28 Mayıs 2013 Salı

Gelecek Seneye Cim-Bom'un Kadrosu...

   

    Sezonu 10 puan farkla kapatıp ikinci kez üst üste şampiyon olmasına rağmen rahatın yaramadığı ve suların durulmadığı Galatasaray'da, diğer yandan da transfer çalışmaları devam ediyor. Seçim haberlerinin gölgesinde kalan transfer haberleri Galatasaray taraftarında heyecan yerine ümitsiz bir bekleyişe neden olmuşa benziyor. Alper Potuk transferinde Fenerbahçe'den yenilen çalım belki de iyi planlanmış bir transfer dönemini sekteye uğramasına neden olabilir.,

     Gelecek sezon ligimizde uygulanacak yabancı sınırlaması 10 yabancı ile sözleşme imzalanmasına ve bunlardan 6 tanesinin 18 kişilik kadroda yer almasına izin veriyor. Bu da 6'dan fazla olan her yabancının; çok para ödenerek maç izletilen pahalı seyircilere dönüştürüyor. Bu durum kulüplerimizin yabancı oyuncu seçerken çok dikkatli davranıp 6 sayısına geçmemeye özen göstermelerine neden olacak. Kadro derinliğinin sağlanması için ise yerli isimlere yönelmek gerekecek ki bu da Alper transferinde olduğu gibi piyasayı oldukça kızıştıracak. Olayın bir başka boyutu ise büyükler kadar para harcayamayacak olan diğer kulüplerimiz futbolu bırakmaya yüz tutmuş verimsiz yerlileri yeniden  gündeme alacak ve  bu isimler için Anadolu turları yeniden başlayacak.

     Gelelim kendi konumuza yani Galatasaray'ın gelecek sezonki kadro yapılanmasına. Kiraya verilenlerin geldiğini, kiraya alınanların gittiğini ve Chedjou'nun da alındığını düşünürsek kadro 11'i yabancı 32 futbolcudan oluşmaktadır. Ayrılmalarına, kiralanmalarına yada takasta kullanılmalarına kesin gözüyle bakılan Aykut, Culio, Elmander, Ujfalusi, Yiğit, Sercan, Çağlar, Serdar Eylik isimlerinin gönderildiğini düşününce kadro 8'i yabancı 24 oyuncudan oluşacaktır. Bu durumda Süperlig ve Türkiye Kupası maçlarında  sakat yada cezalı olmamaları durumunda yabancıların ikisi maçı tribünden takip etmek zorunda kalacaklar. Bu iki isim ise en güçlü adaylar Dany-Riera-Amrabat üçlüsünden ikisi olacaktır.  Yerli rotasyonu düşünüldüğünde sözleşmeleri biten Gökhan Zan, Aydın Yılmaz ve Engin Baytar ile sözleşme yenilenmelidir. Kiradan nispeten başarı ile dönen Kazım, Ceyhun ve Mehmet Batdal kadroda tutulmalıdır.

      Geçen sezonu kiralık geçiren Melo ve Umut konusuna gelince, Umut için istenen 3-3,5 milyon euro sözleşmesinin bitimine bir yıl kaldığı düşünülünce biraz fazla. Bu yüzden umut yerine yurt içinden daha makul bir isim değerlendirilebilir. O isim hali hazırda Galatasaray'ın önünde durmaktadır. Eskişehir ile yollarını ayıran ve bonservisi elinde olan  Necati Ateş, para verilip alınan Umut'tan daha mantıklı bir hamle olacaktır. Chedjou transferi ile tribünde göndereceği yabancı sayısı iki olan Cim-Bom'da Melo transferi tam bir soru işaretine dönüşmüş durumda. Onun yerini Alper ile doldurmayı planlayan yönetim yaşananlardan sonra Melo'ya muhtaç kalmış görünüyor. Yaşı, bonservisi, aldığı ücret, performansı ve hal-hareketleri yönetimi kara kara düşündürüyor. Bence Melo herşeye rağmen transfer edilmelidir. 3 yıllık bir kontrat ile şu anda Galatasaray'ın en kritik bölgesi tanıdık bir isime yani Melo'ya emanet edilmelidir. Necati ve Melo'nun transferleri gerçekleşmesi durumunda kadro 9'u yabancı 26 futbolcudan oluşacaktır.

      Kadro bu haliyle de transfere ihtiyaç duymaktadır. Forvet ve defans bölgesine yapılacak yerli, genç ve yetenekli transferler hem üç kulvarda yarışacak olan kadroyu genişletecek hem de gelecek sezon iyiden iyiye kızışacak transfer piyasasında Galatasaray'ın elini kuvvetlendirecektir. Elazığ'dan Serdar Gürler hem kanatta hem de forvette oynayabilen genç bir yetenek. Bursa'dan Şener Özbayraklı, yaşları düşünülünce Eboue ve Sabri'den sonra sağbeki emanet edebilecek en iyi yerli isim. Gençlerbirliği'nden Ahmet Çalık, önümüzdeki bir kaç yıl defansını yabancılara emanet edeceği görülen Galatasaray'ın daha ileriki yılları için iyi bir seçenek gibi duruyor. Kısacası bu sezon Melo ve Chedjou dışında yabancı transferi yapmadan genç yerliler odaklı yapılan transferler Galatasaray için çok daha iyi olacaktır.

Cumali ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com

22 Mayıs 2013 Çarşamba

3-2-1 Fight!!!

   

      Bundan beş ay önce, ülkemizde  transfer için adam kaçırmaların yaşanabileceğini ve bir Kemal  Sunal filminden hatırladığımız "damarımı kessem..." ile başlayan cümleler yeniden duyabileceğimizi hatırlatan bir yazı yazmıştım. Yazının üzerinden çok geçmeden ilk transfer döneminde bu tarz olayları yaşayacağımızın ilk sinyalini dün gece itibariyle almış bulunuyoruz. Olayımızın adı herkesin malumu Alper Potuk.

       Buradan sonra yazacaklarımdan kimsenin taraflı olduğum için görüşlerimin temelsiz oduğunu düşünmemesi istemediğimden net olarak bazı şeyleri ifade etmek isterim. Alper Potuk şu anda yaşı, yetenekleri ve bulunduğu kulüp dikkate alındığında orta sahaya transfer edilebilecek en iyi isimdir. Dolayısıyla Galatasaray ve Fenerbahçe'nin onun için yarışmasına, zor durumda olan Eskişehir kulübünün de mantıklı olan teklife evet demesine hiç kimsenin kızmaması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca Fenerbahçe kulübünü de rakibinin elinden, son anda, neredeyse bitmiş bir transferi lehine çevirebildiği için tebrik ediyorum. Alper'i de Türkiye'nin iki büyük kulübünden birine transfer olduğu için tebrik ediyor ve  bu transferin hem Fenerbahçe hem Alper Potuk hem de Türk futbolu adına hayırlı olmasını diliyorum.

      İlk önce konunun bence eleştirilebilecek tek noktası olan "yabancı sınırlaması" mevzusuna değinmek istiyorum. Yabancı sınırlamasının bence birçok kötü noktası vardır. Birincisi ve en önemlisi futbolculuğu dünyadaki diğer meslektaşları gibi "meslek" edinmiş insanları yeterince rekabete sokmadığı için Türk futbolcusunu tembelleştirmesidir. Bu durum aslında milli takıma fayda için konulmuş olan bu maddenin çalışmayan, tembel futbolcular yüzünden zarara dönüşebileceğini hatta izlediğimiz kadarıyla da dönüştüğünün kanıtıdır. Yakın tarihte yaşanılanlar aslında bu konuda başarıya ulaşamadığımızın, sınırlayarak altyapı geliştiremediğimiz gösteriyor. Milli takım seçimlerinin özellikle Almanya gibi Avrupa'nın çeşitli yerlerinde yaşayan gurbetçilerden yapılmaıs ve devşirme futbolcuların milli takıma yükselmesi altyapı gelişimi için yabancı sınırlaması değil de başka bir model bulmamızı zorunlu kılıyor. İkinci ve kulüplerimizi asıl etkileyecek kısmı ise yerli futbolcuların değerlerinin aşırı yükselmesi ve transfer sürecinde diğer kulüplerle yaşanabilecek olumsuz olayların önünü açacak olmasıdır. Bunların dışında birer işveren olan kulüplerin çalışmalarına istediği insanlarla devam etmesini engellemesi bakımından da sınırlamanın bir an önce kaldırılması gerekmektedir.

     Şimdi bir Galatasaray'lı olarak Alper transferi sürecinde neler hissettiğimi "samimi" olarak anlatacağım. Galatsaray'a geldiğini duyduğumda aklıma ilk gelen bu parayı Alper'e vermeleri durumunda Melo'nun alınmayacağı oldu. Melo ile Alper ile aynı mevki oyuncuları olduğu için bu düşünceye girmedim. Kulübün sadece orta sahaya alınacak iki futbolcu için toplamda 25-30 milyon euroluk bir yükün (bonservis+maaş) altına girmeyeceğini düşünüyordum. Ama yine de sevindim. Türk, genç ve alınabilecek en iyisi olması sevinmemin sebebiydi. Ancak araya Fenerbahçe'nin girip Galatasaray'ın transferden vazgeçtiğini duyduğumda ilk tepkim yine Melo ile ilgili oldu. Alper gelmiyorsa Melo'nun orta saha için tek alternatif  kaldığını ve 3 yıllık bir sözleşme için toplam maliyetinin en fazla 13-14 milyon euro olabileceğini ve bunun alternatifsiz kalan yönetim için alınabilecek bir risk olduğunu düşündüm. Tabiki üzüldüm. Ezeli rakibin borsaya bile bildirilmiş bir trasnferi elimizden kapması her büyük takım taraftarını olduğu gibi beni de üzer. Üzülmedim diyen de bence yalan söyler.

      Peki şimdi ne olacak? Galatasaray için bu travma en fazla iki güne ortadan kalkar. Ardından duyulan transfer haberleri hem GS, hem de FB taraftarının Alper'i unutması için yeter de artar bile. İşin etik kısmına gelince bence şikayet edilecek hiçbir durum yok. Olaya bir mal, bir satıcı ve iki alıcı ilişkisi içinde bakmakta fayda var. Verilen sözleri çiğnemek ise ne çiğneyen, ne çiğnediğinden şikayet eden ne de yaptığı cazip teklifle sözün çiğnenmesine vesile olan için "uzak" konular değil.

      Biraz da sahanın içine girip olabileceklere bakalım. Galatasaray Melo'yu alırsa istikrar adına önemli bir adım atmış olur. Almazsa mutlaka defansif yönü ağır basan bir isim ile ilgilenilmeli. Örneğin Alper olsaydı ve Melo alınmasa idi, zaten çok yiyen Galatasaray'ı çok daha zor maçlar beklerdi. Fenerbahçe'ye gelince ise bu transfer, Alper'in de gelmesi ile şişen orta saha bölgesindeki çok alıp hiç vermeyen Meireles'i göndermek adına iyi bir fırsat olabilir.

     Dün itibariyle gerçekleşen bu transfer önümüzdeki yaz boyunca daha birçok transfer savaşının yaşanacağının habercisiydi. Son dakika haberleri, etik değer dersleri, bol sıfırlı bonservis bedelleri, menajer açıklamaları ve demeç savaşları ile dolu günler bizleri bekliyor. Haydi hayırlısı...

Cumali Öncalır
http://concalir.blogspot.com






Altın Gençler

   
 
    Altın, bronz ve gümüş on birlerimi oluşturduktan sonra sıra, tamamı gençlerden ve Türk futbolunun önümüzdeki 5-10 yılında izleyeceğimiz yıldız adaylarından oluşturduğum on bire geldi. Daha onceki onbir seçimlerimde olduğu gibi bunda da takım, oynadığı maç, attığı goller gibi nesnel verilerden uzak tamamen kendi düşüncelerimi göre oluşturacağımı bilmenizi isterim. O zaman başlayayım.

    Kalecimiz Volkan Demirel gibi kaleceinin arkasında bulabildiği her şansı iyi değerlendirerek miil takıma kadar yükselmeyi başarmış bir isim Mert Günok. Mert'in 24 yaşında olduğunu düşününce genç denilip denilemeyeceği tartışılabilir ama bence kalecilik için oldukça genç bir yaşta.
   
    Defansın ortasında gösterdiği performansla büyüklerin radarına giren Gençlerbirliği'nin stoperi Aykut Demir ve Akhisar'da bazı şansız maçları olmasa çok daha fazla adından söz ettirebilecek bir isim olan Uğur Demirok var. Aykut'un attığı 6 ve Uğur'un attığı 3 gol stoper olmalarına rağmen skor üretmede de takımlarına katkıda bulunduklarını gösteriyor. Defansın soluna İsmail Köybaşı, Uğur Boral, Gökhan Süzen ve Escude'den istediğini bir türlü alamayan Beşiktaş'ın son çare olarak başvurduğu ve bana göre önceki isimlerden daha iyi bir performans sergileyen Emre Özkan, sağında ise aslında orjinal sağ bek olmayan ancak Ersun Yanal tarafından orada değerlendirilen Veysel Sarı var. Veysel enerjisi, tekniği ve sürekli atak oyuna katılma gibi özellikleriyle büyük takımlara göz kırpıyor.

    Orta sahadaki isimler de herkesin konuştuğu ve gerçekten sezona damgasını vuran gençleri seçtim. Birincisi Salih Uçan. Fizik gücünü biraz daha geliştirmesi durumunda en iyi olabilmesi için önünde hiçbir engel yok. Yanında ise fizik problemin yanında istikrar problemini de sıkça yaşayan ancak kalitesinden emin olduğum Oğuzhan Özyakup var. Sağ tarafta Kayseri'nin parlayan yıldızı Sefa Yılmaz, sol da ise Bursaspor'u biraz geç gelmiş olmasına rağmen süperligdeki ilk yılında oldukça etkili görünen Ferhat Kiraz var.
 
     Forvette, ilk geldiğindeki performansla neredeyse herkesi kendine hayran bırakan, ardından bir duraklama dönemi girdikten sonra ligin ikinci yarısında takımının ligde kalmasında çok önemli bir rol oynayan Cenk Tosun ve bence ilerleyen yıllarda iyi tercihler yaparsa adından çok söz ettirecek Fransa doğumlu bir Türk Serdar Gürler var. Öne çıkan özelliği olan qqqqhızının yanına biraz daha oyun zekası koyabilirse zaten tutulması zor olan Serdar'ı durdurmak daha da zorlaşabilir.

     Bu takımın teknik direktörlüğü için tercihim iki yıldır takımını ortalama bir başarı ile devam ettiren, elindeki malzeme kullanmayı iyi bilen genç hoca Fuat Çapa var.  Türk futbolunun içinde bulunduğu karamsar tabloda oluşturduğum bu kadronun ve seçmekte zorlandığım alternatiflerinin tamamının Türk oyunculardan oluşması gelecek için hala ümit besleyebileceğimizi gösteriyor.

Cumali ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com


20 Mayıs 2013 Pazartesi

Saman Alevi Misali (Bronz 11)

        
      Altın ve gümüşten sonra sıra geldi bronz onbire. Bu takıma lig boyunca bazı dönemlerde çok iyi olup adından söz ettiren, bazı dönemlerde ise nerede bile olduğunu hatırlamadığımız isimleri seçtim.

          Kalede performans ve yediği gol sayısında bir dengesizlik olan Volkan Demirel var. Bazı maçlarda maçı kurtaran adam olurken, kapaması gereken maçlarda kalesini gole kapatamadı. Özellikle Romanya maçında yediği gol belki de suya düşmek üzere olan Brezilya hayallerimiz suyun içine batırıyordu.
     
           Defansta ligin ilk yarısında nerede olduğunu bilmediğimiz ikinci yarısında ise birazda yabancı sınırlamasının sayesinde Avrupa'da bile isminden söz ettiren bir performansla çıkan eski cam yeni "can adam" Gökhan Zan ve sakatlanana kadar BJK'nin defansını olduğu kadar ofansını da derleyip toparlayan Tomas Sivok var. Solda çok yorulduğu söylenerek yanına Ziegler alınınca bence motivasyonu düşen ve ondan sonra performansı da gerileyen Hasan Ali Kaldırım var. Sağ da ise bu sene yerden çok az kalkan, kalktığında ise önemli işlere imza atan Eboue'yi yazıyorum. Ancak Eboue'ye ikinci Real Madrid maçında attığı muhteşem golün çok daha kolayını birinci maçta kaçırdığı için de çok kızıyorum.
 
          Orta sahaya bu ligin bence en yetenekli ama bir o kadar da istikrarsız oyuncusu olan Manuel Fernandes'i, yanına da ilk yarıda takımını 3. sıraya kadar taşıyan bir performans sergilemesine rağmen ikinci yarıda ortalarda görünmeyen Aissati'yi koyuyorum. Solda kupa serüveninde harikalar yaratmasına rağmen ligde aynı performansı sergileyemeyen Erkan Zengin'i, sağa ise beni; maç özetleri izleyince süper, canlı izlerken berbat, direğe vurunca şansız gibi değişik duygular içine sokan Hamit Altıntop'u yazıyorum. Gerçekten Hamit ile ilgili iyi mi kötü mü yorum yapacağıma hala karar vermiş değilim.

         Forvetlerimizden biri ilk yarı çoğu beleş olsa da takımı için öenmli goller atan, ancak Drogba'nın gelişiyle gözden düşen Umut Bulut. İkincisi ise orta sahaya yazdığımız Aissati ile harika bir iş birliği kurarak ilk yarıda şov yapıp ikinci yarıda suskunluğa bürünen Lamine Diarra.

        Teknik direktör seçimim ise elinde şeker, un ve yağ olmadan helva yapmayı başarabilmiş bir isim Hamza Hamzaoğlu.

Cumali Öncalır
http://concalir.blogspot.com

11 Gümüş(!) Adam

 
   
    Bir önceki yazımda altın on biri oluşturmuştum. Ancak o kadroya girmeyi haketmiş daha birçok isim olabileceğini düşündüğüm için sezon performansları altın on bire seçilmeye yetecek kadar olmayan ama yine de adından söz ettiren isimlere değinmek istiyorum. Hemen on birimizi saymaya başlayalım.

       Kalede takımın düşmesini engeleyememiş olmasına rağmen sezon içerisinde kurtardığı penaltılarla sıkça gündeme gelen İBB'den Eduardo var. Tabi onu bu onbire seçmemdeki tek sebep kurtardığı penaltılar değil. Önünde bana göre ligin en kötü defanslarından biri olmasına rağmen gösterdiği performans takdire şayandı.

       Defansın ortasını yine ligin en az gol yiyen iki takımının stoperlerinden oluşturacağım. İlki geçen seneki performasına göre daha sönük kalan Galatasaray'ın genç stoperi Semih Kaya. Yanında ise derbide kendi kalesine gol atana kadar nerdeyse hatasız futbol oynayıp, Marsilya deplasmanında attığı jeneriklik golle gruptan lider çıkılmasını sağlayan Bekir İretgün var. Defansın soluna geçen sezonun sonunda ben dahil hangi Galatasaraylıya sorsanız takımda görmek istemeyeceğimiz, ancak sene içinde yaptıkları ile fikirlerimizi 180 derece değiştiren çakma sol bek Albert Riera'yı yazıyorum. Sağbeke bana Türkiye'nin Gökhan Gönül'den sonra en iyisi olduğu düşündüğüm Bursaspor'lu Şener Özbayraklı'yı koymak doğru olacaktır. Ligin ikinci yarısında daha çok forma şansı bulmasına rağmen bitmek bilmeyen enerjisi ve Trabzonspor maçındaki nefis golü ilerleyen yıllarda trasnferin gözdelerinden biri olacağı kesin.

       Orta sahanın ortasında ilk yarı itibariyle tek olumlu hareketi Elazığ maçında kurtardığı penaltı olmasına rağmen, ikinci yarıda küllerinden doğan Melo var. Bu haliyle Galatasaray taraftarını ikiye bölen Melo'nun geleceğinin ne olacağını önümüzdeki aylarda izleyeceğiz. Ancak alınması düşünülüyorsa acele edilmesi ve hazırlık kampına yetiştirilmesi çok iyi olur. Melo'nun yanında vatandaşı Cristian Baroni var. Özellikle Avrupa Liginde sergilediği performans ile dikkatleri üzerine çeken Baroni, aynı performansı ligde gösteremediği için altın onbirde yerini alamadı. Benfica maçında kaçırdığı penaltı ise hem kendi hem de kulüp tarihi açısından çok ama çok önemliydi. Orta sahanın solunda sene başında düşer denilen takımının bir ara şampiyonluğa oynamasında önemli bir paya sahip olan Olcay Şahan var. Ligde atıığı 11 gol ve takımına yaptığı katkı BJK'nin ligi üçüncü bitirmesinde önemli bir payın Olcan'a ait olduğunu gösteriyor. Sağında ise geldiğinde yaşından dolayı kafamda soru işaretlerine neden olan ancak oynadığı futbol, attığı goller ve bitmek bilmeyen enerjisi ile göz dolduran "bionik adam" Dirk Kuyt var.  Ayrıca Kuyt futbolculuğu dışında mükemmele yakın kişiliği ile de ligimize çok şey katıyor.

      Forvet ikilisini de lig ikincisi Fenerbahe'den seçeceğim. Pierre Webo'nun ne kadar önemli bir futbolcu olduğunu geldiği yere kazandırdıkları ve ayrıldığı yere kaybettirdiklerine bakarsak anlayabiliriz. Tek eksisi ilk Benfica maçında gördüğü ucuz kartla takımını Lizbon'da yalnız bırakması oldu. Sow ise ondan çok şey beklenen maçlar dışında genel olarak tüm maçlarda etkiliydi.  Ancak ikisinin uyumu altın onbiri hak etmese bile oldukça gelcek sezon Fenerbahçe için önemli bir artı.

      Bu takımın başına ise altın dönemini yaşamanın eşiğinden dönmüş Aykut Kocaman'ı koyalım. Eğer Benfica maçında direkler izin verse, lig yarışında Galatsaray sadece bir kere tökezlese belki 3'te 3 yaparak ligin flaş teknik direktörü olacaktı.

Cumali Öncalır
http://concalir.blogspot.com

Hepsi Altın 11 Adam



     Her sezon sonunda o senenin öne çıkan futbolculardan bir takım oluşturmak klasiktir. Ben de modaya uyup kendi gönlümdeki "Altın 11" i oluşturmaya karar verdim. Ancak bu takım oluşturulurken hakettikleri halde dışarıda kalan çok isim olabileceğinden birer gümüş, bronz ve genç yetenek on birlerini oluşturacağım yazılar yazmayı da planlıyorum. Gelin biz klasik olan altın on birle işe başlayalım.

      Kaleye şu anda sadece Türkiye'nin değil dünyanın en iyi kalecilerinden biri olarak gösterilen ve bu sene de şampiyonluğun kazanılmasında ve Şampiyonlar Liginde çeyrek finale kadar yükselinmesinde önemli paya sahaip olan Muslera'yı yazıyorum.

      Defansın ortasında Fenerbahçe'nin Avrupa yürüyüşnde attığı kritik gollerle önemli katkıda bulunan, sakatlanmasa belki ligde de çok daha fazlasını sağlayabilecek bir isim var. Yıllardır çizgisini bozmadan istikrarlı bir performans sergileyen Egemen Korkmaz ikilinin biri. İkinci isim ise bir Anadolu takımından üç büyüğüye yeni transfer olmasına rağmen gerek lig, gerek Avrupa maçlarında sanki yıllardır Galatsaray'da oynuyormuşçasına sakin görünen Dany var. Sağ bek için tercihim ise takımı için canını bile verebileceğini gösteren, tekmeye kafa uzatan Gökhan Gönül. Sol bekte ise Eskişehirspor'un bu kadar puan toplamasının en büyük nedenlerinden biri olan, gerçek sol bek Dede var.

      Orta sahaya herkesin ilk yazacağı ismi bende hemen yazayım, Selçuk İnan. Selçuk hakkında uzun cümleler kurmaya gerek duymadan hemen partnerine geçeyim. Bursaspor'un 4. kez üst üste Avrupa kupalarına katılmayı garantilerken Batalla ile birlikte büyük paya sahip olan Arjantinli Belluschi. Gösterişsiz ama verimli futbolu Bursaspor'un orta sahasını derleyip toparlamasını sağlıyordu. Orta sahadaki diğer ismimiz ise tartışmasız Batalla idi. Selçuk hakkındaki düşüncelerim Batalla için de geçerli olduğunu söyleyip forvete geçeyim.

       Forvete yazılacak çok isim var ancak ben golcünün skor yapanını sevdiğimden tercihlerim gol ortalamaları yüksek isimler olacak. İlk önce transfer edildiğinde çoğu kişinin burun kıvırdığı, hele bir kaç maçta etkisiz göründüğünde neredeyse topa koyduğu ancak daha sonraki performansı ile herkesi utandıran Burak Yılmaz'ı yazmalıyım. Oynadığı 35 maçta kaydettiği 32 gol neden bu takımda bulunması gerektiğini anlatıyor. Yanlarına ise Akhisar'ı tek başına sırtlayan Gekas ve Kasımpaşa'nın Türkiye standartların çok üstünde olan forveti Uche'yi ekleyelim. Uche'nin 35 maçtaki 20 golü ve Gekas'ın 15 maçtaki 12 golü altın on birde olmayı ne kadar hakettiklerini gösterir cinsten.

       Teknik direktörlük koltuğuna ise 15. sırada aldığı takımı 5. sıraya yükselten Prosinecki'den başkasını yazmak galiba Prosinecki'ye ayıp olur.

Cumali Öncalır
http://concalir.blogspot.com

19 Mayıs 2013 Pazar

Sızlanmıyorum, Çözüm Öneriyorum

   

     Türk futbolunun hali malum. Anlatıp tekrar tekrar laf kalabalığı yapmaya gerek duymuyorum. Direk gördüğüm yanlışlıklara karşı çözüm önerilerimi madde madde sıralayacağım.
  • Futbol Federasyonu başkanlığına özellikle 4 büyük takımla hiçbir şekilde alakası olmayan bir kişi getirilmelidir. Ancak ülkede böyle bir kişinin bulunacağına inanmadığım ve bulunsa bile mutlaka birilerinin hoşnutsuz olacağından emin olduğumdan yurt dışından profesyonel yöneticilerin getirilmesi de gündeme getirilebilir. Örneğin yayıncı kuruluşta görev yapan eski hakem Markus Merk'i kimse tuttuğu takımdan dolayı eleştirmiyor. Dolayısıyla yabancı federasyon başkanı ve ekibi ciddi anlamda düşünülmelidir.
  • Federasyon Disiplin Kurulu Süper Lig, 1. , 2. ve 3. Lig kulüplerinin göndereceği birer hukuk insanından oluşturulacak bir ekip olmalı ve kararlar kapalı oy ve açık tasnif usulüne göre oy çokluğu ile alınmalıdır. Tahkim Kurulu gibi bir kurum kesinlikle olmamalıdır. Cezayı alan cezasının sabit olacağından emin olmalı ve kulüp büyüklüğüne göre cezalarda azalma gibi çifte standartlar ortadan kaldırılmalıdır. Ayrıca verilen cezalardan sonra federasyon binasına yapılan ziyaretler ortadan kaldırılmalı, hakem-gözlemci raporları esas alınmalıdır.
  • Gözlemci rapoları, gözlemcinin yayıncı kuruluşun elindeki tüm görüntüleri izlemesinden sonra yazılmalıdır. Böylece kulüplerin federasyona yeni görüntülerle başvurması engellenmelidir. Bu konuda adalet için aynı ligdeki karşılaşmalarının tamamının aynı sayıda kamera ile takip edilmesi sağlanmalıdır. Örneğin Süper Lig'in tüm maçları 12, PTT 1. Lig'in tüm maçları 8 kamera ile takip edilir gibi maddeler getirilmelidir. Böylece sadece büyük maçlarda yararlanılan teknolojinin nimetlerinden her takım adilce faydalanmalıdır.
  • Lig programı, Avrupa kupalarında mücadele eden takımlarımızın fikstürleri de dikkate alınarak sene başında tamamen belirlenmelidir. Örneğin Uefa Avrupa Ligi'nde mücadele eden bir takımın maçları maçtan önceki hafta Cumartesi'ye, maçtan sonraki hafta ise Pazartesi'ye alınmalıdır. Şampiyonlar Ligi maçlarından önceki lig maçları ise Cuma'ya, sonraki maçlar ise Pazar'a konulmalıdır. Şampiyonlar Ligi'nden elenip Avrupa Ligi'nde devam eden bir takımımız olursa önerisi dikkate alınıp mantıklı bir fikstür oluşturulmalıdır.
  • Deplasmanlara kesinlikle taraftar alınmamalı. ülkedeki futbol atmosferi sakinleşene kadar mevcut yasak genişletilerek devam ettirilmelidir. E-bilet uygulaması başlatılıp taraftarlara, kendilerinden kaynaklı herhangi bir sorun yaşandığında doğacak zararı karşılayacaklarına dair bir taahhütname imzalatılmalıdır.
  • Mevcut statların tribünlerindeki tüm koltuklar sökülmeli, böylece sahaya atılacak herhangi bir koltuk bırakılmamalıdır. Yabancı maddelerin sahaya atılmasını engellemek için ise saha ve tribün arasına örgü aralığı dar olan fileler çekilmelidir. Yeni yapılacak statların Arena tipi olmamasına, tribün sahaya mümkün olduğunca uzak olmasına, tartan pistlerin yapılmasına özen gösterilmelidir. Hatta Amsterdam Arena'da olduğu gibi saha-tribün arasına geniş ve derin kanallar oluşturulmalıdır.
  • Statlarda küfürlü tezahürat ve pankart açılması yada sahaya yabancı madde atılması durumlarında maç durdurulup ev sahibi ekibin hükmen mağlubiyetiyle sonuçlandırılmalıdır. Seyircisiz oynama cezası yerine, gelecek sene aynı statta oynanması gereken maçında rakip takımın sahasında oynanması kararlaştırılmalıdır. Böylece ceza caydırıcı olacaktır.
  • Derbi maçlar yukarıdaki kapsamda değerlendirilmeli ve iş şansa bırakılmamalıdır. Bu maçlar Türk nüfusunun yoğun olduğu Almanya, Belçika, Hollanda, Fransa gibi ülkelerde oynatılmalıdır. Takımlarına hasret kalmış ve ülkemizde ölüm sebebi olan başka takım formalarını giyip beraber maç izleyebilen gurbetçi vatandaşlarımıza bu şans verilerek, ülkemizde futbol terörsitlerinin ders çıkarması sağlanmalıdır. Ayrıca bu maçlarda Türkiye'den akredite olmayan hiç kimsenin stada alınmamasına da özen gösterilmelidir.
  • Türkiye Kupası'nın satütüsü Süper Lig, 1. , 2. ve 3. Liglerdeki tüm takımların ilk turdan itibaren kuraya katıldığı, kurada ismi ilk çekilen takımın sahasında oynanacak tek maçlı eleminasyon sistemine dönüştürülmelidir. Bu durumda ilk turda 124 olan takım sayısı, ikinci turda 62, üçüncü turda 31 takıma düşer. Bu turda kura ile belirlenecek bir takım bay geçer ve 4. turda takım sayısı 16 olur. 5. turdan sonra kalan 8 takım çeyrek final oynar ve ilerleyen turlarda kupa sahibini bulur. Böylece kupa şampiyonu olan takım bile en fazla 7 maç yapar ki fikstür sıkışıklığından şikayet eden büyük takımların ve kupada şansları olmadığını savunan küçük takımların eleştirileri de ortadan kalkar. Kupa finali her sene ülkenin başkenti olan Ankara'da oynanmalıdır.
  • Yayıncı kuruluşa baskı yapılarak abonelik ücretleri daha makul bir yere çekilerek daha çok insanın evinde maçların izlenilmesi sağlanılmalıdır. Ayrıca dağıtılacak yayın paralarının eşit olmasa bile daha adeletli dağıtılması sağlanmalıdır. Örneğin şampiyonluk sayısına verilen büyük paralar, bir önceki senenin başarı sıralamasına (düşen takımlar hariç) göre dağıtılmalıdır. Ayrıca galibiyet ve beraberliğe verilen paraların çok az küçültülerek mağlup olan takıma da cüzzi bir miktar öndenmelidir. Böylece verilen emeğinin boşa gitmemesi ve masrafların bir kısmının karşılanması da sağlanmalıdır.
  • Yabancı sınırlaması tamamen kaldırılmalıdır. Böylece adam yokluğundan kendini adam zanneden futbolcularımız  kendine çeki düzen verebilirler. Yıllık maaşlarına bile dünyanın dört bir yanından kendilerinden daha kaliteli futbolcular alınabileceğini gören yerli futbolcularımız, vasıflarına "Türk" olmaktan başka birşey katmak zorunda olduklarını da farkedebilirler. Futbolculuğun bir meslek olduğu unutulmamalı ve işvereni istediği insanla çalışma  özgürlüğü verilmelidir.
  • Oyuncu hakeme itiraz, rakibe şiddet ve küfür yada uygunsuz hal-hareketler nedeniyle gördüğü kartlardan ceza alırsa, maç başına yıllık ücretinin %10'u kesilmelidir. Örneğin yıllık 2 milyon euro alan bir futbolcunun 3 maç ceza yemesi durumunda kulüp futbolcuya 600 bin euro ceza  kesmelidir. Eğer futbolcu aynı tavırlardan tek seferde yada toplamda 5 veya daha fazla ceza alırsa kulüp tek taraaflı sözleşme fesih hakkına sahip olmalıdır.
  • Maç özetleri makul fiyat ve koşullarla isteyen bütün kanallara dağıtılmalıdır. Böylece yorumcuların futbol dışı mevzulara batması yerine futbolu konuşması sağlanmalıdır. Federasyonun disiplin kurulunun futbolcular gibi spor yorumcularına da ceza verebilmesinin önü açılmalıdır.
  • Tüm faal futbolcu, yönetici, hakem gibi futbolun aktörlerinin sosyal medyayı kullanmaları engelenmelidir. Kullanmayacaklarına dair taahhütname alınmalıdır. Kullanılması durumunda ceza verilmelidir. Sosyal medya üzerinden yaptıkları açıklamaların insanların ölmesine bile sebep olabileceği hatırlatılarak; ifade özgürlüğünün yaşama özgürlüğünü engelleycek bir konuma gelmesi durumunda bir özgürlük olmaktan çıktığı açıkça ifade edilmelidir.
  • Kulüplerin taraftar oluşumlarının özellikle stat içinde yapacakları her eylemden kulübün sorumlu olacağı, engelleyemeyeceklerini belirten kulüplere kolluk kuvvetlerinin yardım ederek bu taraftar gruplarının stada alınmaması sağlanmalıdır.
  • Her yıl İstanbul-Anadolu karmalarının karşılaşacağı All-Star maçları düzenlenerek, İstanbul takımlarındaki futbolcuların sadece eğlence amacıyla da olsa aynı formayı terletip, aynı takımda olabileceklerini anlamarı sağlanmalıdır.
  • Özellikle anneler günü, kadınlar günü ve bunun gibi özel günlerde, en azından 4 büyük takımda oynayan futbolcuların annelerinin, eşlerinin, kız kardeşlerinin katıldığı yemekler düzenlenmelidir. Böylece futbolcuların küfür ettikleri insanlarla tanışmaları ve boğazına sarıldığı insanın annesi, eşi ve ailesi ile yüz yüze bakması sağlanmalıdır.
     Artık futbolun içinde olan hiç kimseden birşey beklemediğim için bu maddeleri kim gerçekleştirebilir bilemiyorum ancak gerekirse gizliden gizliye futbolun içinde olan siyasetin tam anlamıyla futbolun direksiyonuna geçip kolluk kuvvetlerini de kullanrak bu işi çözmesi gerektiğini düşünüyorum. Zamanında iyi yönetilemediği için koca hükümetleri bile devirip başlarına oturmuş bir neslin torunları olarak iyi yönetilmediği aşikar olan bu kurumun başına da artık birilerinin geçmesi şart. Bu saydıklarım olur mu? Muhtemelen olmaz. Ama olursa ben demiştim derim...

Cumali ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com

18 Mayıs 2013 Cumartesi

Öğretmenim, Onlar Önce Maymun Muydu?




    Bu hafta meslek hayatımdaki en zor sorulardan birini duydum. Anlaşılan bir haftadır televizyon ekranlarındaki muz ve siyahi futbolcu görüntüleri benim öğrencilerin de kafasını karıştırmış olacak ki "onların" yani bize göre sadece ten rengi değişik olan insanların geçmişini merak etmeye başlamışlardı.

      Tabi bu soruya cevap vermek, öyle olmadıklarını anlatmak bile başlı başına zor bir durum iken, geçmişinin maymunlukla alakası olmayan bu insanlara neden böyle davranıldığını anlatmak işin asıl zor ve üzücü kısmıydı. Öğrencilerime verdiğim "Rakip takım oyunsu diye dalga geçiyorlar" cevabından sonra onlar da bana daha önce öğrettiğim kimsenin fiziksel eksikliği yada özürü ile dalga geçmeyin cümlesini hatırlattılar.Ama gel gelelim ki siyahi olmak herhangi bir fiziksel eksiklikte değildi. Netice itibariyle dilimin döndüğünce konuya anlatmaya çalıştım ve umarım başarılı olmuşumdur.

     Statta yaşanan muz olayını Fenerbahçe kulübüne mal etmek elbette doğru değil. Kulübün böyle bir politikası olmadığını kadrosundaki önemli futbolculara baktığımızda anlarız zaten. Ancak bu konuda kamuoyunun kulüpten beklediği şey çok açık. Senin ismini karalayan, insanlık dışı davranan bu adamlar kimse alma bir daha stada. Uzaklaştır şanlı geçmişinden bu asalakları. Bu taraftarların bir daha stada alınmayacağı ile bir açıklama yapsın, gözümdeki en saygıdeğer kulüp Fenerbahçe olmazsa namerdim.

     Gelelim o gecenin asıl kahramanları futbolcu görünümlü çapulculara. Güya iki profesyonel milli futbolcu birbirlerine küfür ediyor, boğazlarına sarılıyor, birinde eldiven olduğundan yapamıyor ama öbürü diğerine tırnaklarını geçiriyor. Emre-Melo karakterlerine uygun etrafa salyalarını savuruyor. Aylar önce benim ailem çocuklarım var diyen Meireles sanki Türk halkının ailesi, çocukları yokmuş gibi orasını burasını sergiliyordu. Hasan Şaş el hareketi yapıyor,tribünler Anneler Günü'nde koro halinde Şaş'ın annesine sövüyordu. Ve sonunda bir genç formasının renklerinden biri farklı diye öldürülüyordu.
 
    O gece herşey biter, artık futbolun kahramanları kendilerini milyonların izlediğinin farkına varır ve kendilerine çeki düzen verir derken sabah yine demeç savaşının içine uyanıyorduk. Sabri Volkan'ı dışarıda sövse ölümle tehdit ediyor, Volkan ölen çocuk için "Üzüldüm, ama yapacak birşey yok bizde böyle" diyordu. O anda ikisinin de suratına ve adamlıklarına tükürmek için neler vermezdim. Neyse içimde bu tarz futbolcular için beslediğim duygu ve düşünceleri yazmasam daha iyi olacak.
   
    Ancak artık kine ve nefrete doyduk. Bu işin bir şekilde çözülmesi lazım.  Buradan yetkililere seslenip sesimi yormayacağım. Çünkü parayı bir kenara koyup, insana değer veren bir yönetici olabileceğini düşünmüyorum. Bu işi çözersek biz çözeriz. Benim gibi evinde oturup maçını izleyen, ayda yılda bir stadyuma gidip bunu hayatı boyunca unutamayan futbol sevdalıları çözer.Yukarıdaki baronlar çok sıfırlı banka hesaplarına yeni sıfır eklerken senin, benim çocuğum onun uşağı olmamalı. Sergiledikleri arada futbol kırıntısı lanet şovları izlemek, izlemek için para ödlemek ve böyle ucubelerin varlıklarını devam ettirip, ettirmemek bizim elimizde. Gidin aboneliklerinizi iptal edin, storelara uğramayın, Stadyumlara gitmeyin, kombine almayın, kanallarını izlemeyin, taptıkları parayı onlara vermemeyin yada ne yapabiliyorsan onu yapın. Yapın ki varlık sebepleri olan taraftarların artık mevcut durumlarını istemediklerini anlasınlar ve kendilerine çeki düzen versinler.

Cumali Öncalır
http://concalir.blogspot.com

14 Mayıs 2013 Salı

"Lig" Aktı, Yatağını Buldu

 

   Sezon içinde birçok kez kendi kendime "ne lig oluyor be, kimin kimi yendiği belli değil" dediğimi hatırlıyorum. Hakikaten de öyleydi. Ligin büyük takımları neredeyse yarışa girmişçesine puanlar kaybediyordu. Spor programlarında her hafta en az bir büyük takım yerden yere vuruluyordu. Birçok Anadolu takımı ile ilgili de "ligin flaş ekibi" yakıştırmaları yapılıyordu. Az paraya kurulan kadroların ne kadar başarılı olabileceği örnek gösterilirken, çok para harcamanın başarıyı yakalamak için doğru tercih olmayacağı büyük takımlar üzerinden anlatılıyordu.

    Ligin ilk yarısında en çok akılda kalan takımların başında Antalyaspor geliyordu. İlk yarıda ligi üçüncü sırada tamamlayınca Mehmet Özdilek'te ısrar edilmesinin istikrarı da beraberinde getirdiği ve iyi bir izleme komitesinin neler başarabileceğinden bahsediliyordu. Gerçekten bedavaya aldıkları futbolcuların kalitesi ve takıma katkılarını görünce büyükler bu adamları nasıl farkedemiyor deniyordu. PSV'den Amrabat'la takım arkadaşı olan Aissati'yi izleyince "Keşke Galatasaray, Amrabat yerine bu adamı alsaydı." cümlesini defalarca kurduğumu hatırlıyorum. Hele hele Lamine Diarra. İlk yarı itibariyle ligdeki ilk beş forvetin arasına girmesi kaçınılmaz görünüyordu.

     Flaş ekiplerimizin bir diğeri adına yakışır bir şekilde flaş sonuçlara imza atan Karabükspor'du. Lua Lua'nın önderliğinde gittikleri büyük statlarda üçer üçer atıp geri evlerine dönüyorlardı. Hatta bir Anadolu takımına az nasip olacak şekilde manidar t-short'lar bastırıp abilerini utandırıyorlardı bile.Ahmet İlhan'ın geçen sene ligden düşen bir takımın oyuncusu iken, Karabükspor ile birlikte milli takıma kadar yükselmesi takımın boş olmadığını gösteriyordu. Mesut  Hoca'nın bilge teknik adamlığının takımın bu durumda olmasına katkısından bahsediliyordu.

     Eskişehirspor'un  ise kurduğu, daha doğrusu yaptığı birkaç takviye ile daha güçlü hale gelmiş kadrosu ile belki de kupa serüveninden istediğini elde ederek en azından Avrupa kupalarını hakedecek bir yere gelebileceği düşünülüyordu. Yeni yöneticileri ve dünya yıldızı sayılabilecek futbolcuları ile ligin yeni ama gözde ekibi Kasımpaşa'nın projesinin ve vizyonunun büyük olduğundan bahsediliyordu. Hatta bu uğurda başarılı olduğunu düşündüğüm Metin Diyadin'in görevine ansızın son verilip, Kayseri'de başarısız olup görevi bırakan Shota ile anlaşılması bizim farkedemediğimiz bir "vizyon" büyüklüğü olabileceğini düşündürüyordu.

     Peki bu süreçte arka arkaya puan kaybeden, sezon ortasında hoca değiştiren, hatta birinden ligden bile düşebilir diye bahsedilen, küçüldüğü söylenilen büyüklerimize ne oldu? Beşiktaş'ın ligin bitimine 8-9 hatfa kala, kalan maçlarından en fazla 5 puan alabileceği yorumcular tarafından dile getiriliyordu. Fenerbahçe galibiyeti sonrası Beşiktaş için şampiyonluk hesaplarına başlayan yorumcularımız sonraki hafta puan kaybından sonra Avrupa Ligi'nin bile zor olduğundan, Fener'in İ.B.B. mağlubiyetinden sonra ise Kartallar için Şampiyonlar Liginin hayal olmadığından bahsediyolardı. Ligden düşecek gözüyle bakılan Trabzon Tolunay Hoca ile realist bir hedef koyup kupaya odaklandı ve istediğini aldı. Ancak ligde biraz daha sıksa ilk 4 içinde olmaması için hiçbir neden yoktu. Bursaspor ise başına gelen onca badiren sonra ligi son 4-5 yıldır alışkanlık haline getirdiği ilk dörtte bitirmeyi başardı ve merhum başkanlarına verdikleri sözü tuttular.

      Onca sürprize, flaş takıma, vasat büyüklere rağmen lig yine aktı ve yatağını buldu. Sene başında dışardan bir adama objektif bir yorum yaptırsak da bundan daha farklı bir tahminde bulunmazdı heralde. İki en büyük Şampiyonlar Ligi'ne, sonraki üç büyük ise Avrupa Ligi'ne. Kısacası bu sene de sürpriz yok, yine bilindik son var.

Cumali Öncalır
http://concalir.blogspot.com



13 Mayıs 2013 Pazartesi

Amanoslar'ın Zidane'ı

   
      Son bir haftada izlediğim iki röportaj ve haftasonundaki derbi maçtan sonra kafamda birşey netleşmeye başladı. Yaş itibariyle Metin Oktay'ı izleyemediğim ve yeterince tanımadığım için onu bu kıyaslamanın dışında tutacağım. Ancak onun dışında Galatasaray forması altında izlediğim futbolcular arasında en başarılı, en efendi, en mütevazi, en ağırbaşlı, en vefakar, en komplekssiz, en bizden biri olanı Selçuk İnan'dır. Bu yazıyı kazanılan şampiyonluk, attığı frikik golleri yada Sivas maçındaki harika slalomundan dolayı yazdığımı zannetmeyin. Öyle olsa geçen sene Selçuk'a metiye dizmek için daha uygun olurdu. Bu yazıyı Selçuk İnan'ın kişilik özelliklerini daha net görebildiğim son iki röportajından ve herkesin birbirine girdiği derbideki sakin tavırlarından sonra yazmaya karar verdiğimi belirteyim.

      Onu anlatmaya en kolay olan yanı, futboldaki başarısından başlayacağım. Başarılı çünkü futbola aşık. Babasının marketini kapatıp maç yapmaya kaçan, henüz ön dört yaşında iken ailesini geride bırakıp tek başına gurbete, taa Çanakkale'ye giden bir çocuk futbola aşık değil de nedir? Tabi aşk, başarının büyük bir kısmını halletse bile tek başına yeterli olamazdı. Çalışmak Selçuk'un futbola olan aşkının bağlılık noktası idi. Antrenmandan sonra bir saat daha ekstra frikik çalışmaları şimdiki başarısının tesdaüf olmadığının ve derin temellere dayandığını gösteriyor.

       Selçuk'un kişişliği ise tam anlamıyla eksiksiz. Başarıları için övüldüğünde suratındaki utangaç ifade, yapmacıklıktan uzak ve yüzde yüz gerçek. Kendisi çok daha iyi olmasına rağmen, Drogba'ya serbeşt vuruş atmak istediğinde  "ne zaman istese yok diyemem" cevabı , büyüklere saygısının en büyük örneği. En iyi arkadaşlarından biri olan Burak'tan sadece iki yada üç maç önce A takıma seçildiğinde, Burak'ın belki de tebrik telefonunu "acaba ayıp mı olur?" düşüncesi ile açamaması arkadaş canlılığının kanıtı. Yıllardır izlediğim maçların hiçbirinde anormal bir tavrının olmaması ve gördüğü kartların tamamının oyunla alakalı oluşu efendiliğinin sonuçları. Amatör takım hocasından tutun, Şenol Güneş, Ersun Yanal, Metin Tekin ve Fatih Terim ile ilgili minnet dolu sözleri vefakarlığının göstergesi. Yaptığı basın açıklamalarında asla uç noktalara gitmeyen, kimseyi kırmayan buna rağmen kendi taraftarını da mutlu eden söylemleri barışçıl kişiliğinin izlerini bizlere gösteriyor. (Son derbide yaşanan olumsuz olayların hiçbir yerinde yer almayışı bunu kanıtlar cinsten.)

       Yayıncı kuruluşa verdiği röportajda beni en çok etkileyen cümlesi futbolcu olarak hedefi sorulduğunda verdiği cevaptı. Normalde bu soru Selçuk gibi popüler bir futbolcuya sorulduğunda alınacak cevap; "büyük liglerin, büyük takımlarına transfer olmak" olarak duymak normal  olan sonuç olurdu. Ancak Selçuk'tan aldığımız "Her sene 30 maç oynamak" cevabı, iyi kariyerin sırrının istikrardan geçtiğini özümsediğini gösteriyordu. Avrupa hayali sorulduğunda "Galatasaray'la daha ileriye gitmek" cevabı ise Avrupa'ya gitmenin tek yolunun transfer olmadığını ve Galatasaray ile birlikteliğinin devam edeceğini bizlere müjdeliyordu.

      Örnek aldığı futbolcu kısmına gelindiğinde ise Selçuk, Zinedine Zidane cevabını verdi. Onun estetik futbolunu ve frikik gollerini izlemenin hoşuna gittiğini söyledi. Böylece, Selçuk'un futbolunu izlediğimizde az da olsa Zidane'nın izlerini görmemizin nedenini anlamış olduk. Belki futbolcu olarak Zidane'nin yakaladığı başarı ve kariyeri asla yakalamayacak ama yetenek ve kişilik olarak Zidane'den bir eksiği olduğunu düşünmüyorum. Ortaya koyduğu aslan yüreği ve attığı gollerden sonra kulübüye doğru koşarken dalgalanan saçlarıyla bir aslanı andırması, bize doğru kulüpte olduğunu hissettiriyor. Umarım ömrünün sonuna kadar, o veya bu şekilde bu kulübün bir parçası olmaya  devam edersin, büyük insan Selçuk İnan...

Cumali ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com

7 Mayıs 2013 Salı

Kim O Hainler?

   

       Haftasonu Galatasaray'ın şampiyonluğunu ilan etmesi ile lig heyecanı  üstteki iki dev için sona erdi diyebiliriz. Dolayısıyla yeni heyecanlara ve tartışmalara acil ihtiyacımız olduğundan derhal gündeme "Kadıköy'de alkış" konusu geliverdi. Galatasaray kazanan taraf olduğundan olayı çok fazla önemsemezken, kaybeden Fenerbahçe tarafının duruma çok daha ciddi yaklaşması kaçınılmazdı. Böyle düşünmeme rağmen tebrik eden herhangi biri olursa onun "hain" ilan edileceğinin takım kaptanlarınca deklare edilmesini açıkçası ben bile beklemiyordum.

       Galatasaray'ın Şükrü Saraçoğlu'nda alkışlanması gerektiğini savunan kesimin en büyük dayanak noktaları; rahmetli Özhan Canaydın'ın 6-0'dan sonra bile rakibini alkışlaması ve Avrupa'nın büyük liglerindeki ezeli rakiplerin bile bu gibi durumlarda birbirlerini alkışlıyor olmasıydı. "Yok alkışlanmasın" diyenlerin gerekçeleri ise Ali Sami Yen Stadı'nda yaşanan "şişe bombardımanı" , tribünlerden kendi takımlarına yükselen küfürlü tezahüratlar ve ezeli rakibin bu şampiyonluğu sadece saha içi başarısı ile kazanmadığı düşüncesiydi. Her iki tarafa da düşüncelerinde hak vermek mümkün. Çünkü bir olaya ne taraftan bakarsan o tarafını görürsün. Doğru kararı vermek ise tamamına bakabilmeyi gerektirir. Memleketimizde bu da çok mümkün olmadığından, herhangi birine alkışla yada alkışlama demek suya yazı yazmadan öteye gitmez.

      Ancak bu konunun en sıkıntılı bölümü Fenerbahçe kaptanlarının, tüm takım arkadaşları ile görüşerek yönetime bildirdikleri "Alkışlamayacağız, eğer alkışlayan olursa o da haindir" vurgusudur. İki yıl önce kendilerine göre terlerinin son damlalarına kadar savaşarak kazandıkları, kimilerine göre ise "şaibeli" olan şampiyonlukta; futbolcuların kendileri ve mevcut hocalarının isyan ettiği bir konu vardı.. Bu isyan; sahada emek harcayan futbolcuların saygıyı hak ettikleri ve suçsuz oldukları idi. Hatta bu tezden hareketle Türk futboluna "sahaya yansımayan şike" gibi manidar terimler kazandırmış insanların, saha dışını bahane ederek saha içindeki meslektaşlarının emeklerine saygı göstermeyişlerini anlamakta zorlanıyorum. 

     Hain kelimesinin sözlük anlamına baktığımda "kötü nüyetli olup, kasıtlı olarak zarar veren ve kötülük yapan, arkadan vuran" gibi açıklamalara rastladım. Bu tanımdan hareketle "hain" bildirsinde imzası olan Fenerbahçe'li futbolculara, rahmetli Özhan başkanın bir "hain" olarak mı yoksa bir "centilmen" olarak mı gördüklerini sormayı çok isterdim. Ya da o alkışladığında o sahada Fenerbahçe forması ile bulunsalardı  yaşayacakları gurur ve mutluluğu nasıl olabileceğini tahmin etmelerini isterdim. Özhan Canaydın'ın bu hareketle gözlerinde büyüyüp büyümediğini de öğrenmeyi de çok isterdim.


      Tabi Fenerbahçe'li futbolcu kardeşlerimin yada Aykut Kocaman'ın kendilerini alkışlamaya hazır hissetmemelerini anlamak zor değil. Çünkü Fenerbahçe gibi başarıya alışmış büyük bir kulübün, belki kulüp tarihinin altın çağını yaşayabileceği bir zirveden tepetaklak düşmesi onları da savunma mekanizmalarını çalıştırmaya itmiş olabilir. Ancak dün itibariyle Hamit Altıntop ve Dirk Kuyt'un yaptıkları açıklamalardan öğrendik ki Fenerbahçe futbol takımı içinden bazı futbolcular Hamit'i şampiyonluk için tebrik etmişler. Acaba kim bu "hainler"? Sahada Fenerbahçe için ölmek üzere olan Gökhan Gönül mü? Yıllardır en büyük aşkının Fenerbahçe olduğunu söyleyen ve parayı yada daha iyi bir kariyeri elinin tersiyle iten Volkan Demirel mi? Yoksa eski Galatasaray futbolcusu ama anadan doğma-büyüme Fenerli Emre Belözoğlu mu? Avrupa'dan Fenerbahçe için dönmüş efendiliği ile bildiğimiz Mehmet Topal mı? Bionik adam Kuyt mı? Yoksa taraftarın yeni sevgilisi Salih mi? Cevap açık: HİÇBİRİ. Futbolun meslektaşlar, arkadaşlar ve en önemlisi insanlar tarafından oynanan, sadece biraz fazla popüler olan bir oyun olduğunu unutmadan, takımına değil de insanlığına ihanet etmemenin çok daha büyük erdem olduğunu bilerek yaşayan bir toplum olmak dileğiyle...

Cumali Öncalır
http://concalir.blogspot.com

5 Mayıs 2013 Pazar

Sıcak, Daha Da Sıcak Olacak...



    Dünya futbol piyasasında transfer hareketliliği çok erken başladı. Flaş haberler şimdiden duyulmaya başlandı bile. Mario Götze'nin şimdiki kulübünün en büyük rakibi Bayern Munih'e gerçekleşen beklenmedik transferi ortamı ısıttı diyebiliriz. Durum şimdiden böyle ise yaz aylarında daha hangi haberleri okuyup, hangi rakamları duyduğumuzda ağzımız açık kalacak Allah bilir?

     Konumuza Götze ve ona paralel olarak Dortmund takımından devam edelim. Açıkçası Götze transferi, gittiği takım Bayern Munih olmasaydı çok da şaşırtıcı olmazdı. Zaten böyle bir futbolcunun taliplerinin çok olacağını ve Dortmund yönetiminin de "değerini bulanı satarım" felsefesi transferin habercisiydi. Dortmund takımında gitmeye aday birkaç isim daha var. Bunlardan ilki ve gideceği kesinleşeni Lewandoski. Lewandoski'ye Real Madrid'in ilgisi biliniyor fakat Münih gerçeği bu transferde de karşımıza çıkıp bizi şaşırtabilir. Diğer isim ise Türk asıllı İlkay Gündoğan. O da orta sahaya Türk kökenli Alman almayı alışkanlık haline getiren Madrid'e gidebilir. Almanya'da Draxler, ter Stegen gibi isimler transferleri ses getirecek diğer isimler.

     Ancak bu yazın Real Madrid için de oldukça kritik geçeceği su götürmez bir gerçek. Çünkü ligden sonra Şampiyonlar Ligi yarışından kopulması Mourinho'nun da geleceğini sorgulanır hale getirdi. Daha önce Chelsea ve İnter örneklerinde olduğu gibi Mou'nun ansızın çekip gitmesi Madrid'deki birçok futbolcunun da transfer haberlerinde adının geçmesine neden olabilir. Bunların en başında Ronaldo geliyor. İnanılmaz istatiklere imza atmasına rağmen bir türlü en büyük vitrinde yani Şampiyonlar Ligi'nde en iyi olamaması, onun gibi egoları yüksek bir adam içi kabullenilebilir bir durum değil. Bunun üstüne bir de Mourinho'nun takımdan ayrılması Ronaldo'nun yeniden adaya dönmesine yada PSG'nin ilginç projesine(!) katılmasına neden olabilir.

   İngiltere'ye baktığımızda ise Gareth Bale'in büyük bir transfere imza atabileceğini düşünüyorum.Sol tarafın her yerinde oynayabilen yetenekli Gallerli birçok takımı peşinden koşturacağa benziyor.İngiltere başını beladan bir türlü kurtaramayan Luis Suarez'in İspanya yada Almanya'ya hareketi kendi kariyeri açısından önemli bir dönüm noktası olabilir. Onun dışında David Villa'dan beklediğini alamayan Barcelona için Sergio Agüero transferi hiç de şaşırtıcı olmaz. Rooney'in PSG  için Fransa'nın yolunu tutması da ilginç gelişmelerden biri olabilir. Ligdeki bazı yaşlı kurtların transferleri de gündem yaratabilir ancak Kolo Toure, Rio Ferdinand gibi isimlerin transferlerinin büyük kulüplere olacağını zannetmiyorum. De Gea'nın Manchester United'da bir türlü istenilen seviyeye gelememesi kaleci sıkıntısı yaşayan Barca ve Madrid gibi kaleci problemi yaşayan takımlar için iyi bir seçenek olabilir.

     İtalya'ya bu saatten sonra büyük futbolcuların gideceğini zannetmiyorum. Düşen popularite ve futbolcu maaşları İtalya'yı cazibe merkezi olmaktan çıkardı. Tabi bu durum, orada iyi futbolcu yok anlamına gelmez. Özellikle Cavani bu yaz uğruna en çok savaş verilecek isimlerin başında geliyor. El-Sharawy de eğer Milan sözleşmesini uzatmamış olmasaydı transferin aranan isimlerinden haline getirirdi. Milan'ın bu hamlesi Sharawy'i almak isteyenin kesenin ağzını açması gerektiğinin İtalyancası oluyor. İspanya'da önce anlattığım gibi durum kritik. Yarı finaldeki Alman üstünlüğü ilginin La Liga'dan Bundesliga'ya kaymasına neden olabilir. İki elit hoca Mourinho ve Guardiola'nın İspanya'dan ayrılması büyük hoca seven büyük topçuların da La Liga'dan ayrılmasına neden olabilir. Özellikle Falcao'nun İngiltere'ye yolculuğu neredeyse kesin gibi gözüküyor. Yine tutturamayanlardan Fernando Torres, Falcao'nun yerine yeniden Atletico'ya dönebilir.

      Ligimizde ise Galatasaray'ın yapacağı bir yada iki transfer dışında olay yaratan yabancı transferi olacağa benzemiyor. Bunun en büyük nedeni şu anda mukaveleleri devam eden yabancıların taliplerinin olmayışı ve yabancı sınırlamasının daha katı hale gelecek olması. Dolayısıyla yerli piyasada biraz kalbur üstü olan futbolculara inanılmaz paralar ödenecek. Alper Potuk, Onur Kıvrak, Aykut Demir yurt içinde ses getirecek transferler olacağa benziyor. Büyük takımlarda yer bulamayan bazılarının da Anadolu ekiplerine geri dönüşü flaş haber olarak verilse de çabuk unutulacaktır. Bu yaz yukarıdaki yada daha aklımıza gelmeyen birçok transferin ve son dakika haberlerinin de etkisiyle oldukça sıcak geçecek gibi duruyor.

Cumali Öncalır
http://concalir.blogspot.com