29 Nisan 2013 Pazartesi

Ne Seninle, Ne Sensiz...

    

    Aynen başlık  gibi şu anda Galatasaray taraftarının Melo hakkında düşünceleri. Melo bu sezon içerisinde bizlere iki ayrı senaryo izletti. TT Arena'da oynanan Manchester United maçına kadar kendine ait görevlerin neredeyse hiçbiri yapamayan bir Melo izledik. O ana kadar Melo'ya minnettar kalabileceğimiz tek katkısı Elazığ maçında kurtardığı penaltı idi. Sahada istenilen peformansı yakalayamaması onu geriyor, geçen sezon takıma artı katkı sağlayan agresifliği bu sefer başını yakıyordu. BJK maçında Oğuzhan'la yaşadıkları ve aldığı ceza belki de o ana kadar yaşadığı stresin patlama anı ve şu ana kadar takdirle karşıladığımız yeniden doğuşunun başlangıç noktasıydı.

     Onun bu durumunun nedenlerinin en başında ise sezon başındaki hazırlık kampına katılmamış olması geliyordu. Mevki itibariyle her zaman güçlü olması gereken ön liberoların bu kadar uzun süreli bir tatilden sonra eski performansını yakalaması elbette uzun sürecekti. Tabi bu yüzden Melo'yu suçlamanın yersiz olduğunu düşünüyorum. Bonservisini elinde tutan takım tarafından kadroda düşünülmeyen, Galatasaray tarafından ise transferi bir türlü sonlandırılamayan Melo'nun beklemekten ve beklerken de tatil yapmaktan başka çaresi yoktu. Neredeyse kulüp tarihinin en iyi orta saha ikilisinden(Selçuk-Melo) bir tanesini yakalamışken, o ikiliden birinin transferi bitiremediklerini için Galatasaray yönetimini o dönemler eleştirmiştim. Ancak sene içerisinde yaşanılan olumsuz durumlar yönetimi haklı gösterse bile yine de zamanında transfer edilip kendisine güvenildiği hissettirilmiş bir Melo çok daha iyi olabilirdi.

        Netice itibariyle geçen seneki net tablonun aksine biraz daha bulanık bir tablo ile karşı karşıyayız. Geçen sene ezici bir "evet" üstünlüğüyle sonuçlanan "Melo'nun bonservisi alınsın mı?" anketleri bu sene biraz daha çekimser gidiyor. Tabi eski evetçilerin artık çekimser davranmalarının haklı nedenleri var. Hala evet diyenlerin en büyük dayanak noktası ise takıma ve taraftarlara sağladığı uyum. "Gelecek seneye acaba performansı ne olur? sorusu, Melo'nun yerine alınabilecek herkes için de söz konusu. Örneğin Melo yerine neredeyse aynı paralara alınabilecek Alper Potuk yada biraz daha fazla verilerek tercih edilebilecek Gökhan İnler isimlerinin performansları da en az Melo kadar muallak.

       Transfer hakkında olumsuz düşünmemizi gerektirecek birkaç mevzu daha var. Yabancı kontenjanı ve oyuncunun yıllık maaşı. Eğer seneye kalesini ve defansını yerlileştiremeyen bir Galatasaray olacaksa Melo yerine yerli bir alternatif düşünülmeli. Yok bir yabancı transfer yapılacaksa Melo'nun da kesinlikle alternatifler arasında yer alması gerekir. Yıllık maaş konusuna gelince Manchester United, Elazığ, Gaziantep maçları gibi kazanılmasında büyük paya sahip olduğu maçlar sayesinde aldığı parayı çoktan amorti ettiğini söyleyebilirz. Zaten Melo'nun yerini doldurabilecek yerli yada yabancı bir futbolcunun maaşı da Melo'nunkinden ancak 1 ya da yarım milyon kadar az olacaktır. Şampiyonluk ve ona paralel elde edilen Şampiyonlar Ligi gruplarına direk katılma hakkı en büyük hayali yeniden milli takımda forma giymek olan Melo için Dünya Kupası öncesi bir vitrin ve motivasyon artırıcı bir etken olabilir.

        Yukarıda artılarını ve eksilerini sıraladığımız Melo olayında Galatasaray yönetiminin işi hayli zor. Tabi bu konuda Fatih Terim gibi kurt bir hocanın düşünceleri de çok önemli. Bir taraftar olarak ise benim fikrim tamamen nötr. Gönderilirse neden gönderdiniz, bonservisi alınırsa neden aldınız diyemem.  Çünkü Melo'nun performansı ve davranışlarına baktığımızda, sopanın iki ucunun değil tamamanın temiz olmadığını söylemek zor değil.

Cumali ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com

24 Nisan 2013 Çarşamba

Üç "Çıkmaz" Kulvar

   
    Malumunuz Fenerbahçe geçen haftasonuna kadar üç kulvarda oldukça ciddi adımlarla ilerliyordu. İlerliyordu diyorum çünkü bu üç kulvardan biri olan lig şampiyonluğu artık neredeyse mucizelere kaldı. Haftasonu oynanan Gençlerbirliği maçı, bıçak sırtı ilerlenen lig yarışında ilk tökezlemede takımın moral olarak da hemen düşeceğini bize gösterdi. Yenilen golden sonra takımın sürekli atak halinde görünmesine rağmen birşey eksikti.  O da lig şampiyonu olunabileceğine olan inançtı. Vleminckx'in vurduğu top ağlarla buluştuğunda belki de bütün futbolcuların zihninden aynı düşünceler geçiyordu. "UEFA Kupası' nı alırsak bu ligi fazlasıyla telafi ederiz."

     Devam edilen kulvarlardan bir diğeri ise Türkiye Kupası. Geçen yıl üzun bir aradan sonra alınan kupa serüveninde bu yıl da Fenerbahçe  final yolunu neredeyse yarıladı. Eskişehirspor'dan ilk maçta alınan avantajlı skor, finaldeki takımlardan birinin Fenerbahçe olacağının habercisi gibiydi. Ancak rakibin kim olacağı çok önemli. Eğer Trabzon Sivasspor'u eleyip Fenerbahçe'nin rakibi olursa, böyle kötü geçen bir senenin acısı çıkarmak ve taraftarı ile barışmak adına herşeyini sahaya yansıtacaktır. Ayrıca ligi orta sıralarda bitiren bir takım olarak Avrupa'ya kısa yoldan gitme fikri de Trabzon'un iştahını kabartacak diğer unsur. İki camia arasında son iki yıldır devam eden diğer münasebetten bahsetmiyorum bile.

     Ve kulvarların belki de en önemlisi olan UEFA Avrupa Ligi. Rakip çok çetin. Portekiz kartalları Benfica. Bana göre son dörde kalan takımlar içinde en iyi futbolu oynayan takım Benfica. İsim olarak Chelsea turnuvanın favorisi gözükse de bence gerçek favori kesinlikle Benfica. Sonuçta eğer Fenerbahçe bu kupayı almak istiyorsa, şimdiye kadar oynadığı akıllı ve sabırlı futbolu tekrarlayıp bu zorlu eşleşmeden çıkmak zorunda. Eğer becerebilirsek Amsterdam'da rakibin kim olacağının çok önemi yok. Çünkü oralara kadar gelmiş bir Fenerbahçe'nin, Hollanda'da ki Türklerinde etkisiyle kupayı kaldıran taraf olacağını düşünüyorum.

      Tabi mücadele edilen bu üç kulvarın tamamından eli boş dönmekte ayrı bir olasılık. Zaten ligde artık işlerin çok zorlaştığından bahsetmiştik. Artık Fenerbahçe için yeni tehlike bu sıkışık fikstürde ligde kaybetmeye devam etmesi durumunda gelecek seneki Şampiyonlar Ligi'ne katılma hakkının riske girmesi olabilir. Kupada Trabzon'a kaybetmekte imkansız değil. Hele hele Benfica'ya elenmek, işten bile değil. Kısacası Fenerbahçe için önümüzdeki bir ay çok çok önemli. Ya yarışılan kulvarlardan başarı ile çıkacak, yada onların hepsi Fener için çıkmaz bir kulvara dönüşecek.

Cumali ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com


23 Nisan 2013 Salı

"FOS" Galacticos

 
    Transfer ve Real Madrid isimleri bir arada anıldığında akla o dönemin en sansasyonel transfer haberleri gelir. Çünkü ortada dönen rakamların hepsi neredeyse çift haneli milyon eurolar, alınan futbolcular ise o dönemin hakkında en çok konuşulan isimleridir. Bu yüzden Real Madrid'in bilinen bir başka adı da Yıldızlar Topluluğu anlamına gelen "Los Galacticos"dur.

     İki-üç hafta önce Şampiyonlar Ligi'nde karşımıza çıkan Madrid kadrosundaki oyuncuların piyasa değerlerini incelediğimizde bir Los Galacticos oluşturmanın ne kadara patlayacağı ile ilgili bir fikir sahibi olabiliriz. Yedeklerini, teknik kadrosuna verilen paraları hesaba katmadan, sadece o maçlarda sahaya çıkan ilk on bir değeri baktığımızda bile 350 milyon eurolara yaklaşan bir rakam görüyoruz. Fakat büyük kulüp olup, her zaman en yukarıya oynamanın bir bedeli olduğunu da unutmamalıyız.

     Ancak Real Madrid'in  de transfer geçmişi her zaman son dönemlerdeki kadar parlak olmamış elbette. Her kulübün başına gelen "transfer tutmaması" problemi bu kulübün de başına gelmiş. Harcanan onca paraya rağmen bu kulüpte oynamış olduğunu dahi hatırlamakta zorlandığımız birçok futbolcu var. Son on yılda yapılan transferlere baktığımızda inanılmaz paralar harcandığını ve bu oyuncuların birçoğunun beklentilerini karşılamadığını görüyoruz. Listeye Real Madrid için küçük, insanlık için büyük paralar harcanarak alınan "olmamış" futbolculardan başlayalım:

    Esteban Granero: 4 Milyon £
    Ricardo Carvalho: 8 Milyon £
    Alvaro Negredo: 5 Milyon £
    Antanio Cassano: 5 Milyon £
    Cicinho:  4,5 Milyon £
    Pedro Leon: 10 Milyon £

      Listemizin ikinci kısmında ise Real Madrid için bile dişe dokunur paralar harcanarak alınmış ve neredeyse tamamından verim alınamadan gönderilmiş isimler var.

      Nuri Şahin:  10 Milyon £
      Rafael Van der Vaart: 15 Milyon £
      Royston Drenthe: 14 Milyon £
      Gabriel Heinze: 12 Milyon £
      Michael Owen:  12 Milyon £
      Jonathan Woodgate: 18,3 Milyon £
      Walter Samuel: 23 Milyon £
      Julio Baptista: 20 Milyon £
      Fernando Gago: 20 Milyon £
   
      Son bölümde ise alınırlarken olay yaratan fakat kulüplerine katkıyı, gösterdikleri  performanstan çok forma  satışıyla sağlamış isimlere bakalım.

      Robinho: 24 Milyon £
      Klaas Jan Huntelaar: 27 Milyon £
      Wesley Sneijder: 27 Milyon £
      David Beckham: 37,5 Milyon £
      Arjen Robben: 36 Milyon £
      Kaka: 65 Milyon £

    En iyi dönemlerinde Real Madrid gibi dünyanın en iyi takımlarından birine transfer edilen bu futbolcuların bile tutmadığını düşünürsek ligimizdeki transfer yanlışlarına çok da kızmamak gerektiğini düşünüyorum. Yukarıdaki örnek,  paranın problem olmadığı bir yerde "Los Galacticos" kurmak hedefiyle çıkılan yolun sonunun "FOS Galacticos" a çıkması transferin tam bir kumar olduğunun kanıtı.

 Cumali ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com
   


14 Nisan 2013 Pazar

Achtung Jürgen!!!

   

     Borussia Dortmund'un son zamanlarda yaşadığı başarılardaki en büyük pay teknik direktör Jurgen Klopp'a aittir. Hatta oynattığı futbol, futbolcularıyla olan arkadaşlık ilişkisi ve transfer stratejisi, menajerlik oyunu oynayanlar için tam bir rol-model olarak kabul edilebilir. Öyleki takımın neredeyse tamamının gençlerden oluşması, hızlı oyun anlayışı ve yetiştirilen futbolculardan kazanılan paralar ortada bir yönetim kabiliyetinin varlığını gösteriyor.

      Jürgen Klopp'un saha kenarındaki hal ve hareketlerini dikkatle izlediğimde ise, onun kendisi için seçtiği idolün daha doğru bir deyişle varmak istediği hedefin Mourinho gibi olmak olduğunu düşünmüştüm. Haklı da çıktım. Çünkü Pep Guardiola'nın gelecek sezon için  Bayern Münih'le anlaştığı haberinden sonra Klopp'un yaptığı "Onun yeni Mourinho'su ben olacağım" açıklaması bilinç altında bir Mourinhoculuk olduğunu bana kanıtlar gibiydi.

      Dortmund'un Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde Malaga'yı eleyip yarı finale çıkması ve yarı finalde grup maçlarında iki kere karşılaşıp bir kere kazanıp bir kere berabere kaldığı Real Madrid ile yeniden eşleşmesi Klopp'un öz güvenini de oldukça yükseltmiş olacak ki kendisinden duymaya alışık olmadığımız açıklamalar işitmemize neden oldu. Galiba Klopp artık kendisinin de üst seviye teknik direktörlerden biri olduğunun farkına varmış ve hedefine gittikçe yaklaştığını hissetmişti. Böylece açıklamalar konusunda da artık Mourinho'yu örnek alabilirdi. Mourinho'nun yaptığı açıklamalardaki sivri çıkışları, rakibi hakkındaki küçümseyici üslubu genelde bilinir. Klopp'un Madrid eşleşmesi sonrası rakip takım teknik direktörünün kendi takımını izlemek için Almanya'ya gelmesi üzerine yaptığı "Mourinho'nun buraya kadar gelmesine gerek yoktu sorsaydı biz ona iyi takım olduğumuzu söylerdik, evine işe yaramayan bilgilerle dönecek” yorumu klasik bir Jose Mourinho açıklaması gibiydi.

     Ancak Klopp durmak bilmiyordu. Bu seferki hedefi ise gelecek seneki muhattabı Guardiola ve ezeli rakibi Bayern Munih'ti. Bayern-Barcelona eşleşmesi ile ilgili Bayern'in tur için Guardiola'dan yardım istemiş olabileceğine dair girdiği iddia ve iddiası için ortaya koyduğu "varlığı" hayli dikkat çekiciydi. Eğer bu açıklama doğru ise Jurgen Klopp'a önerim şimdiye kadarki başarılı teknik adamlık kariyerine aynen devam etmesi, iddia için birşeyler ortaya koyarken kaybedebileceğini de düşünmesi ve biraz daha az bira içmesi olur. Tabi bu yazdığımdan lisan gereği dikkat etmesi gerektiğini anlamayabilir. Bir de anlaycağı dilden yazayım. Achtung Jürgen!!!

CUMALİ ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com

İkincilik Mi? Pehhhhh....

   

     Ligimizde son dört haftaya girilirken başarısızlığa aday iki büyük kulübümüz kıyasıya mücadele ediyor. Cümlede "başarısızlık" kelimesini yanlış kullandığımı zannetmeyin. Şimdiden lig bitiminde başımıza geleceklerden bahsediyorum. Güzel ülkemin büyük sorunlarından biri olan, ikinci ya da üçüncü olmanın başarısızlığın daniskası sayılmasından bahsediyorum. Hatta bu olay sadece futbolla da alakalı değildir. Karne günü eve sınıf ikincisi olmanın mutluluğu ile gelip evebeyninden  "Neden birinci olamadın?" sorusunu duymak bu mentalitenin tavan yaptığı alanlardan diğer bir tanesidir.

     Şimdi gelelim ligimizde başarısızlık adaylarımızın ilkine. Galatasaray, bu sene tekrarladığı Şampiyonlar Ligi başarısını en son 12 sene önce ve arka arkaya lig şampiyonu olma ihtimalini de yine aynı yıllarda yakalamıştı. Son 5 hafta yaşanacak herhangi bir olumsuz durum Galatasaray'ın başarısız ilan edilmesi için yeter de artar bile. Herkes bunca puan farkının nasıl kapandığını, yapılan transferlerin gereksizliğini, Fatih Terim'in agresif tavırlarının takıma zarar verdiğini vs. konuşarak eleştiri üstüne eleştirileri sıralayacak. Geçen senenin aynı zamanlarında takıma destek olunması için dolup taşan storelarda bir tane insan görmek imkansız hale gelecek. Kral olan Burak beceriksiz, yaşlanmaz denen Drogba dede, Sneiper olan Sneijder bitmiş ilan edilecek. Bu ve bunun gibi eleştiriler artırılabilir ama ben burada bırakıp diğer başarısızlık adayı ekibimize geçmek istiyorum.

     Fenerbahçe ve Aykut Kocaman için ise durum çok daha kritik. Devam edilen üç kulvar olduğu için başarısızlık şansı Fenerbahçe için doğal olarak artıyor. Neredeyse 30 yıldır alınamayan Tükiye Kupası'nın üst üste ikinci kez kazanılamaması durumunda homurtular az da olsa yükselebilir ama can sıkmaz. Ancak buna birde tarihinde görmediği Avrupa Kupası yarı finalinde Benfica gibi çantada keklik(!) bir takıma elenilmesi eklenirse kızgınlık daha da artıracaktır. Hele hele bir de ezeli rakip Galatasaray'a ligi kaybederse vay haline Aykut Hoca'nın. İşte o zaman herkes Aykut Kocaman'dan  ne kadar ruhsuz, tepkisiz, kadroyla çok oynayan, finalleri iyi oynamayan bir teknik adam olarak bahsedebilir. Şu anda kimsenin hatırlamadığı Stoch'un niçin oynatılmadığı sorgulanır hale gelebilir. İyi oynadığında değer biçilemeyen Salih için çorçocukla bu iş olmaz denilebilir. Hatta ve hatta Kadıköy semalarında "Alex, Alex.." seslerinin yükselmesi de hiç şaşırtıcı olmaz. Kısacası Aykut Hocam ne yap et birinci ol, ikinci olma. Yoksa adın başarısız olur.

     Birkaç cümle ile de Samet Hoca'ya değinmek istiyorum. Sezon başında kurduğu takımla küme düşmeye oynar denen, birçok kişinin tanımadığı futbolcuları sezon içinde yıldız yapan, hatta aldığı galibiyetlerden sonra gizli planları olan şampiyonluğa hiç de uzak olmadıkları söylenen ama işte sadece üçüncü olabildiği için başarısız sayılan Samet Hoca'nın da üzülmesine gerek yok.  Çünkü burası Türkiye. İkinci olursan emek vermemişsin, iyi çalışmamızsın demektir. Çünkü Hatice'ye değil, neticeye bakmak bizim genlerimizde vardır.

CUMALİ ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com

10 Nisan 2013 Çarşamba

Tatsız Tutsuz Bir Mayıs

   


    Geçen yıl Avrupa'da liglerin sonu heyecan dolu geçmişti. Özellikle ligimizde son maçın son düdüğüne kadar devam eden şampiyonluk yarışı futboldan maksimum zevk almamızı sağlamıştı. Bizden başka İngiltere ve Fransa'da da yarış son dakikaya kadar devam etmiş, İtalya ve Almanya'da son haftalara kadar sürmüştü.

   Bu sezon ise durumlar geçen seneye göre oldukça farklı. Almanya'da Bayern bu haftasonu şampiyonluğunu bir rekor ile ilan etti. Bitime 6 hafta kala şampiyonluk ilan etmek ancak üçüncü dünya ülkelerinde görebileceğimiz bir tablo iken Avrupa'nın göbeğinde Bayern'in bu başarısı Şampiyonlar Ligindeki rakiplerine korku saldı. İngiltere'de de durum Almanya'dakinden farksızdı. Ancak haftasonu oynanan Manchester derbisindeki City galibiyeti farkı 12'ye indirdi. Ancak Ada'da tek hedefi lig kalan United bu puan farkının kapanmasına izin vermez ve şampiyonluğu kazanır. İspanya baktığımızda ikinciliği kabullenip rotasını Şampiyonlar Ligi'ne çevirmiş bir Real Madrid görüyoruz. Dokuz hafta kala aradaki 13 puan,  muhattap Barca olunca  kapatılması neredeyse imkansız bir fark. Lafın özü Barcelona'da orada şampiyon olur.

    Şimdi de şampiyonluğu yukarıdakiler kadar kesin değil ama muhtemel olanlara bakalım. Munih'e her iki maçta da 2-0'lık skorlarla mağlup olup Avrupa defteri kapatan Juve için lig şampiyonluğu gerçekçi hedef ve aradaki 9 puan az kaybeden Juve için büyük avantaj. Fransa'da takıma büyük yatırım yapan PSG'nin az da olsa bir üstünlüğü söz konusu. İyi oynadığı iki maçın ardından Barca'ya elenmeleri tüm motivasyonlarını lige vermelerini sağlayacaktır. Bu da zaten avantajlı götürdüğü şampiyonluk yarışını kazanmasını beraberinde getirir. Bizde ise ipler tamamiyle Galatasaray'ın elinde. Kadıköy'deki derbiye kadar maçlarını kayıpsız götürürlerse rahat şampiyon olurlar. Ancak o ana kadar yaşanacak bir puan kaybı bile arkalarında hazır bekleyen Fenerbahçe için inanılmaz bir ikram olur ve bence moralsizliğinde etkisi ile ligi kaybedebilirler. Bunlar dışında Avrupa'nın en çekişmeli ligi ise Hollanda'da geçeceğe benziyor. Ajax , PSV, Vitesse ve Feyenord son haftaya kadar yarışa devam edeceklerdir.

    Hal böyle iken geçen senenin Mayıs ayı gibi heyecan dolu lig sonları görmemiz zor. Tabi ümitsizliğe kapılmaya da gerek yok. Öyle iki ihtimal var ki gerçekleşmesi durumunda değil geçen seneyi unutturması yıllarca aklımızdan çıkmama garantisi bile verebilirim. Bunlardan birincisi Şampiyonlar Ligi finalinde bir El-Classico, ikincisi ise Fenerbahçe'nin Amsterdam'daki iki takımdan biri olması. Özellikle ikinci ihtimalin gerçekleşmesi ve Fenerbahçe'nin kupayı kaldırması başta Fenerbahçe taraftarı olmak üzere tüm Türk milletine yıllarca unutamayacakları bir Mayıs daha yaşatmış olur.

CUMALİ ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com

9 Nisan 2013 Salı

Biz Bitti Demeden...

     


      Hafta içi oynanan Real Madrid-Galatasaray maçında çok da sürpriz olmayan bir skorla karşılaştık. Dünyada çok az takımın sahip olduğu bir ofans hattına karşı, bekleri hiç çalışmayan bir savunmayla karşı koyan Galatasaray'ın üç gol yemesi anormal değildi. Ancak ileri ucu kaliteli ve formda sayılabilecek takımımızın birkaç etkili pozisyon bulmasına rağmen tabelada 3'ün karşısına 1 yazdıramaması asıl sürprizdi. Açıkçası bu durum da işleri hayli zora soktu. Böylece zaten %5-10 olan tur şansımız bu neticenin ardından %1'lere hatta daha aşağılara indi. Fakat Adam Fawer'in Olasılıksız kitabını okuyanlar bilir; ihtimal milyonda bir de olsa ihtimaldir ve gerçekleşmesi mümkündür.

     Şimdi yazacaklarıma belki rövanş günü Real Madrid golü bulduğunda kendimde çok güleceğim ancak ümit fakirin ekmeğidir demişler. Biz de ümitlerimizi dile getirelim. İlk önce olaya rakibimiz tarafından bakalım. İlk maçta aldıkları skor ile turu neredeyse garantilemiş olmalarına rağmen sarı kart cezalısı durumuna düşen Xabi Alonso ve Sergio Ramos onlar için çok önemli eksikler. Özellikle Alonso'nun orta saha organizyonundaki önemi yadsınamaz. Ramos'un yerine oynayacak olan Pepe'nin hız problemi ve agresifliği bizim için avantaj olabilir. Ayrıca turun neredeyse kesin olarak görülmesi bir motivasyon eksikliğine ve kadroda rotasyona neden olabilir.

     Bizim eksiklerimiz ise daha ciddi. İlk başta umitsizlik bizim için en önemli dezavantaj. Taraftarımızın turdan çok galibiyet için takımının arkasında olması ve futbol için doksan dakikanın oldukça uzun bir süre olduğunu unutmaması lazım. Bana göre ilk maçın kahramanı olan Dany'nin eksikliği zaten aksayan bir defansımız varken daha çok hissedilecektir. Diğer eksik Burak için UEFA'ya yapılan itiraz kabul edilirse ne ala. Yok edilmezse ilk maçtaki performansını düşününce karalar bağlayacak bir durum olduğunu düşünmüyorum. Hatta onun yerine oynayabilecek isimlerden biri olan Elmander'in tekrar böyle bir maçla taraftarla buluşacak olması takım için avantaj bile olabilir.

     Birazda maçta takımımızın hangi sistemle ve nasıl bir oyun anlayışıyla sahada olacağına bakalım. Eğer Burak'ın cezası iptal edilmezse Fatih Hoca'nın Elmander'i direk oynatmayıp maça tek forvet Drogba ve onun kenarlarında Amrabat-Hamit ile çıkacağını düşünüyorum. Bu durumda Sneijder de yıllarca oynadığı yerde yani forvet arkasında yerini alacaktır . Belki de bu sistem ihtiyacımız olan üç golü bulmamızda daha etkili işleyebilecektir.

      Ancak bu senaryoların tamamı gol yemememiz durumunda anlamlı olacak. Zaten gol yediğimiz takdirde sahadaki oyunun gazozuna oynanan halı saha maçından farkı kalmaz ki bunu hiç istemeyiz. Euro 2008 'de birçok sefer " bu iş bitti, buraya kadarmış" dendiğinde Fatih Terim yönetimindeki aslanlar öyle olmadığını göstermiş ve tüm dünyaya birşeyi ezberletmişti: "Türkler bitti demeden bitmez." Belki şimdi çok daha zor. Ama neden olmasın ki!

CUMALİ ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com

5 Nisan 2013 Cuma

Görünmez Fiyasko

     Futbolda, maç içinde göze hoş gelen hareketleri yapamayan, gol atamayan, asist yapamayan ya da önemli bir kurtarışa imza atamayan fakat bunlara rağmen alınan galibiyette çok önemli bir paya sahip olan oyuncular için görünmez kahraman yakıştırmasını çokça duymuşuzdur.

     Bir de bunun tam aksi olanlar vardır. Bunlar maç içerisinde gözle görülür bir hata yapmayan, mücadele eder gibi görünen ,kendinden beklenenlerin bir kısmını yerine getiren fakat yerine getiremedikleri ile takımına çok fazla zarar veren futbolculardır. Bunlar için kullanılabilecek tabir ise "görünmez fiyasko" dur.

      Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde oynanan Real Madrid-Galatasaray maçında bu oyuncuların bir örneği daha sahadaydı. Emanuel Eboue.  Maçın geneline bakıldığında Ronaldo karşısında bariz bir hata yapmayan, hücum organizasyonlarına katılmaya çalışan Eboue, asıl kendini göstermesi gereken durumlarda ön plana çıkamadı. Örneğin ilk golde poziyona daha erken uyanıp daha hızlı geri dönebilseydi ya da son anda kayarak müdahele etseydi top Ronaldo'ya geçmeyecekti. İkinci golde ise korkak davranıp topa yükselmemesi ve kafasını eğmesi topun Benzema'da kalmasına neden oldu. Ardından Benzema'nın vuruşu sırasında  yeteri kadar engel olmaya çalışmaması ikinci golü kalemizde görmemize neden oldu. Ayrıca böyle maçlarda bulduğunuz nadir pozisyonlarda golü yapma zorunluluğunu da yerine getiremedi ki bunu daha önce de bir kaç kez yaptığını görmüştük.

     Eboue ile ilgili problem sadece Real Madrid maçında yaptıkları ile ilgili değil. Özellikle bu sezonki kırılgan yapısı takımına çok şey kaybettiriyor. Örneğin Şampiyonlar Liginde gruptan çıkma maçı olan Braga maçında güçsüz olduğundan top yerine ayağını yere vurması, bir sonraki turda Draxler ve Bastos karşısında düştüğü durumlar ve ligdeki Gençlerbirliği maçında Vleminckx'in rüzgarından yere düşüp gole engel olamaması Eboue'nin diğer gizli vukuatları. Ayrıca yere düştüğünde orda kalma isteği de onu çekilmez hale getiriyor.

      Sezon başlarken kafamıza takılan Riera sol bekte öyle-böyle bir performansla kendinden beklenenden daha iyisini sergilerken güvendiğimiz dağ olan Eboue'ye kar yağdı. Gelecek sezon  kadroda bu haliyle yabancı kontenjanı nedeniyle ve yaşı itibariyle yer bulması zor görünüyor. Açıkçası Eboue'nin ölüsüyle Sabri'nin dirisi arasında bir seçim yapmak gerekirse tercih "Reis" olur.

CUMALİ ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com

4 Nisan 2013 Perşembe

Atkıyı Beyin'e Dolamak

            

      Uluslararası bir turnuvada yol alınırken rakip ülke takımını desteklemek bir Türkiye klasiğidir. Belki de bir haftalık lakırdıya kendi toprağının takımını meze yapmak, büyük çoğunluğunun vatan sevgisi ile dolu olduğunu düşündüğüm yurttaşım için anlaşılmaz bir davranış şeklidir.

        Tabi bunun mutlaka bir sebebi vardır. Kimisi rakibi kazanıp kendi kazanamadığından, kimisi ulaşıp oralarda hep yalnız kalmak istediğinden, kimisi de hiç ulaşamayacağını bildiğinden  rakibinin Avrupa'da başarısızlığından keyif alır. Bu yüzden hiç alakasız lig maçlarının öncesinde işportacılarda Schalke atkıları,  Madrid formaları, Liverpool bereleri yerlerini alır ve rağbet de görür. Kaybedilen maçlardan sonra internet üzerinden elin takımına metiyeler yazılır. Boğaların üzerine aslen Madridliymişçesine pankartlar asılır. Bunları yapanların amacı rakibiyle eğlenip onu küçültmektir. Fakat bu çabanın nafile olduğunu asla idrak edemezler. Liverpool'dan fark yemenin, Madrid'e elenmenin, Milan'ı durduramanın rakibini küçülttüğünü zanneder ama aslında oralarda olmanın büyüklük olduğunun farkına varamazlar.

        Ülke içindeki rekabetlerde yaşanan olaylar bile bu camiaları küçültememişken dışardan medet ummak çok saçma. Fenerbahçe Galatasaray'a 6 attığında ya da Galatasaray Kadıköy'de şampiyonluk kupası kaldırdığında bile bu camialar küçülmediler. BJK Barça'yı yendiğinde diğerleri küçülmezken, Liverpool'dan sekiz yediğinde de büyüyüp ihya olmadılar.  Olmazlarda zaten. Bir kulübü büyük yapan yarıştıklarının büyüklüğüdür. Örneğin Celtic'i büyük yapanın Rangers olduğunu bu sene anladık. Barcelona'sız bir Real Madrid nasıl büyük olur? O yüzden takımlarımızın yurt dışında yukarılarda olmaları çıtayı yükselteceğinden diğerlerinin de en az onun kadar başarılı olma isteğini doğurur ki bu da rekabetle birlikte keyif ve heyecanı getirir.

       Elbette bu durumu taraftarların tamamına mal etmek doğru değil. Ancak bu kafadakilerin sayısı da azımsanmayacak kadar fazla. Kısacası başka ülke takımlarıyla maç yapılırken onların atkılarını beynimize dolayıp mantıklı düşünmemizi engellememeliyiz. Takımlarımızın formalarındaki iki amblemden kırmızı-beyaz ve ortak olanı aklımıza getirip, bu maçlarda bir olmalıyız.


CUMALİ ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com