra da bu iyileşmenin geçici olup olmadığını sordum kendime ve "Evet, bu dostluk geçicidir?" yanıtını aldım. Yarışma başlayınca herkesin yine kılıçlarını kuşanacağı düşündüm.

     İkinci eğri tarafımız yöneticiler. Federasyon başkanı, kendi kulübünü kendisine borçlu yaparak ayrılmış ve ülkenin büyük bir kesimini rahatsız  eden 3 Temmuz sürecinin üzerini ustalıkla örtmüş biri olan ülkenin diğer kulüp başkanları nasıl olabilir ki? Diğer kulüplerle arasındaki düşmanlığının bitmemesi için dua eden bir başkan gidiyor, yerine ise daha ateşli, emir kipleriyle konuşmayı seven yenisi geliyor. O kadar keskin ki, kendi hocasını daha hiç konuşmadan biçiyor, tayin ettiği sportif direktörü göreve başlatmadan yolluyor. Öbürü bir ay önce kulübün dergisinde "Kocaman Adam" diye bahsettiği ve kendisi orada olduğu sürece birlikte çalışacağını garanti ettiği hoca hakkında "O istifa etmedi, ben kovdum" diyerek böbürleniyor. Kulüplerin birlik olduğu bir kurumun başkanı olanı ise; 6 ay önce "Hocamı ayartma" diye kavga ettiği kulüp başkanı yağlı müşteriye dönüşünce can ciğer kuzu sarma oluveriyor.

      Futbolumuzun teknik direktör kısmı da sıkıntılı. Ama bu konudaki sıkıntının çoğu teknik adamlarda değil yöneticilerdedir. Ancak "Artık kendimde bu işi yapacak gücü göremiyorum" deyip üç gün sonra tekrar takımın başına geçenleri, bir hafta önce başkanla karşılıklı oturup takımdan ayrılan ancak arada ne olduysa tekrar dönen ve döndükten sonra da "Yurt dışından teklifler var, oraya gitmek istiyorum" diyenleri ayrı bir tarafa koyuyorum. "Ne olur beni alın, bak bir sürü takımı düşmekten kurtardım. Valla iyi teknik direktörüm." diyerek iş bulmaya çalışanları da ekmeğinin peşinde diye mazur görüyorum.

       Eğriler içinde en çok izlediğimiz, okuduğumuz kısım ise medya. Cacık tarifleri ve muzlu ameliyatlardan sonra asparagas haberler medyaya kızmak için solda sıfır kalıyor. Ancak özellikle bazı medya kuruluşlarının patronlarının yakın olduğu takımları tutan tavırları izleyiciyi çok rahatsız ediyor. Ayrıca sadece üç büyükler odaklı bir yayın anlayışı da ülkedeki futbolseverleri üzüyor. Önreğin Bursaspor'un şampiyonluğundan sonra gazetelerin ilk sayfasında Fenerbahçe'nin nasıl şampiyon olamadığını gösteren dev fotoğraflar ve manşetler futbola yapılmış bir hakarettir. Bir Anadolu takımının galibiyeti ile sonuçalanan maçtan sonra üç büyüklerin hatalarının detaylı tartışılması aynı zihniyetin sonucudur.

       Gelelim futbolun en temel unsuru ve bu sıkıntılarda en az paya sahip olduğuna inandığım futbolculara. Para dolayısıyla geleceğini kazanma kaygısı, camialarının üzerlerinde oluşturduğu baskı ve başarı hırsı bir araya gelince futbolcular belki de sonra kendilerinin de pişman olacakları hareket ve açıklamalar yapıyorlar. Örneğin Emre Belözoğlu ile ilgili yaşanan sıkıntılarda genelde duyduğumuz "Aslında Emre normal hayatında çok iyi bir insan, hırsından bunu yapıyor." gibi açıklamalar bu tezimi doğrular nitelikte. Ancak bir hakimin normal hayatında çok adil olmasına rağmen, iş hayatında aynı adaleti sağlayamaması onun işi ile ilgilenenleri nasıl mutlu etmiyorsa futbolcuların bu tavrı da bizi mutlu etmiyor. Örneğin ırkçı yada kavgacı olan bir futbolcunun bu durumunun özel hayatı ile sınırlı  olmasını tercih ederim. Çünkü bu durum futbol sahasında olunca sadece kendini değil, tüm ülkeyi etkiliyor. Onun dışında dışarıda ve milli takımda birlikte olduğu arkadaşlarıyla sırf taraftarına yaranmak için kavga eden futbolcularında bu yanlışlarından bir an önce dönmeleri gerektiğini düşünüyorum.

        Bu yazı uzar gider. Yayıncı kuruluş, hakemler, statlar, milli takım, transferler...
Kısacası futbolumuzun hali deve misali. Neresi doğru ki?


Cumali Öncalır
http://concalir.blogspot.com


     
     

5 Haziran 2013 Çarşamba

Yabancı Sınırlaması Ve Milli Takım Aldatmacası

    

        Ersun Yanal'ın dünkü 6+0+4 açıklamalarının ardından geçen sene yazdığım, ancak şu anda ne kadar haklı olduğumu tekrar anladığım yazımı tekrar yayınlanamaya karar verdim. Yazımın ardından Tolga Zengin, Gökhan Töre, Kerim Frei gibi yıldızların transferleri gerçekleştiği için yazının hatalı olduğunu düşünmeyin. Bakalım geçen sene ben ne demişim ve neler olmuş.

     Yabancı sınırlaması ile ilgili herkesin olduğu gibi benim de bir fikrim var. Ancak yazımı "sınırlanmasın yada sınırlansın" gibi bir eksen üzerinde devam ettirmeyeceğim. Yabancı sınırlaması konulurken neden olarak gösterilen milli takım başarısının açıkçası çok da gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Daha doğrusu alınan bu kararın tek başına yeterli olmayacağını nedenleri ile size açıklamak istiyorum.

     

       Öncelikle bir futbolsever olarak futbolcunun tercih edilmesinin sebepleri arasında en önemli kriterin ırkı olmaması gerektiğini düşünüyorum. Futbolculuğun bir meslek olduğunu düşününce iş alanlarının bir tanesi de Türkiye ligleri olan yabancı futbolcular için Türk futbolcularla rekabete sadece anne yada babaları Türk olmadıkları için 1-0 geride başlamalarını adil bulmuyorum. Ayrıca dünya ile yarışan bir sektör olan futbol piyasasındaki işveren konumunda olan kulüplerin böyle bir rekabet içinde çalışmak istediği elemanlarını seçerken özgür olması gerektiğini düşünüyorum. Ancak sınırlama ile ilgili düşüncülerimi burada sonlandırıp, kuralın bahsedildiği gibi aslında milli takımımıza fayda değil nasıl zarar vereceğini sizlere anlatmak istiyorum.

  • Kulüplerinin yabancı sınırlamasından dolayı kendilerine muhtaç olduğunu bilen yerli futbolcular, performanslarını ortalama bir seviyede tutarak takımlarında uzun yıllar kalacaklarını çok iyi biliyorlar. Bu durum onları artı performans göstermek zorunda olmadıkları için tembelleştiriyor. Performanstan çok taraftara oynayan bu isimler yedek kalmayı sorun etmeden paralarına bakıyorlar. Açıkçası milli takım gibi bir hedeflerinin olduğunu da düşünmüyorum. Birazdan sayacağım isimlerin yıllardır üzerine hiçbirşey koymamalarının ve milli takım seçmelerinde hep gurbetçi oyunculardan sonra tercih edilmelerin asıl nedeni de budur. İsimleri duyunca hak vereceksiniz. Gökhan Zan, Sabri Sarıoğlu, Aydın Yılmaz, Selçuk Şahin, İbrahim Toraman, Serkan Balcı, Mehmet Topuz, Aykut Erçetin vs. Örneğin Galatasaray Sabri'ye sırf yerli diye parayla üçlü çektirmek zorunda kalıyor.
  • Zamanında devşirilmiş yani Türk yapılarak yerli statüsünde oynama hakkı kazanmış futbolcular ligimizde hala altyapıdan gelecek gençlerin yerini alıyor ve almaya devam edecek. Örneğin Nobre seneye Kayseri düşse başka bir takıma geçip yine bu ligde kalacak, Vederson her zaman sol bek için iyi bir yerli(!) seçeneği olacak. Tita bir süre sonra aslen Antalya'lı olduğunu bile iddaa edebilir. Yada Baroni'nin 5 yılını dolurunca adını Barut yapıp Türk olmayacağının garantisini verebilen var mı? Yada Sivok'un Seyfi? Yakında Aurelio bile geri gelir memlekete. Çünkü aslan gibi Türk delikanlısı. Eğer milli takımsa derdimiz, devşirilmiş oyuncuyu ve devşirme sistemini de yasaklayacaksın ligde.
  • Gurbetçi yıldızlar ama sönük yıldızlar. Açık söylüyorum özellikle Almanya'dan ülkemize gelen gurbetçi futbolcuların milli takıma bir gram faydası yok. Çünkü orada oynayamıyorlar. Çünkü oynayanını elin oğlu kapıyor. O yüzden Mesut'un golüne sevinsek mi sevinmesek mi bilemiyoruz. O yüzden onlara göre milli takım futbolcusu olamayan Sercan Sarerer, Mehmet Ekici, Tunay Torun gibi isimler bizim madenimiz oluyor yada biz öyle zannediyoruz. Bununla ilgili çözüm ise kulübünde bir önceki sezonda en az 30 maça çıkma kriteri olmalıdır. 
    • Tolga Ciğerci 18 maç  ( 14'ü ilk 11)  
    • Sercan Sararer 22 maç(takımı küme düştü),
    • Mehmet Ekici 6 maç (3'ü ilk 11) 
    • Kerim Frei 8 maç (2'si ilk 11)
    • Tunay Torun 16 maç (7'si ilk 11)
    • Gökhan Töre 10 maç (2'si ilk 11)


    Bu sayılar umarım ne demek istediğimi anlatıyordur.  Tembelliği seven bir ülke olarak orada yetiştirilen Türk çocuklarından çok da kaliteli olmayan isimlerine aldanıp milli takımı kaosa süreklemeyelim artık. Abdullah Avcı'nın ilk gelişi ve genç yeteneklerden nasıl bahsettiği dün gibi aklımda. Eğer bizim futbolumuz gelişecekse bizim altyapılarımızdan çıkmış oyuncuların çağırılması lazım milli takıma. Oradan İlkay'ı, Mesut'u, Gökhan İnler'i getiremiyorsan diğerlerinden bu topraklar üzerinde de bolca var. İddaa ediyorum Tunay yerine Muhammet Demir, Sercan Sararer yerine Emre Çolak çok daha katkılı olurdu.
  • İyi futbolcu pasaportu ne olursa olsun o takımda oynar. Örneğin Selçuk İnan'ın, Gökhan Gönül'ün, Volkan Demirel'in varken yerine yabancı alır mısın? Örneğin Trabzon iyi yetiştirdiği 1461 oyuncularını direk takıma çıkarıyor. Hiçbirinin yerine yabancı da düşünmüyor. Trabzon'a yabancıyı serbest bıraksan Onur, Tolga ve Fatih gibi üç altyapıdan yetişen kalecisinin yerine yabancı alır mı? Almaz. Yada yabancı sınırı hiç olmayan İspanya'da Xavi, İniesta, Puyol gibi isimler de Alman altyapılarında yetişen İspanya'nın gurbetçileri mi? Barca istisna, örnek verdiğin futbolcular uç isimler diyenleri duyuyorum. Peki Athletic Bilbao? Muniain, Javi Martinez, Llorente bunlarda istisna mı? Onlara da serbest yabancı ama adamlar bölge dışından kimseyi oynatmıyor takımda. Neden mi? Altyapısı var.
  • Ve en önemlisi beceremediğimiz birşeyleri klasik Türk kafası ile zorla ve yasaklayarak başaracağımıza olan inancımızdan hala ders alamamış olmamız. Altyapıyı hala kuramamış, hala futbolcu yetiştiremeyen bir sistemimiz var. Ancak bunu düzeltmek yerine dışardan yabancı iyiler gelmesin biz elimizdekilerle oynayacağız belki bir ikisi çıkar adam olur mantığına bürünüyoruz. Olur tabi 20 yılda bir Hakan Şükür, Nihat Kahveci, Emre Belözoğlu çıkarırız altyapıdan. Hiç sistemin olmasa da çıkar zaten bu kadar. Yabancı ne kadar az olursa milli takımımızın o kadar iyi olacağı tezi mantıklı olsa yabancı futbolcuların hiç olmadığı yıllar milli takımımız için şerefli mağlubiyetlerle dolu yıllar olmazdı. 
Daha anlatacaklarım var ancak lafı çok uzattığımın da farkındayım. Özet olarak ilk önce altyapını kur, adam gibi işlet ondan sonra zaten kimse yabancının suratına bile bakmayacaktır.  Ayrıca milli takımın geleceğinin ne olacağı futbol oyunundan zevk almaya çalışan ve buna para ödeyen seyircilerin sorumluluğunda değildir. Millet parasına verince bineceği kaliteli ve isteklerini karşılayan arabanın nere malı olduğunu, eğer o arabayı alırsa kendi ülkesinde iyi işlemeyen otomotiv sektörünün akıbetini düşünmez. Kalın sağlıcakla...

Cumali ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com

2 Haziran 2013 Pazar

Bir Şampiyonluk Kaç Para?

   


     Transfer sezonu yavaş yavaş hareketlenirken aklıma, kulüplerin harcadığı bu kadar paranın karşılığında hedefledikleri şampiyonluklara kaçar defa ulaştıkları ve her bir şampiyonluğu ne kadara mal ettikleri sorusu geldi. Bende transfere harcanan paraları öğrenmek için malum transfer bilgi sitesine girdim. Araştırmaya hem bilgilerin çok eskiye dayanması halinde güvenirliliğinin kaybolma ihtimalini, hem  Galatasaray'ın dört sene üst üste şampiyon olduğu seneleri hesaba katmanın adaletsiz olabileceğini düşünerek,  hem de bizzat kendimin futbolla tam anlamıyla haşır neşir olmaya başladığım 2000-2001 sezonundan itibaren başladım.

      2000-2001'den  bu sezonun sonuna kadar Fenerbahçe kulübü hiçbir transfer dönemini artıda kapatamamış. Yani her zaman harcadığı para, sattığı yada kiraladığı futbolculardan kazandığ paradan fazla olmuş. Tabi bu durum Fenerbahçe'nin kazandığı her şampiyonluğu da biraz "tuzlu" hale getirmiş.  Giderlerden gelirleri çıkardğımızda ortaya  195 Milyon Euro gibi bir rakam çıkıyor. 2000-2001 sezonundan günümüze Fenerbahçe'nin  5 şampiyonluk kazandığını düşünününce Fenerbahçe'nin her bir şampiyonluğunun kaba bir hesapla 40 Milyon Euro'ya mal olduğunu görüyoruz.

       Aynı süre zarfında şampiyonluk yaşamış bir diğer takımımız Beşiktaş'a bakınca son yıllara kadar dengeli giden, hatta Nihat Kahveci, Miroslav Karhan, İlhan Mansız, Ahmet Dursun ve John Carew gibi futbolcuların satıldığı yıllarda kasanın artıda kapatıldığı transfer dönemleri görüyoruz. Ama buna rağmen bu 13 sezonun toplamında Beşiktaş'ın da kasası ekside. Rakam ise 107 Milyon EuroBu paraya rağmen kazanılan şampiyonluk sayısı sadece 2 olunca her bir şampiyonluk ortalama 54 Milyon Euro'ya mal oluyor ki Beşiktaş bir şampiyonluğa harcanan para hesabında Fenerbahçe'yi geride bırakıyor.

        Hem para harcama, hem de futbolda yukarıdaki kulüplerimizin diğer rakibi Galatasaray'a gelince işler UEFA kupası zaferinden sonra biraz toparlansa da sonraki yıllarda israf yeniden alışkanlık haline gelmişe benziyor. Hakan Şükür, Ümit Davala, Hakan Ünsal, Fatih Akyel, Popescu gibi isimlerin para kazandırarak ayrılmaları 2001-2002 sezonunda kasayı artıda kapattırsa da sonraki yıllarda durum değişmiş. Özellikle son sezon Sneijder, Amrabat, Hamit, Burak ve Dany gibi isimlere çok büyük paralar harcayan ama bunun karşılığını şampiyonlukla alan Galatasaray'da harcanan para her zaman şampiyonluğu getirmemiş. Misimovic, Jardel, Lincoln, Elano gibi isimler zarar ettirerek ayrılan isimlerin başında geliyor. 13 yılda gelir-gider arasındaki farka baktığımızda ortaya çıkan rakam ise 83 Milyon EuroBu süreçte Galatasaray'ın da Fenerbahçe gibi 5 kere şampiyon olduğunu ve her bir şampiyonluğunun yaklaşık 17 Milyon Euro'ya patladığını düşünüce Galatasaray'ın şampiyonluklarını ezeli rakibinden daha ucuza mal ettiğini anlıyoruz.

      Gelelim bu süre zarfında şampiyon olmasına rağmen hesabını artıda kapatmış tek takım olan Bursaspor'a. Şampiyonluğa yaklaşan senelere kadar transferde ne para harcayan, ne de para kazanan bir kulüp olan Bursaspor için şampiyonluktan sonraki yıllarda bazı hareketlilikler başlamış. Şampiyon kadronun genç isimlerinin satışından gelen paralar ile Avrupa mücadelesi için onların yerine yapılan trasnferlere harcanan paralar genelde dengede gitmiş görünüyor. Bu 13 sezonda Bursaspor'un kasasında artı 670 Bin Euro kalıyor ki bu tablo Bursaspor'u şampiyonluğa para harcamadan ulaşan tek takım yapıyor.

      Bu yazıyı yazarken sadece futbolcular için ödenen bonservis ücretlerini ele aldığımı, futbolcuların yıllık maaşlarına ulaşamadığım için hesaba katmadığımı, 2010-2011 sezonunun şampiyonu konusunda hala bir tartışma olmasına rağmen TFF tarafından şampiyon Fenerbahçe ilan edildiği için Trabzonspor'u yazıya dahil edemediğimi belirtmek isterim.

Cumali Öncalır
http://concalir.blogspot.com