30 Aralık 2012 Pazar

Havada 2000 Kokusu Var

       Fatih Terim ve Galatasaray ismi bir arada zikredildiğinde akla ilk olarak başarı geliyor. Nasıl gelmesin ki. İki isme ayrı ayrı bakıldığında bile bütün var oluş süreçlerinin başarılarla dolu olduğunu görüyoruz. Hele birde ikisinin birlikteyken başardıklarına bakınca ülke olarak çok da alışık olmadığımız durumlar göze çarpıyor. Bence Galatasaray'ın Ferguson'u kesinlikle Fatih Terim olmalıdır ve arada başarısız olsa bile uzun yıllar o kulübede oturmalıdır.
   
      Yalnız arada unutulmaması gereken bir 2. Fatih Terim dönemi var ki İmparator'un egosunun tavan yaptığını zamana denk gelir, bu da başarısızlığın ana unsurlarından biri olarak düşünülebilir. Çünkü hoca memleketinin de havasından olsa gerek az maço, astığım astık, kestiğim kestik, ben size göre daha iyi bilirim, ders almam, ders veririm halleriyle dönmüştü vatana. Haksızda sayılmazdı aslında ama tabi futbol kibiri kaldırmadı ve başarısızlık geldi.

     Tabi başarısızlıktaki tek etken Fatih Terim değildi. En önemli sorunlardan biri stattı. O yıl oynanan Atatürk Olimpiyat Stadı'nın isminden başka hiç bir tarafının değerli olmadığına bizzat şahit oldum. Kabusa dönen ulaşımı, zemini, rüzgarı, kayda değer bir kalabalık toplanmasına rağmen bir türlü oluşamayan atmosferi vs. stadı başarısızlık için uygun hale getiriyordu.  O zamanki kadro yapısı da büyük başarılara uygun değildi. Saman alevi gibi parlayıp sönen grafiği ayakta tutmaya çalışan topçular, yine altın çağdan takımda kalan Hasan Şaş, Bülent Korkmaz, Ergün Penbe ve gidip geri dönen Büyük ve Küçük Hakan bir de Arif Erdem idi. Tabi onların performansı da başarıya yetmedi. Ayrıca bir önceki sezonun istim üstündeki ismi Felipe'nin  hocanın gazabına uğraması da ayrı bir tartışma konusu olabilirdi.

     Galatasaray ve Fatih Hocanın 3. buluşmasına baktığımızda ise arada geçen sürede ne yapması ve ne yapmaması gerektiğini iyi hesap etmiş, başarıyı yakalamada beraber çalışacağı ekibin de ne kadar önemli olduğunu kavramış ve ekibini birlikte başarıyı tattığı isimlerden kurmuş, ülke gerçeklerini fark edip sadece işini yapmanın, polemiklerden ve sık sık yaşadığı kulüp içi hesaplaşmalardan daha iyi olacağını görmüş bir İmparator görüyoruz. Ayrıca enkaz üzerine geldiği ilk seneyi gayet başarılı tamamlaması hem maddi hem de manevi olarak kulübü oldukça rahatlatmış görünüyor.

     Bu seneye geldiğimizde ise lokal olarak gelen başarıdan sonra takımıyla barışmış ve yurt dışı başarılarına susamış bir taraftar, her biri bölgelerinin önemli isimleriyle kurulmuş kaliteli bir kadro ve önümüzdeki bir ay içinde yenilenecek zemini, muhteşem ambiyansı ve herkese nasip olmayacak kadar güzel-manidar koreografilere sahne olan tribünleriyle bir stat, yıllar sonra çıkılan Avrupa sahnesinde birkaç tökezlemeden  sonra kazanılan ritim ve coşku başarı için herşeyin hazır olduğunun sinyalini veriyor. 12 yıl önce yakaladığımız başarıya baktığımızda yönetim-futbolcu-taraftar üçlüsünün bir arada olmasının ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Şimdilerde de bu üçlü bir arada görünüyor. Dolayısıyla bir Galatasaraylı olarak rahatlılıkla söyleyebilirim. Belki bu sene değil fakat çok uzakta da değil. Havada yine, yeniden 2000 kokusu var...

27 Aralık 2012 Perşembe

Kim Bu Düşman? Bu Nasıl Düşmanlık?

       3 Temmuz süreci patlak verdiğinde ve olaylar tartışılmaya başlandığında bütün Fenerbahçeli arkadaşlar bunun bir komplo, Fenerbahçe düşmanlığı ve Fenerbahçe'yi bitirme politikası olduğunu savundular. Konuyla ilgili çok güçlü kanılarım olmasına rağmen anlamaya çalıştım. Komplo tezini savunan arkadaşlarıma sürekli kimin, neden Fenerbahçe' ye böyle bir oyun oynamak isteyeceğini sordum, Çünkü gerçekten Fenerbahçe'ye ya da Aziz Yıldırım'a karşı kimin, neden bu kadar büyük bir kin duyacağını yada bundan ne gibi bir çıkar elde edeceğini çok merak ediyordum.

     Dinlediğim teorilerin genelinde Aziz Yıldırım'ın büyük silah ihalelerine girdiğine, hükumetin de bunu istemediğini, dolayısıyla Aziz Yıldırım'ı bitirmek istediğini söylediler. Tam anlamıyla kavrayamamakla birlikte benim bilemediğim bir doğruluk payı olabileceğini düşünerek hak verdim. Bir diğer teoride ise cemaatin Türkiye'de kendisinden daha büyük bir oluşumun bulunmasını istemeyerek Fenerbahçe'yi hedef aldığı yönündeydi. Fenerbahçe'nin sadece bir spor kulübü olduğunu, 20-25 milyon olduğu iddaa edilen taraftar sayısının hepsinin aynı ideolojik görüşe sahip olmadığını, hepsinin aynı partiye oy vermediğini yok sayarak bu görüşte de doğruluk payı olabileceğini düşündüm  ve bu görüşe de hak verdim.

      Fakat sürecin sonuna gelinirken en başta olası düşmanlardan biri olarak gösterilen hükumetin birinci adamı başbakan  R.T.E. 'nin bu gibi davalarda kişiler ve kurumları birbirinden ayırılması gerektiğini dile getirmesi , daha sonrasında ise bağımsız mahkemelerin şikenin yapıldığı ile ilgili hüküm vermesine rağmen Fenerbahçe'ye herhangi bir zarar gelmemesi olası düşmanlardan biri olan hükumet kanadının aslında düşman değil tam bir kötü gün dostu olduğunu ortaya çıkarıyordu. Bundaki en büyük işaret ise süreç başında düşman ilan edilen, hatta "sandıkta görüşürüz Tayyip" diye tezahurat yapılan başbakana teşekkür üstüne teşekkür edilmesi  idi.

      Yine sürekli savunulan "adli yargı ile spor yargısı birbirinden farklıdır ve alınan kararlar birbirini bağlamaz" mottosu da Fenerbahçe'yi kurtaramazdı.Çünkü her iki yargı da Fenerbahçe'yi suçlu buluyordu, Fakat olası düşmanlardan bir diğeri olan TFF apar topar toplanarak maddeleri değiştirdi, o da yetmedi başkanı, başkanvekili, menajeri, tercümanı vs. kendi disiplin kurullarınca suçlu bulunmasına  rağmen bir kulubü yine kurtardı. Yani bu düşman da Fener'e kötü gün dostluğu yaptı.

     Bir diğer olası düşman ise eli sopalı UEFA idi. O da Fener'in açığını arıyordu. Eğer bir hatasını bulursa kulubü yıllarca Avrupa'dan men edecekti hatta kendi liginde alt liglere düşürülmesini, eksi puanlar almasını sağlayacaktı. Fakat gördük ki Olympiakos Voulou, Sion, Juventus, Milan gibi kulüplere acımayan UEFA iş Fener'e gelince kötü günlerde düşman değil dost olunması gerektiğini tüm dünyaya gösterdi.

     Geçen haftasonu Galatasaray'ın 2-1 kazandığı derbide kırmızı kart gören Meireless'in 12 maç ceza aldığını duyunca bu cezanın Fenerbahçe cephesi tarafından fazla bulunacağını ve hemen bir Fenerbahçe düşmanlığı, Fenerbahçe'yi bitirmek için yazılan senaryoların hayata geçirilmesi olarak tepki gösterilceğini tahmin etmiştim ki yanılmadım çok geçmeden resmi siteden bu karara karşı FB düşmanlarına gerekli tepkinin verileceğini söyleyen bir bildiri hemen yayınlandı.

     Tahkim Kurulu, şike ile ilgili kararı verirken şikenin sahaya yansımadığının en büyük delilinin hakem veya gözlemci raporlarında herhangi anormal bir ifadeye rastlanmamış olması olarak göstermişti. Fakat aynı tahkim, suratına tükürüldüğünü iki kere rapor yazarak ısrarla ifade eden hakemin raporunu hiçe sayarak, hakemini yalancı çıkararak ve full hd görüntülerde tükürük tanesi arayıp bulamadığını söyleyerek 12 maçlık cezayı 4 maça indirdi.

     Şimdi bunca laf kalabalığından sonra yine aklıma aynı soru geliyor. Kim bu FB düşmanı. Hükümet, cemaat, TFF, UEFA. Bunlardan hangisi? Defalarca eline fırsatlar geçmesine rağmen FB'yi yıkmayan bu düşman kim? Ve bu nasıl düşmanlık?