5 Aralık 2013 Perşembe

Sinyor'un Bol Kıymalı Spagettisi

     
    Malumunuz et yemek geçmişten beri ülkemizde bir lüks. Belki de vatandaşlarımız eti, yaptıkları yemeklerin çoğunda sadece aroma katsın diye tadımlık kullanıyor. Gerçek anlamda, doya doya et yiyebildiğimiz yegane zamanlar ise yılda birkaç gün olan Kurban Bayramı. Makarna ise etin tam aksine başta öğrenciler olmak üzere, çalışan bayanların, bekarların ve yemeğe fazla para harcayamaycak olanların kurtarıcısı durumunda.  Soslusu, fırında yapılanı, peynirlisi, yoğurtlusu, ketçap-mayonezlisi kısacası envayi çeşidi yapılır makarnanın. Ancak kimileri beğenerek yese de makarnanın kıymalısı, kıyma ile yapılacak dolma, tava, karnıyarık, lahmacun gibi yemeklerin varlığı düşünülünce birçok kişi tarafından et israfı olarak görülür. Ancak bunun tam tersini, lezzetli ve doyurucu olduğunu düşünenlere rastlamak da mümkün.

          İşte Sinyör Mancini'nin kariyeri boyunca yaptığı transferler ve bu transferlerle elde ettiği başarılar bol kıymalı spagettiye benziyor. Kimilerine göre oldukça doyurucu iken, kimilerine göre ise onca "etin israfı". Özellikle Manchester City ile yaptıkları ikinci grubu haklı gösterse de yıllardır kazanılamayan Premier Ligin kazanılmasını yeterli bulanların sayısı da azımsanmayacak kadar fazla. O zaman gelin Sinyor Mancini'nin kariyeri boyunca kullandığı malzemeler ile elde ettiği ürünlere birlikte bakalım. Sonucun doyurucu mu yoksa israf mı olduğuna okuyanlar karar versin.

          Teknik direktörlüğe Fatih Terim'in finale kadar getirdiği Fiorentina ile İtalya Kupası'nı kazanarak başlayan Mancini, kariyerine parlak ve bir o kadar şanslı bir başlangıç yaptı. Kupanın bir kulpundan Fatih Hoca'nın  tuttuğunu söylemek yanlış olmasa gerek. Fiorentina'nın o zamanki maddi durumu düşünüldüğünde bırakın yüksek bütçeli transferleri, ertesi sezon takımın önemli isimlerinden Rui Costa, Francesco Toldo ve Tomas Repka'yı ciddi rakamlara sattığını görüyoruz. Bu şartlar altında ikinci sezonun sonunu göremeden takımın başından ayrıldı.




          Fiorentina'dan sonra gittiği Lazio'da da çok para haracayamayan, üstüne üstlük Nesta, Crespo, Kovacevic, Mendieta gibi yıldızları da kaybeden Sinyor Mancini; Stam, Couto, Mihajlovic,  Claudio Lopez gibi isimleri barındıran kaliteli bir kadroyla ligi 4. sırada bitirip, UEFA Kupası'nda yarı final oynadı. Ertesi sene ise Şampiyonlar Ligi'nde Beşiktaş'ın da yer aldığı grupta 5 puanla sonuncu olup,  ligi 6. sırada bitirmesine rağmen sezonu İtalya Kupası ile kapatarak ağızlara bir parmak bal sürdü. Lazio'daki iki sezonda transfere harcadığı para ise 22,100,000 € idi.


        Sonraki durak ise parayı yavaştan harcamaya başlayabileceği İnter'di. Vieri, Recoba, Adriano, Veron, Cambiasso, Davids, Zanetti,  Emre ve daha birçok yıldız dolu kadrosu ile ilk resmi maçında Juventus'u yenip İtalya Süper Kupası'nı kazandı.  Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde ezeli rakip Milan'a elenip, ligi 3. sırada bitirdi. Tabi İtalya Kupası'nı kazanma adeti İnter'de de devam etti.  O sezon için yapılan tek ciddi transfer 3,500,000 €'ya alınan Nicolas Burdisso idi. Ertesi sezon Roma'ya karşı  kazanılan Süper Kupa ile başlıyor, Şampiyonlar Liginde çeyrek final oynanıyor ve İtalya Kupası Roma'nın elinden yine alınıyordu. Sezon sonunda İtalya'yı sarsan şike davası belki de Sinyor'un da kaderini değiştiriyor ve rakiplerinin durumundan faydalanıp üst üste şampiyonluklar yaşayacağı dönem başlıyordu. O sezon ligi normalde 3.sırada bitimesine rağmen Juventus ve Milan'ın aldığı cezalardan dolayı İnter şampiyon ilan ediliyordu. Sezona girilerken transfer edilen isimler ise Walter Samuel, David Pizzaro, Santiago Solari ve harcanan para 32,000,000 € idi. Luis Figo ve Maxwell'in de bedelsiz transfer edildiğini belirtmek isterim.

       Ertesi sene geçmiş sezonda kazanılan 2+1 kupa ve rakiplerin düştüğü durum göz önüne alındığında para harcamanın tam zamanıydı. İbrahimovic, Maicon, Viera, Grosso ve Rincon için harcanan toplam bedel 50.000.000 € idi. Bunun sonucunda gelen başarılar ise Juventus'un bir alt ligde olması, Milan'ın -8 puanla lige başlaması sonucu gelen bir şampiyonluk ve Şampiyonlar Liginde oynanan ikinci turdu.

     2007-2008 sezonunda takıma fazla takviye yapmaya gerek duymayan Mancini, Chivu, Suazo, Rivas, Pele ve Enrico Alfanso gibi isimlere 38.000.000 € harcıyordu. Süper Kupa ile başlayan sezonu şampiyonlukla kapatan Sinyor için Avrupa ise yine hayal kırıklığıydı. Bunca harcama ve bu kadroya rağmen devler arenasına veda edilen tur yine ikinci turdu. Kısacası Mancini'nin 3 lig, 2 kupa ve 2 süper kupa için harcadığı transfer parası toplam 120.000.000 € idi.

      İtalya'daki başarılı lig performansı, kıtanın diğer ucunda lig şampiyonluğu hasreti çeken ve Mancini'nin bile harcayarak bitiremeyeceği kadar paraya sahip olan Manchester City'nin dikkatini çekmiş olacak ki Sinyör'ün bir sonraki durağı ada oluyordu. Çalışmaya yaklaşık bir buçuk yıl ara veren Mancini, 2009/10 sezonunun ikinci yarısında Mark Hughes'ın yerine kulüp tarihinin o ana kadar kurulmuş en pahalı kadrosunun başına geçiyordu. Sansasyonel transferler için ise diğer sezonu beklememiz gerekiyordu. İkinci yarı için yapılan tek takviye ise Adam Johnson'dı. 2010/11 sezonunun başında Yaya Toure, David Silva, Aleksander Kolarov, Jerome Boateng ve James Milner'ı, devre arasında ise Edin Dzeko'yu katan Sinyor'un sezon sonu bilançosu ise lig üçüncülüğü, UEFA Avrupa Liginde son 16 ve bir Mancini klasiği haline gelen kupa(FA Cup) idi. O sezon için transfere harcanan para ise 182.500.000 € idi.

       Gelecek sezona daha iddialı girmek ve Şampiyonlar Liginde başarı isteyen Mancini az ama öz transferler yapmayı tercih etti. Atletico Madrid'den alınan Agüero ve Arsenal'den alınan Nasri,  Mavilerin yeni prensleriydi. Pantilimon, Clichy ve Savic ise iki yıldızın gölgesinde kalan diğer transferler idi. Tabi bu iddianın bir de bedeli olacaktı. Faturada yazan rakam ise 95.000.000 €  idi. Karşılığında ise 44 yıldır hasretle beklenen Premier Lig şampiyonluğu United'ın hediyesi olarak ve Agüero'nun son dakikada attığı golle kazanılıyordu. Ligdeki bu tarihi başarıya rağmen bu kadronun Şampiyonlar Liginde gruptan dahi çıkamayaşı Mancini'nin eleştrilmesi için yetiyordu. Uluslararası başarısızlık Avrupa Liginde de devam ediyor, Porto'yu eleyen takım son 16'da Sporting Lizbon'a eleniyordu.

       Ertesi sene zaten müthiş bir kadroya sahip olan Mancini, sezona birkaç transfere girmeye karar veriyor ve  Javi Garcia, Nastasic, Sinclair, Maicon, Rodwell'e 61.000.000 € harcıyordu. Bunca harcama ve eldeki kadroya rağmen Madrid, Dortmund ve Ajax'tan oluşan ölüm grubundaki sonunculuk Sinyor'un sonunu hazırlamaya başlıyordu. Bunun üstüne ligi ezeli rakibi Manchester United'a 11 puan farkla kaybedilince Sinyor'un ada serüveni de son buluyordu.

      Manchester City'de biri Premier Lig, biri FA Cup ve biri de Community Shield olmak üzere 3 kupa kazanan Mancini'nin sadece transferlere harcadığı paranın 350.000.000 € olduğunu düşününce, Sinyor'un spagettinin kıymasını biraz fazla çıkardığını görüyoruz.

      Peki birçok Galatasaraylının kurtuluş olarak gördüğü ara transferde Mancini'nin malzeme listesi nasıl olacak? Ya da hala liste verebilecek bir pozisyonda kalabilecek mi? Bu soruların tamamına ışık tutabilecek maç Juventus maçı olarak görünüyor. Tur atlanılması durumunda transfer yapılabilir. Ancak tur geçilmesi durumunda eşleşilecek rakip de transferleri şekillendirebilir. Bayern, Barca gibi devlerle eşleşilmesi durumunda büyük transferlere gerek duyulmayabilir. Ayrıca ligde ilk yarıda kalan dört haftada puan farkının artması durumunda da ara transferde yeni bir transferi lüks haline getirebilir. Sinyor sadece Türkiye Kupasını alacak diye transfer yapmaya gerek yok. Bu sefer bol kıyma ile spagetti de yapamayabilir. Yapsa bile iki yıldır Adanalı'nın elinden kebap yemeye alışan taraftarı doyuramayabilir...

Cumali ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com
twitter.com/concalir

       

27 Kasım 2013 Çarşamba

Biz de Anlayamadık Sinyor...

   
       Rakibin 5 kg pirinç kadar değer vermediği bir maçta, kadrosundan 5-6 tane as oyuncusu bulunmayan ve üstüne üstlük defansın bel kemiği bir ismi kaybedip 10 kişi kalmış bir takıma karşı 65-70 dakika boyunca bir reaksiyon verememini ve neredeyse dayak yercesine mağlup olmanı anlayamadık Sinyor Mancini.

      Realist bir şekilde yaptığının Juventus'un %80 tur şansı yorumunu kendi lehine değiştirme fırsatını yakalamana rağmen, buna kendin dahil kimseyi inandıramamanı, tur işini bunca fırsata rağmen son maçtaki galibiyete bırakmış olmanı anlayamadık Sinyor Mancini.

      İyi defans yaptırır, takımları az gol yer diye bildiğimiz bir teknik adamın defansının, rakip fovetlerinin her geldiği pozisyonu tabelayı yazdıracak kadar evlere şenlik bir halde olmasını bir türlü anlayamadık Sinyor Mancini.

     Topu her ayağına aldığında bırakın gidip asist yapmayı, mutlaka geri dönen ve sürekli hata yapma potansiyeli olup bunların çoğunda da hata yapan Dany'yi , defalarca sol bekte denemene ve hiçbirinde muvaffak olamamana rağmen neden orada zorladığını anlayamadık Sinyor Mancini.

      Alternatifi Dany gibi kötü bir seçenek olmasına ve takımın başında ilk çıktığın maçta Juventus gibi bir deplasmanda kendisine güvenmene rağmen dün güvenmediğin, çakmada olsa iki yıldır sol bek oynayan Riera'yı neden sol bekte düşünmediğini anlayamadık Sinyor Mancini.

       Sol kanatta oynadığından duyduğu rahatsızlığı açıkça belirten, kendi mevkisine geçtiğinde gol pozisyonlarına giren ve gol de bulan, geçen sene aynı platformda 8 gol atan Burak Yılmaz'ı gole ihtiyacın olan bir maçta neden hiç düşünmediğini anlayamadık Sinyor Mancini.

      Lig maçlarında suratına bakmadığın Amrabat'a hiç birşey yapmamasına rağmen 70 dakika neden sabrettiğini anlayamadık Sinyor Mancini.

      Gençliğine ve tecrübe kazanması gerektiğine sürekli vurgu yaptığın Bruma'yı, stresi daha az olan bir kulvarda yani ligde neredeyse hiç oynatmadan Real Madrid'e karşı  ilk 11 başlatmanı anlayamadık Sinyör Mancini.

      Yine lig maçlarında kurtarıcı olarak oynattığın, kanat oyuncusu sıkıntısı çeken ve kanatları neredeyse hiç çalışmayan Galatasaray'da az da olsa etkili olduğunu kabul ettiğim Aydın Yılmaz'ı neden kadroya bile almadığını anlayamadık Sinyor Mancini.

       Tüm Türkiye'nin birşey göremediği Ceyhun Gülselam'da ne gördüğünü, Ceyhun'da gördüklerinin hangisini Yekta, Engin ve Emre de göremediğini ve skor 4-1 olmuşken dakika 88'de neden  Ceyhun'u oyuna aldığını anlayamadık Sinyor Mancini.

       Real Madrid maçına hiç önem vermediğini anladık da değer verdiğin Juventus maçı için, dün takımın Umut ile birlikte savaşan iki isminden biri olan Melo'yu sarı kartlı olmasına rağmen neden 1 saat boyunca riske attığını anlayamadık Sinyor Mancini.

        Ve en önemlisi futboldan daha iyi anladığını düşündüğüm giyim kuşam mevzusunda kırmızı atkıyı biraz anladım da takım elbiseyle kırmızı eldiveni hiç anlayamadım Sinyor Mancini...


Cumali ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com
twitter.com/concalir




     

   

     

   
 

21 Kasım 2013 Perşembe

Galatasaray Ne Yapmalı?

     

      Yaz transfer döneminin sonlarına doğru yazdığım bir yazıda takımların transfer politikalarını değerlendirmiş, Fenerbahçe ve Beşiktaş'ın yerli rotasyon adına attığı adımların mantıklı olduğunu ve Galatasaray'ın yerli transferine gereken önemi vermediğini söylemiştim. Hatta Melo dışında alınacak her yabancı futbolcunun ve gönderilmeyen her yabancının da Galatasaray'ın elini kolunu bağlayacağını belirtmiştim. Bunun üzerine 6+0+4 kuralı olmasa çok mantıklı bir transfer hamlesi olan Bruma alındı ve iyi bir yerli olan Erman Kılıç ile yollar ayrıldı. Kısacası Galatasaray lige başlarken kadro mühendisliği konusunda çok başarılı davranamadı ki bunun ceremesini ilk 11 haftada fazlasıyla çekti.

       Yaz transfer dönemini başarılı atlatan ve geçen seneki iyi yerli kadrosunun üzerine Alper Potuk gibi önemli bir ismi takviye ederek giren Fenerbahçe'den 11 haftada 9 puan fark yiyen Galatasaray'ın sadece bu sezonu kaybetmeme adına değil gelecek sezonun kadrosunu kurmak adına ara transfer dönemini oldukça dikkatli geçirmesi gerekiyor. 3 puanlı sistemde henüz herşeyin bitmediğini, Şampiyonlar Ligi'nde turun Juventus'u yenmeye bağlı olarak hala kendi elimizde olduğunu ve yaklaşık on senedir alınamayan bir Türkiye Kupası'nın varlığını da düşünürsek, hedef bakımından Galatasaray'ın karamsarlığa kapılmaması gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla ortada mevcut olan üç hedefte dururken Galatasaray'ın çok dikkatli davranarak ara transfer dönemi normalden daha fazla önem göstermesi gerekiyor. Peki kadro nasıl yeniden düzenlenmeli? Kimler gönderilmeli, yerine kimler alınmalı? İşte benim görüşlerim.

       İlk önce gideceklerden bahsedelim. Alındığından beri her transfer döneminde dediğim gibi Riera ile biran önce yollar ayrılmalı. Tazminat ödenmek zorunda olunsa bile bu göze alınıp Arda Turan'ın Galatasaray'a hediyesi olan İspanyol'a kesinlikle elveda denilmeli. Geçen seneki Real Madrid maçından beri (Kopenhag maçı hariç) takıma zarar verdiğini düşündüğüm Eboue'de gönderileceklerin başında geliyor. Benim geçen seneden beri rahatsız olduğum "çıt kırıldım" yapısı artık takım arkadaşları ve hocalarını da rahatsız eder durumda. Dolayısıyla Sabri ya da Hamit'in bile oynayabileceği bu bölgeyi yabancı olan Eboue'nin daha fazla işgal etmemesi lazım.

      Gelelim bence geçen senenin başarılı ama bu senenin formül kurbanı olan iki ismine. Amrabat ve Dany 6+0+4 kuralından sonra zaten papatya falına benzeyen performanslarından tamamen uzaklaştılar. Ancak yaşları ve alınırken ödenen paralar düşünüldüğünde iki isim de kiralık gönderilmeli. Ancak bu gidiş yarım sezonluk değil en az 1,5 sezonluk olmalıdır. Yani bu iki isim gelecek sezonun kadosunda da yer almamalılar. Tabi her ikisi için de ciddi rakamlar bulunursa satılmalarına da  yok demeyeceğimi belirteyim. Ancak geliş hikayesi, bize gelmeden önceki performansı ve geldiğinde yaşadığım heyecanı düşününce Amrabat için üzülmüyor da değilim.

       Birde takımdaki yerli fazlalıklara bakalım. Bence geçen seneki Kayseri performansı ile herkesi aldatan Ceyhun Gülselam'a da yol verilmeli. Kendisinden üç gömlek daha iyi olduğunu düşündüğüm Yekta Kurtuluş dururken Ceyhun'un tercih edilmesini bir türlü anlamış değilim. Ayrıca şu anda takımda olup olmadığını bile tam bilmediğim Aykut Erçetin ve yıllardır bir türlü yaşlanmayan genç kaleci Ufuk Ceylan da gönderilip, ilerde Muslera'nın yerini alabilecek bir kaleci bakılmalı. Aslında bu isimlerin içine Sabri, Hakan Balta ve Aydın Yılmaz'ı da ekleyebilirim ancak "Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler" hesabı bu isimlere katlanmak zorundayız.

      Şimdi kafamdaki transfer listesini sizlerle paylaşmak istiyorum.  Öncelikle kaleden başlayalım. Geçen sene 1461 Trabzonspor'da oldukça başarılı maçlar çıkaran ve Trabzonspor'a transfer olan Fatih Öztürk Muslera'nın yedeği olabilecek bir isim. Trabzon'dan çıkan kalecilerin iyi olması ve Fatih'in forma bulamamasından dolayı yaşadığı huzursuzluk transferi kolaylaştırabilir. Kaleden sonraki en ciddi sorun her iki bek pozisyonda. İki tarafa ayrı ayrı transfer yapmak yerine her ikisinde de oynayabilecek yerli bir isim düşünülmesi daha mantıklı olacaktır. Bu özellikleri karşılayan isim ise Eskişehir'den Tarık Çamdal. transfer için ciddi rakamlar isteneceğini tahmin etmek zor olamasa da para gözden çıkarılıp gerektiğinde orta sahada da  oynayabilen Tarık transfer edilmeli. Ayrıca Riera, Dany, Amrabat ve Eboue'den kurtulunabilirse sol bek için yabancı bir isim düşünülebilir. Eğer bu isim Kolarov olursa çok iyi olur. Ancak yabancı bir sol bek alınacak olsa bile Tarık Çamdal mutlaka alınmalı. Tarık'a alternatif olarak düşünülecek isim ise Sivasspor'dan Ziya Erdal olmalı. Roberto Carlos ile birlikte sol bek pozisyonun hakkını vermeye başlayan Ziya, Caner Erkin, İsmail Köybaşı gibi "alınamayacak" isimlerden sonra yerli sol bekler içinde en iyilerden biri.


        Stoper mevkisinde sakatlıklardan bir türlü kurtulamayan genç Semih ve yaşlı Gökhan'a alternatif bir yerli isim bulunmalı. Son günlerde çıkan İbrahim Toraman ve Giray Kaçar isimlerinden uzak duran bir transfer anlayışı mantıklı olacaktır. Yazın yazdığım yazıda da belirttiğim gibi Gençlerbirliği'nden Ahmet Çalık ve Akhisar'dan Uğur Demirok gelecek yılların yerli stoper isimleri olacağından bunlar için mesai harcamakta fayda var. Ömer Toprak, Serdar Taşçı gibi isimlerin transferlerinin boşuna para harcamak olacağını düşündüğümden gurbetçi yerli yerine ligi tanıyan ve düşük maaşlara oynayan ismlere yönelmek akıllıca olacaktır. Orta sahada Melo'nun bölgesine bir alternatif zorunlu olmasa da düşünülebilir. Bu bölge için de adayım yine Trabzonspor'dan olacak. Aykut Akgün, Trabzonspor'un kalabalık orta saha kadrosunda fazla yer bulamasa da ayağı düzgün, fiziği iyi bir orta saha oyuncusu olarak en azından Ceyhun Gülselam'dan daha iyi bir seçenek olacaktır. Forvet mevkisine de yaklaşık iki senedir her transfer döneminde alınmasını istediğim Gaziantep'ten Muhammet Demir tercihim. Sakatlıklar yakasını bırakmadığı ve iyi bir takım içinde yer alamadığı için kendini gösteremese de Muhammet yetenek olarak bence Burak Yılmaz'dan bile daha iyi bir forvet. Kısacası alınması çok ama çok iyi olur.

        Peki bu transfer döneminde canımız "çilek" çekmiyor mu? Bence yabancı ve büyük transfer için sezon sonu beklenmeli. Drogba, Sneijder ve Muslera'nın durumlarına göre bir rota çizilmeli. Rakiplerin yaptığı gibi kale bir yerli isme emanet edilip seneye daha da azalacak olan yabancı kontenjanı yaratıcılığa daha çok ihtiyaç duyulan ofans bölgesinde kullanılmalı. Muslera ve Sneijder hala para ederken satılmalı. Drogba için ise şimdiden birşey söylemek yerine sezon sonunda konuşmak daha mantıklı olsa gerek. Ancak ara transfer döneminde tribünde para alarak maç izleyen yeni seyircilere ihtiyaç olmadığından yabancı transferinden uzak durulmalı. Ayrıca ligin ikinci yarısında iyileşerek takıma dönecek olan Hamit Altıntop'un yeni bir transfer kadar değerli olduğunu da hatırlatmak isterim.

Cumali ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com
twitter.com/concalir

   

   
   

4 Kasım 2013 Pazartesi

Doğan Görünümlü Şahinler: Sağ Ayaklı Sol Bekler

   

     Dakika 50. Atak yönüne göre sol kanatta topla buluşan ve rakibin baskısı altında riske girmek istemeyen Sabri Sarıoğlu, topu Muslera ile oynamaya karar veriyor. Ancak pası atmak üzereyken Muslera'nın ilk yarıda yine bir geri topunda yaptığı ve golle sonuçlanan hatasını hatırlayınca topu kalenin uzak direğinin dibinden  daha güvenli bir liman olan kornere bırakarak takımını büyük bir tehlikeden kurtarmış oluyordu.(!)

      Pozisyonu izleyen futbolseverlerin bir çoğunun aklına  "Mevkisi sol bek olmayan bir adamın sol bekte ne işi var?" ve "Sağ ayaklı adamdan sol bek mi olur?" gelmiş olabilir. Cevap, olur. İki nedenden dolayı olur. Birisi aynen bizde olduğu gibi adam eksikliğinden, diğeri de o mevkinin de hakkını verebildiğinden olur. Son hafta izlediğimiz kötü örnek aynı durumda olan futbolcuların tamamının kötü olduğu anlamına gelmiyor elbette. İyi örnekler, daha doğrusu en azından Sabri'den daha iyi örnekler mevcut. Son zamanlarda çok fazla görmesekte 2000'li yılların başlarından ortalarına kadar sağ ayaklı olup sol bekte oynayan birçok kaliteli ismi izledik.

       Nedendir bilinmez, bu isimlerin birçoğu ya İtalyan orijinli ya da İtalya liglerinde top koşturuyordu. Aklıma gelen ilk neden İtalya ligindeki beklerin İngiltere, Fransa liglerindeki gibi son çizgiye inip gollük ortalar yapmak yerine, içeri katedip şut atmaları ile meşhur oldukları oldu. Zaten listeme aldığım isimleri hatırlama sebeplerim arasında uzaktan attıkları güzel goller ve şutlar var. Bu tarz oyuncuların asıl mevkileri sol bek olmadığı gibi, tek mevkileri de sol bek değildir. Asıl mevkileri sağ bek, stoper, orta saha olan bu oyuncular gerektiğinde diğer mevkilerde de kullanılmak üzere devşirilmişlerdir. Peki kim bu isimler? Gelin birlikte hatırlayalım.

1-) JAVIER ZANETTI
Aslında ustayı herhangi bir mevki ile sınırlandırmak onun futbolculuğuna hakeret olur ancak sol bek mevkisinde de oldukça başarılı bir şekilde mücadele etmişliği vardır. Efendiliği, yakışıklılığı anlatmaya gerek bile duymadığım futbolculuğuna artı özellikleri. Formanın takım elbise gibi durduğu Zanetti'nin Como Gölü kenarındaki bir evde yaşadığı ve evinin yanında "El Gaucho" adında kendi işlettiği  bir restoranı olduğunu öğrendiğimde bir futbolcudan çok daha fazlası olduğunu bir kez daha anladım.



2-) GIANLUCA ZAMBROTTA
İsmi en az Zanetti kadar bilinse de onun gibi başarılı bir kulüp kariyeri geçiremeyen Zambrotta'yı Barcelona, Milan, Juventus gibi Avrupa'nın devlerinde izledik. Ayrıca 2006 yılında gök mavilerle kazandığı Dünya Kupası ve turnuva altın 11'ine seçilmesi kariyerinin zirvesi olarak görülebilir.

3-) ALESSANDRO BRINDELLI
Çok fazla maçını izlemesem de, o da çok parlak bir kariyere sahip olmasa da kariyerindeki toplam 3 golünden biri olan Şampiyonlar Ligi'nde Deportivo La Coruna'ya attığı muhteşem gole şahit olmam yıllar geçse de Brindelli'nin hafızamda yer etmesine neden oluyor. Ne zaman sağ ayaklı bir sol bek sağdan kıvırılıp şut pozisyonu bulsa aklıma gelen ilk isim işte bu yüzden Brindelli'dir.

4-) VINCENT CANDELA
Roma'nın tarihindeki üç Serie A şampiyonluğundan birini kazandığı 2001 efsane kadrosunun Cafu, Batistuta, Emerson, Totti ile birlikte en önemli unsurlarından biriydi Candela. Ülke milli takımında Bixente Lizarazu'nun gölgesinde kalsa da 1998 Dünya Kupası'nı kazanan ve 2000 Avrupa Şampiyonu olan kadrolarda da yer alan Candela Roma'da 8 sezon kalmış ve 210 karşılaşmaya çıkmıştır. Kariyeri boyunca attığı 25 gol bir bek oyuncusu için azımsanmayacak bir sayı. Ayrıca komedi-futbol filmi "Shaolin Soccer"ın İtalyanca dublajında görev almıştır.



5-) DAVIDE SANTON
Kariyerine Jose Mourinho gibi bir hocanın elinde, İnter gibi bir takımda neredeyse en üst seviyede, iyi sayılabilecek bir performans ile başlayan Santon belki de Mourinho'nun takımdan ayrılması ile kariyerinde bir duraklama evresine geçti. Ancak yaşının  henüz 22 olması şimdiye kadar kazandığı 2 Serie A, 1 Şampiyonlar Ligi, 1 Kıtalar Arası kupasının yanına yenilerini ekleme olasılığının hale devam ettiriyor. Kariyerine Newcastle'da devam ediyor olmasına rağmen sol bek sıkıntısı yaşanan Avrupa futbolu düşünüldüğünde, Santon için yeni ve büyük transferler çok uzakta olmayabilir.

6-) JOHN O'SHEA
Patrice Evra'dan önce Kırmızı Şeytanlar'ın sol bek dahil birçok mevkisinde görev almış, hatta kaptanlığa kadar yükselmiş gösterişsiz ama verimli İrlandalısı  O'Shea, tamamı Manchester United ile 15 kupa kaldırdı. Ancak aynı performansı kendisi için daha çok ihtiyaç duyulan milli takımında gösterdiği söylenemez. Buna rağmen İrlandalılar için efsane bir isim olan Robbie Keane onun için "O, İrlanda'nın bir numarası" diyerek O'Shea'yi övmüştür.
7-) LUCA ANTONINI
Kariyerine başladığı Milan'a yaşadığı kiralanmalar serüveninden sonra 2008 yılında dönen, bir Serie A ve bir İtalya Süper Kupası kazanan Antonini, başarıyı geç ve az da olsa tattı. Tabi yaşının ilerlemesi sonucu Milan'dan da ayrılan tecrübeli oyuncunun adı son transfer döneminde Beşiktaş ile anılsa da transfer gerçekleşmedi.  Alt milli takımlarda defalarca oynamasına rağmen kirada geçirdiği yıllarda A Milli Takım trenini kaçıran Antonini, Prandelli tarafından 2010'un Ağustos'unda Fildişi Sahilleri ile oynanan hazırlık karşılaşmasının aday kadrosuna çağırılsa da milli olma sevincini yaşayamadı.



8-) ÜMİT ÖZAT
Gelelim bizim "doğan görünümlü şahinimize". Çoğu zaman dalga geçilse de, futbolu beğenilmese de sağ ayaklı sol bek tipinin Türkiye için tek ve dolayısıyla en başarılı ismi Ümit Özat'a hakkını teslim etmek lazım. Sürekli bindirmeleri, mücadele gücü yüksek oyunu, özverisi ve Quaresma'dan önce bizi tanıştırdığı "trivela ortaları" ile gönüllerde taht kurmuştur. Ayrıca joker eleman olması bakımından takımına verimi oldukça yüksek bir isimdi.

9-) TARIK ÇAMDAL
Bu listenin en yeni ve Santon'dan sonra en genç ismi olmasına rağmen ilerleyen yıllarda özellikle üç büyükler tarafından transferi için en çok mücadele edilecek isimlerin başında gelen Tarık; hızı, atletikliği ve top tekniği ile bir sol bekten fazlası olduğunu şimdiden hissettiriyor. Efsane sol beklerden Dede'nin sakatlanması ile kariyerinde belki de yepyeni bir yol açılan Tarık'ın sağ bek ve orta sahada da oynayabiliyor olması onu daha da değerli yapıyor. Ayrıca ilk önce verdiği Almanya milli takımında oynama kararını daha sonra değiştirerek ay-yıldızlı formayı tercih etmesi sol bek sıkıntısı yaşayan ülke futbolu için de olumlu bir gelişmedir.
10-) PHILIPP LAHM
Bana göre bu listenin en yetenekli, en istikrarlı, en verimli kısacası en iyisi Lahm'dır. Ancak ne kadar beğensem de kendimi nefret etmekten bir türlü alamadığım isim de yine Lahm'dır. Kendisi mucizelerle dolu 2008 Avrupa Şampiyonası'nda final yürüyüşümüzde bize çelmeyi sol bek oynadığı maçta sağ ayakla attığı golle takan ve rüyalarımızı kabusa dönüştüren isimdir. Dünyanın en iyi orta saha oyuncularından biri olan Xavi'nin "Lahm, kişiliği ve zekasıyla sahanın neresine koyarsan koy, en iyi oyuncudur. Başka birisi oraya bu kadar çabuk ve iyi uyum sağlayamazdı. Leverkusen ile 1-1 biten maçta, orta sahayı tamamen domine etti. Topa 115 kez dokundu. Gelecekte en iyi orta saha oyuncusu olabilir." sözleri Lahm'ın nasıl bir profesonel olduğunun en güzel ve anlamlı kanıtı olsa gerek.
CUMALİ ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com
twitter.com/concalir


23 Ekim 2013 Çarşamba

D "Smart"sa Biz De "Smart"ız

   

      Bu yaz maç yayınlarıyla ilgili okuduğum bir haber, yaz aylarının kavurucu sıcağında yüreğiminqqqq buz gibi olmasına neden olmuştu. Haberde şifresiz yayınlanacak spor müsabakaları listesi yayınlanmış ve listede "Türk takımlarının oynayacağı tüm Avrupa kupası maçları" ibaresini görünce gözlerime inanamıştım. Yıllardır çözülemeyen şifre çözülecek ve evimizde birilerini daha fazla zengin etmek zorunda kalmadan takımlarımızın  Şampiyonlar Ligi maçlarını izleyebilecek miydik? Bu düşüncenin verdiği mutluluk ile tatile devam ederken, para kazanan güçlerin birkaç gün önce yapılan açıklamayı nasıl revize ettirdiklerini üzülerek izledim. Üç gün önce listeyi yayınlayan aynı kurum her ne hikmetse, kararından vazgeçerek sadece bazı maçların şifresiz olabileceğine hükmetmişti. Kısacası maçlar yine yayıncı kuruluşun tekelinde olacaktı.


      Aynı sorunu geçen sene de yaşadığımdan hazırlıklı olduğumu düşünüyordum. Türksat üzerinden yayın yapan ve Azeri kardeşlerimize ait olan iki kanal Şampiyonlar Ligi dahil birçok ligi şifresiz yayınlıyor ve beni yüksek bedelli faturalardan kurtarıyordu. Ancak bu yaz itibariyle Azeri kardeşlerimizin AZERSPACE adıyla kendi uydularını fırtlatmaları sonucu TÜRKSAT üzerinden yaptıkları yayınlara son vermişlerdi. Bu haberin bize yansıması ise "yeni bir çanak, lnb ve kablo tesisatı al" idi. Ancak yaptığım araştırmalarda fazlasıyla zeki olan vatandaşlarımın bu olayı da hemen çözdüğünü görmenin mutluluğunu yaşadım. Şimdi bu yazının geri kalanın da bu kanalı evimize nasıl getirip İngiltere Premier Lig, İtalya Serie A, İspanya La Liga, Şampiyonlar Ligi, UEA Avrupa Ligi ve NBA maçlarını şifresiz, her ay fatura ödemeden nasıl izleyebileceğimizi anlatacağım.

     Azeri kardeşlerimiz uydularını bizim uydunun sadece 4 derece uzağına attıkları için yeni bir çanak almamıza gerek kalmıyor. Ancak yeni bir LNB'ye ihtiyacımız olacak. Bu LNB'nin piyasa değeri ortalama 15-20 TL. LNB'mizi aldıktan sonra aşağıdaki resimdeki gibi eski TURKSAT LNB'mizin yanına yapıştırıyoruz.



       Yukarıdaki resimde sarı olan LNB Turksat, yanındaki LNB ise Azerspace uydusuna ait olacak. Buradan sonra alacağınız bir Disecq ile iki uydunuzu aynı anda uydu alıcınıza bağlayacağınız gibi, sadece maç günlerinde kabloyu LNB değiştirerek Turksat'ı devre dışı bırakıp Azerspace'i izleyebilirsiniz. Ancak benim önerim piyasa değeri 5-10 TL olan Disecqlerden bir tane alarak, her maçta uydu ile haşırneşir olmamanızdan yana. Eğer Disecq alırsanız portlardan birine Turksat gelen küçük bir kablo, diğer portada Azerspace'den gelen küçük bir kabloyu takarak tvnize gelen eski kabloyu çıkış portuna takınız. Yukarıdaki bağlantıyı bu şekilde yaptıktan sonra eve inip, uydu alıcımızı ayarlamaya başlayalım.

       İlk önce yayınları şifresiz izleyebilmemiz için uydu alıcımızın "BİSS KEY" çözme özelliği olması gerekmektedir. Eğer alıcınız bu özelliğe sahip değilse de  üzülmenize gerek yok. İki sene önce aldığım ve hiçbir problem çıkarmayan "BİSS KEY" özelliğine sahip bir uydu alıcının  fiyatı hala 25-30 TL aralığında. Kısacası gerekli ekipmanlardan selobant dahil hiçbirine değilsek harcayacağımız para en fazla 60 TL. Yani D-Smart, NTVSpor Smart, Ligtv3 ve Tivibu Spor paketlerine aynı maçları izleyebilmek için bir ayda ödeyeeğimiz paranın yarısından daha az.

      "BİSS KEY" çözme özellikli alcımızı da bağlantıya dahil ettikten sonra sıra kumandamızla  yapacağımız ayarlamalara geldi. İlk önce Azerspace uydusunu alıcımızın uydu listesine eklememiz lazım. Genel itibariyle tüm uydularda Menü-->Uydu Ekleme yolundan ulaşılacak bölüme aşağıdaki değerleri girerek uydumuzu ekliyoruz. Resimde olduğu gibi Disecq çıkışları ve uydu isimlerinin uyumlu olmasına dikkat edin. Yani yukarıda Turksat'tan çıkan kabloyu Port 4'e takıyorsanız, uyduda da aynı portu seçiniz.

 

       Sıra bize futbol keyfini doyasıya yaşatacak kanalları, listemize eklemeye geldi. Söz konusu kanallarımız ülkemizde NTV ve NTVSpor mantığıyla çalışan iki ortak kanal. Bazı maçlarda birbirlerine pas atıyorlar. Tamamen spor ile ilgili olan kanalımız İDMAN TV, diğeri ise haber ve film ağırlıklı olmakla beraber  birçok büyük maçı yayınlayan AZ TV. Her iki kanal da aynı frekanstan çıktığından aşağıdaki resim kanalların bulunması için yeterlidir. Tabi şimdilik eğer frekanslar değişirse kendi internet sitelerinden güncel frekansları da bulabilirsiniz. Aramayı yaparken uydu alıcınızda seçili olan uydunun Azerspace olmasına dikkat edin.


      Artık son adıma geldik. Kanallarımızı listemize ekledikten sonra açmaya çalıştığımızda "Şifreli Kanal" gibi bir uyarı alacağız. İşte burada "BİSS KEY" devreye girecek. Biraz sonra paylaşacağım resimlerdeki yolları izleyerek kanal isimlerinin altındaki bölüme şifreyi girmeniz gerekiyor. Burada dikkat edeceğiniz konu ise kanal listesindeki isim ile şifre girdiğiniz yerdeki kanal isimlerinin birebir aynı olması. Eğer aynı olmazsa kanal şifre ile eşleşmeyecektir. Şifre girme bölümleri markadan markaya değişebileceği gibi genelde Menü-->Kodu Düzenle yolundan bulunuyor. Buyrun:

      Artık televizyonumuzun altında 3 tane reciever ve aylık gider hesabımızda 80-90 TL para ödemeye gerek kalmadan maçları sorunsuz bir şekilde izleyebilirsiniz. Bu işin bir başka faydası da birkaç maç izledikten sonra yeni bir lisana yani Azerbaycanca'ya ilerde düzeyde hakim olmanız. Ayrıca kanallar da hafta içi tüm Avrupa liglerinin tüm maçlarının uzun özetlerini yayınlayan programlar, ara sıra F1 yarışları, ülke milli takım maçları, dikkatinizi çekerse Azerbaycan Ligi, voleybol, hentbol, rodeo vs. müsabakalrı da yayınlanıyor.

      Zahmetli görünse de sonrasında yaşanılan futbol zevki ve kazanca değer. Eğer bunların hiçbiri ile uğraşamam vaktim yok diyorsanız çağıracağınız bir uyducu 30-40 TL karşılığında bunların hepsini sizin yerinize yapabilir. Böyle olsa dahi hala kardasınız. Bir de kanalların önümüzdeki 10 günlük yayın akışını gösteren linki de buraya koymak istiyorum. Belki bu listede gördükleriniz kararınızda etkili olacaktır. Buyrun: http://www.idmantv.az/program.php
   

     Son lafım da yayıncı kuruluşa olacak. Başlıkta da belirttiğim gibi "Siz smartsanız* biz sizden daha da smartız..."
     *smart=ingilizce akıllı, zeki:)))))


Cumali ÖNCALIR
http:concalir.blogspot.com
twitter.com/concalir





20 Ekim 2013 Pazar

İlk Çeyrek Fener'in, Yenisine Bakalım...

     

      Milli takım arasından sonra lig heyecanı yeniden başladı. Fatih Terim ile birlikte alınan 3 galbiyetten sonra "acaba Brezilya gidiyor muyuz?" havasına giren ülkemizde, bu havanın aksine üzerinde kara bulutlar gezen takım ise Galatasaray oldu. Geçen senenin şampiyonu sıkıntılı dönemlerden geçerken,, haftalar önce büyük fırtınalardan geçen Fenerbahçe ise artık huzura kavuşmuş görünüyor. Arka arkaya alınan galibiyetler ve takım içinde durulan sular bu senenin tek hedefi olan şampiyonluk için ortamı oldukça müsait hale getirmiş durumda. Beşiktaş'ta ise Galatasaray maçına kadar herşey harika giderken, olaylı maç sonunda "kimya" bozuldu. Zaten kış aylarında zülum oalcak olan Olimpiyat Stadı, bu güzel sonbahar aylarında da boş kalacağından Beşiktaş'ın bundan sonraki işinin zor olacağını ve yarıştan uzak kalacağını düşünüyorum.

     Peki şampiyonluk yarışı şimdiye kadar nasıl geçti ve bundan sonra nasıl olur. Buna daha mantıklı bakabilmek için Galatasaray ve Fenerbahçe'nin bu sene oynadıkları takımlar ile geçen sene oynadığı maçlarda neler yaptıklarına bakalım.
Tabloya düşen takımların yerine çıkanları yazdım.
  MİY --> Rize
  Ordu --> Konya
  İBB   --> Erciyes

        Tabloya baktığımızda Fenerbahçe'nin geçen sene çok büyük puan kayıpları yaşadığı maçların birçoğunu kayıpsız geçtiğini görüyoruz. Öyleki geçen sene yediği 10 puan farkı şimdiden erittiğini görüyoruz. Galatasaray'da  geçen seneye oranla Akhisar mağlubiyeti dışında çok değişik bir tablo olmasa da Fenerbahçe'nin üst üste kazanması sonucu aradaki puan farkı avantajını kaybetmiş görünüyor. Dolayısıyla Galatasaray şampiyon olmak için kalan maçlarda geçen seneye göre çok daha fazlasını yapmak zorunda. Peki bundan sonra ne olur? Ligin tamamını tahmin etmek oldukça zor olsa da en azından ilk yarının geri kalanında neler olabilir bir göz atalım.

       Tablo benim tahminim gibi gerçekleşirse ligin ilk yarısını lider kapatan takım Galatasaray olacak. Eğer ilk yarıyı Galatasaray lider kapatırsa ikinci yarıda ligi kolay kolay kaybedeceğini zannetmiyorum. Yalnız Galatasaray'ın kalan maçlarda bu kadar puan alabilmesi, Şampiyonlar Ligi ile birlikte götürülen lig yarışında çok kolay olmayacaktır. Ayrıca tahminlerimde duygusal davranmış da olabilirim. Ligin ilk çeyreğinin tartışmasız lideri Fenerbahçe oldu, bundan sonrası ne olur bilinmez. İzleyip görelim.


Cumali ÖNCALIR
concalir@windowslive.com
twitter.com/concalir


25 Eylül 2013 Çarşamba

Ciao Grande Terim...

   

      Sene 97 yada  98,  yaşım 11 yada 12. Hatırladıklarım sarı bir forma üzeri bir özel kanal ismi, yeleli saçlarıyla Hakan Şükür, baş parmağını yukarı kaldırıp koşan kıvırcık bir adam Arif Erdem, geride hafif "takoz" ama mücadeleci Bülent ve kenarda saçı başı dağınık ancak takımı aksine derli toplu bir adam. Daha sonra aynı adamları 3-4 sene arka arkaya seyrederken büyüyüp, aklımda ermeye başlayınca iyi işler yaptıklarını farketmeye başladım. Artık takımımın kazanmasına alıştığımdan, hafta içleri Avrupa'nın dev takımlarına yenilince sabahlara kadar ağlar hale gelmiştim. Hele ortaokulun son yılında kazanılan Avrupa Kupası, lise yıllarına diğer takım taraftarı olan arkadaşlarımız karşısına bir sıfır önde başlamamızı sağlamıştı. Bunlar olurken kenarda yine hep aynı adam vardı.

     Tabi kenardaki bu adamın ismi büyüdükçe tanımaya ve sevmeye de başlamıştım. Ancak birgün gittiğini duyunca eksiklikliğinin yıllar boyu hissedileceğini düşünmemiştim. Babam ile Galatasaray dışında kahveye maçlarını izlemeye gittiğimiz bir takım daha vardı. "Mor Meneşekler". İlginç bir şekilde Hakan Şükür kadar Chiesa'yı, Hagi kadar Rui Costa'yı, Ali Sami Yen Stadı kadar Artemio Franchi'yi de sevmeye başlamıştım. O dönem yayınlanan bir reklamdan ötürü İtalyanca'ya karşı bir sempatim bile oluşmuştu. Bunların hepsinin sebebi, bana Galatasaray'ı da sevdiren kenardaki o adamdı.  Geri döndüğünde heyecanlanmıştım ancak nedenlerini(stat, kadro, yönetim) daha sonra anladığım başarısızlık ona olan sevgimi azaltmasa da gözümde çok büyütmemem gerektiğini düşündürüyordu. Ancak bu düşünce yerini, yıllar sonraki üçüncü gelişinde tamamen "Fatih Terim=Başarı"ya bırakıyordu. Kısacası bu adamı; çoğunlukla yüklemi olmayan cümlelerini, yabancı dil konuşma çabalarını, kilolarca terleyen gömleklerini, karizmasını, otoritesini, başarısını ve Galatasaray'ı en az benim kadar sevişini çok ama çok seviyorum. Gidişine de çok üzüldüm.

       Peki ne oldu da bu duruma geldi? Tarafarın büyük çoğunluğunun bu kadar sevdiği bir hoca kovulurcasına neden gönderildi? Başarılı gidilirken bu kumar neden oynandı? Neden hocayı tutmak için daha fazla çaba gösterilmedi? Bu soruların tamamının muhattabı yönetim. Yönetim içinde de Fatih Terim sevmeyenler olabileceğinden bu sorulara Fatih Terim açısından olumsuz cevaplar bulmak da mümkün? Peki Fatih Terim'in hataları var mıydı? Gerçekten bir güç kavgasının içine girdi mi? Egolarının kurbanı oldu mu? Ön planda olduğunu söylediği Galatasaray'ı kişisel problemlerinden dolayı göz ardı etti mi? Bu soruların da cevapları şimdilik belirsiz. Bunları zamanla anlayacağız. Herkes kendine göre haklı olduğundan haklı-haksız arama çabasına girmekten uzak duracağım. Ben şimdiden sonrasına bakmanın daha faydalı olduğunu, zaten Fatih Terim o yada bu şekilde bu kulübe yeniden döneceğini ve mihenk taşı olmaya devam edeceğini düşünüyorum. Büyük ihitmalle bu dönüş şimdi kavgalı gittiği başkana, başkan adayı olup karşısına çıkma olarak gerçekleşecektir. Böyle bir durumda ne olacağını tahmin etmekte zor değil. Muhtemelen Terim bugünün acısını çıkarırcasına Aysal'ı sandığa gömüp bu kulübün başkanı  olacaktır. Ancak bu süre zarfında Galatasaray şampiyon olmaya devam edip, Avrupa'da da ilerlemeye devam ederse tablo tamamen tersine de dönebilir.

       Fatih Terim'in ayrılışı bir dönemin sonu olduğu gibi bir dönemin de başlangısı olacağı için bu dönemin nasıl geçeceğine, nelere dikkat edileceğine de bir göz atmakta fayda var. Bence Terim'in yerine bulunacak hocadan çok bu takımda Terim için yer alan bazı isimlerin gelecekleri netleştirilmeli. Öreğin Selçuk, Burak, Muslera gibi isimlerin sözleşmeleri mutlaka uzatılmalıdır. Çünkü Terim'den sonra yaşanacak bu ayrılıklar taraftarı daha da gerebilir. Fatih Terim'in yerine getirilecek isim ince elenip sık dokunmalı. Bahsedildiği gibi ismi büyük bir hoca, egoları yüksek başkan için yine çalışılması zor bir tercih olabilir. Bence başkanın ilk önce bu kritere göre hareket etmesi lazım. Yoksa Terim de yaşadığı problemi yeni hocada da yaşaması kaçınılmaz olur. Konuşulan isimlerden hangisinin iyi olup olamayacağı ile ilgili yorum yapmak şimdiden yersiz olur. Çünkü Barca efsanesi Rijkaard ile kulüp antrenörü Cevat Güler yaptıkları ile kariyer orantılarındaki anormallik, kariyeri olan her hocanın başarılı olacağını yada tam tersi bir durumu kesinleştirmez. Ancak kadro yapısı itibariyle ismi küçük bir ismin, özellikle Fatih Terim'den bu takıma çapsız gelme ihitmali çok yüksek.

      Bir başka sorun da Fatih Hoca'nın yardımcıları konusunda yaşanacak. Özellikle Scott Piri'nin ayrılması takım performansını olumsuz yönde etkileyebilir. Taffarel'in Muslera dışında bir ismi yetiştiremeden Florya'dan ayrılması kaleci probleminin devamının habercisi. Şaş ve Davala'nın Türk ve duygu yoğunluğu yüksek futbolcular üzerindeki etkileri de yadsınamaz. Bunların dışında belkide yaşanabilecek en büyük sorun, sezondur takımın arkasında büyük bir desteğe ve itici kuvvete sahip olan taraftarın kaybı olabilir. Bu sezon itibariyle zaten istenilen gibi gitmeyen takımın olası kötü sonuçları, taraftar ve yönetim arasını iyice açarki bu da sadece ve sadece Galatasaray'a zarar verir. Konuyla şimdilik alakası olmasa da bu hamle ile gelecek sene olması muhtemel olan Arda Turan transferinin de tamamiyle rafa kalktığını söyleyebiliriz.


     Kısacası Galatasaray'ı bekleyen ve önceden zor olan serüveni, son yönetim hamlesiyle daha da zor bir hale gelmiştir. Ancak olaya "Hoca'yı satanı bizde satarız." penceresinden bakmakta çok doğru değil. Hocanın da dediği gibi başında kim olursa olsun Galatasaray'ı yaşamaya, Galatasaray ile yaşamaya, aslolan kısmı Galatasaray'ı koymakta fayda var. Ancak yönetim kim olursa bir Galatasaray geleneği olan "taht oyunlarına ve ayaklı gazeteceliği" de son vermenin artık zamanın geldiğini düşünüyorum.

Not: Adana'da Galatasaray Lisesi olsaydı ya da Fatih Terim gençlik yıllarında bir şekilde Mekteb-i Sultani ile buluşabilseydi bu camianın Alex Ferguson'u olurdu.

Cumali ÖNCALIR
twitter.com/concalir
   

5 Eylül 2013 Perşembe

Yolun Başı: Bruma

   

     Altyapısı hiç gelişmemiş, transfer ve izleme komitelerinin neyi nasıl izlediği belli olmayan bir futbol ülkesinde gelecek vaadeden gençlere az yatırım yapıp çok para kazanma fikrinin bir hayalden ibaret olduğunu düşünüyorum. Bu durumda yetiştiremiyorsan ve futbolcuyu çok çok küçük yaşlarda izleyip bulamıyorsan yapılabilecek en mantıklı hareket Bruma gibi "neredeyse olmuş" futbolculara kayda değer paralar verip, verim alıp çok daha yüksek bedellere satmaya çalışmaktır.

     Bu girişten sonra son birkaç günümüzün tartışılan  haberi olan Bruma transferine dönelim. Bu transferi tartışılır hale getiren tek şey ise futbolcu için ödenen paradır. Ancak biraz sonra yapacağım hesap ile aslında Bruma'nın zannedilen kadar çok büyük bir maliyete sahip olmadığını  anlatmaya çalışacağım.

     İlk önce Bruma'nın mevcut kadroda yerini alabileceği abilerinin maliyetlerine bakalım. Şu an takımın aksayan noktalarının başında gelen Hamit Altıntop'a ödenen bonservis 3,5 milyon euro ve maç başları hariç yıllık maaşı için ise 4 yıllık toplam 11,5 milyon euro. Yani Hamit'in yıllık maliyeti 4 milyon euro ve yaşı 31.  Diğer seçenek Amrabat için ise 8 milyon Kayseri'ye, 1 milyon PSV'ye ve maç başları hariç 5 yıllık 6 milyon euro kendisine. Yani Amrabat'ın yıllık maliyeti ise 3 milyon euro ve yaşı 27. Ya da bütün yazı yatarak geçirmiş olan ve takım bulamadığı için dönüp bir de üstüne Şampiyonlar Ligi listesine girmiş olan Aydın Yılmaz'ın maliyeti her yıl için maç başılar hariç 1 milyon euro ve yaşı 26.

      Şimdi Bruma'ya alternatif olan ve transferi için uğraşılan isimlere bakalım. Kanatlara bir takviye için yaz boyu uğraşan Galatasaray'ın bir yabancı transfer yapacağı tahmin ediliyordu. Bu yönde özellikle Farfan ve Nani isimleriyle dirsek temasına geçilse de transferler tamamlanamamıştı. Farfan için konuşulan bonservis bedeli 8 ila 9 milyon eurolarda ve yıllık alacağı ücret ise maç başları artı bonuslar hariç en az 3 milyon eurolarda bir rakamdı. Farfan ile 4 yıllık bir sözleşme yapılacağını düşünürsek yıllık maliyeti 5-6 milyon euro arasında idi.  Farfan'ın yaşının 29 olduğunu da bir kenara yazalım.  Nani için istenilen rakam yine 6-7 milyon eurolarda ve yıllık ücreti, maç başı artı bonuslar hariç 4-5 milyon euro civarında idi. Nani ile de 4 yıllık bir sözleşme yapılacağını düşünürsek yıllık maliyeti 6 milyon euro ve yaşı 27.
   
     Buraya kadar saydığımız futbolcular elbette tecrübe ve kariyer bakımından Bruma ile kıyaslanamayacak isimler. Ancak bu paralar yüksek ihtimalle kendileri için ödenen son bonservis bedelleri olacak ve bir daha bu maaşları bulamayacaklarından  sözleşmelerini tamamlamak için ellerinden geleni yapacaklardı. Olası bir başarısızlık durumunda ise bu futbolcuları gönderecek yer aranacak, belki de maaşlarının bir kısmı yine Galatasaray tarafından ödenmeye devam edilecekti. Yani transferler en az Bruma'nınki kadar kumardı.

     Şimdi gelelim pahalı Bruma'nın sözleşme detaylarına. 10 milyon bonservis, bazı şartlarda ortaya çıkabilecek 3 milyon bonus ve maç başları, başarı primleri dahil futbolcunun kazanacağı maximum yıllık 1,5 milyon euro. Bu durumda Bruma'nın yıllık maliyeti ortalama 4 milyon euro ve yaşı 19.

      Karşılaştırma için bahsettiğim futbolcuların ortalama maliyetlerini tekrar listeleyim;
Hamit     : 4 milyon - 31 yaşında (sözleşmesi bittiğinde 34)
Amrabat : 3 milyon - 27 yaşında  (sözleşmesi bittiğinde 30)
Aydın     : 1 milyon - 26 yaşında  (sözleşmesi bittiğinde 28)
Farfan    :  6 milyon - 29 yaşında (sözleşmesi bittiğinde 33)
Nani      :  6 milyon - 27 yaşında (sözleşmesi bittiğinde 31)
Bruma:   :  4 milyon - 19 yaşında (sözleşmesi bittiğinde 24)

     En önemlisi ve belki de gözden kaçırdığımız mevzu, Bruma'nın buraya gelmeden önce faal olarak futbol oynuyor olması ve oynadığı maçlarda oyuna fazlasıyla etki eden bir performans sergiliyor olması idi. Sporting Lizbon'un A takımında olmasa da bir alt ligde oynayan pilot takımında ve alt yaş milli takımlarında gösterdiği performans "bu çocuk iyi topçu" demek için fazlasıyla yeterli görünüyor. Bir transfer tamamlandıktan sonra "aslında onu bir sürü büyük takım istiyordu" gibi açıklamaları sevmesem de, Bruma için istekli ( tabi maddi olarak Galatasaray kadar değil) olan birçok takımın olduğunu biliyoruz. Sonuç itibariyle Galatasaray bu futbolcuyu alarak mantıklı bir kumar oynamış ve geleceğe ciddi bir yatırım yapmıştır. Tutmaması durumunda kaybedeceği para daha önce havaya saçtığı paraların yanında solda sıfır kalacatır.

     Bunca laf kalabalığından sonra Galatasaray için oluşabilecek asıl problem Bruma transferinin tutması durumunda yaşanacaktır. Varsayalım söz konusu futbolcu takımda kendine yer bulup ligde 15 gol, 10 asistlik ve Avrupa'da da 3 gol 5 asistlik bir performans sergiledi. Bu durum diğer sezonlarda da devam etti. O zaman şimdi kendi için harcanan para tartışılan Bruma'nın nasıl takımda tutulacağı, tutulmaz ise yaşanacak olumsuz durumlar yada hangi takımın daha çok bonservis ödeyeceği tartışılıyor olabilir. Kısacası Bruma henüz yolun başında. Umarım bize yeterli başarı ve parayı kazandırdıktan sonra yolu daha açık olur.

Cumali ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com
twitter.com/concalir

3 Eylül 2013 Salı

Hadi Çık Çıkabilirsen...

   

     Geçen sene Şampiyonlar Ligi grubundan çıkmayı, bir tur daha ilerleyerek çeyrek final oynamayı başaran ve çeyrek final maçında tur atlamasa bile dev rakibine karşı oynadığı heyecan verici futbol ile taraftarını mutlu eden Galatasaray'ın bu sezon işi oldukça zor. Çünkü grubundaki takımlar tam anlamıyla devler. Devler Ligi diye de anılan Şampiyonlar Liginde Cluj, Braga ve gruptan çıkmayı garantilemiş olarak Arena'ya gelen Manchester gibi çok da dev olmayan takımlarla karşılaşan Galatasaray için asıl sınav bu sene olacağa benziyor.

      Gruptaki rakiplerimiz herkesin fazlasıyla yakından tanıdığı Real Madrid, İtalya da ligi aynı Galatasaray gibi son iki yıldır sürklase eden Juventus ve stadı dışında tanıdığımız herhangi bir özelliği bulunmayan Kopenhag. Rakipler oldukça zor, ancak bu gruptan çıkmak imkansız değil. Hatta bu grubun Türk takımlarının en büyük sorunlarından biri olan rakip küçümseme için elverişli olmaması bir avantaj bile olabilir. Peki rakiplerimizin kadrolarında ne durumda, transfer dönemlerinde ne gibi değişiklikler yaşadılar?

      Real Madrid transfer sezonun son anlarına kadar sakin görünse de son anda hem gidenler, hem kalanlar bakımından oldukça hareketli saatler yaşadı. Tottenham'dan Gareth Bale transfer traihinin en pahalı transferi olup bir rekora imza atarak Barnebau'nun çimlerine ayak bastı. Malaga'nın genç yıldızı Isco Arsenal'e giden Mesut Özil'in yerini aldı. Ayrıca alındığından beri isteneni veremeyen Kaka, kendisini Kaka yapan teknik adamın takımın başına gelmesi ile birlikte kendisini Kaka yapan takıma geri döndü. İllaramendi varisi olarak görüldüğü Xabi Alonso gibi Sociedad'dan ciddi bir rakama transfer edildi. Higuan, Raul Albiol ve Callejon Rafa Benitez için Napoli'nin yolunu tuttular. Kadroda yer bulamayan Carvalho da Monaco'ya gitti. Ancak bunların dışında takımı en çok etkileyebilecek ayrılış kulübede yaşandı. Kimilerine göre en iyi teknik direktör olan Jose Mourinho eski aşkı Chelsea'ye geri dönerken, geçmişte Fatih Terim ile kötü bir hukuku olan Carlo Ancelotti takımın başına geçti.

      Juventus'ta transfer dönemi sonrası takımın daha da güçlendiğini söylebiliriz. Şampiyon takımdan forvet Alessandro Matri dışında göze çarpan önemli bir ayrılık yaşanmazken, zaten güçlü olan savunma Torino'dan Ogbonna ve Atalanta'dan Peluso ile takviye edildi. Forvet hattı ise Carlos Tevez ve Fernando Llorente ile farklı bir çehre kazandı. U-20 Dünya Kupası'nın yıldızı Paul Pogba, aynı performansını sezon başı itibariyle kulübünde de göstermeye devam ediyor. Kısacası Juventus yeni stadı, başarılı teknik adamı ve iki sezondur yakaladığı istikrarla grubun bir diğer ağır  topu.

       Danimarka temsilcisi ve stadında Uefa Kupası kazandığımız Kopenhag ise görünürde en zayıf rakibimiz. Kadrolarında tanıdık isimler İsveçli tecrübeli defans oyuncusu Mellberg ve geçen seneki şampiyonlar ligi maçlarından hatırladığım Brezilyalı orta saha oyuncusu Claudemir. Takımın en önemli ismi olan forvet Cornelius ayrılarak Premier Ligin yeni takımı Cardiff'in yolunu tuttu. Ancak kuzey takımlarının disiplinli yapısı ve nispeten kış aylarına denke gelecek deplasman maçı Kopenhag'ında hafife alınmaması gerektiğinin kanıtı.

       Peki Galatasaray bu gruptan nasıl çıkar? Fikstüre baktığımızda aslında çıkış için uygun olduğunu söyleyebiliriz. Gala içerde Real Madrid maçı ile yapılacak. Galibiyet yada beraberlik sürpriz olur. Yani buradan hanemize puan yazmayalım. Juve deplasmanda Kopenhag'ı yener. İkinci hafta ise Cim Bom Juventus deplasmanına giderken, Real içerde Kopnehag'a fark atacaktır. İlk maçta puan alınanaması durumunda bizim için grubta havlu atma yada devam etme maçı deplasmandaki Juventus maçı olacak. Burada alacağımız bir beraberlik bizim önümüzü açacaktır. Böylece iki hafta sonunda durum: Madrid:6 Juve:4 Gs:1 Kopenhag:0 olacaktır.

      Sonraki iki haftada gruptan çıkmak gibi bir niyet varsa Kopenhag maçlarında kesinlikle puan kaybedilmemeli. Biz Kopenhag'ı her iki maçta da yenerken, grubumuzdaki devler de birbirleriyle oynayacaklar. Barnebau'da Real Madrid'in kazanacağını varsayarsak, Torino'daki Juve-Madrid maçından çıkacak beraberlik bizim için çok çok iyi olsa da Juve'nin Madrid'i yendiği varsayalım. Bu durumda Arena'daki Juventus maçı bizim için final yapacaktır. Juve-Real maçından beraberlik çıkarsa bize beraberlik, Juve yenerse bize galibiyet gerekiyor. Biz yine kötüye göre kendimizi hazırlayalım ve Juventus'un Real Madrid'i yendiğini düşünelim. Dört maç sonunda puan durumu: Real:9 Juve:7 Galatasaray:7 Kopenhag:0

     Gelelim son iki maça. Los Galacticos'un Barnebau'da bizi yenip gruptan çıkmayı garantileceğini, Juventus'un da Kopenhag'ı yeneceğini varsayarsak son maç öncesinde Juventus bize 3 puan fark atarak Arena'ya gelecektir. Ancak ikili averaj alacağımız bir galibiyette bizden yana olacağı için gruptan Madrid ile birlikte çıkacak takım biz olacağız. Kısacası bu sezonki Real Madrid maçlarından 0, Juventus maçlarından 4 ve Kopenhag maçlarından da 6 puan alırsak gruptan çıkıyoruz.Devler Ligi böyle birşey olsa gerek. Hadi bakalım çık çıkabilirsen...

Cumali ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com
www.twitter.com/concalir


   

22 Ağustos 2013 Perşembe

Kurban Vikingler

 
    Türk futboluna bu sezon giren ve çözülmesi biraz zor olan  6+0+4  formülü, futbolumuza fayda sağlar mı bilinmez. Ancak bu kural yabancı futbolcuların bazılarını çok sevindirecekken, bazılarını ise fazlasıyla üzecek. Öyle ki yazının kahramanlarından bir tanesi henüz yeni transfer edilmişken takımdan ayrılmanın eşiğinde.

    Başlamadan neden bu kuralın bazı yabancılara yarayacağını açayım.Kulüpler sınırlı sayıda yabancı kullanabileceğinden bu isimleri oldukça dikkatli seçecekler. Takımlarına mümkün olan en kaliteli yabancılara katmaya çalışacaklar. Bu durumun farkında olan futbolcu ve menejerler de ülkemize gelmek için sözleşmelerinin oldukça sağlam olmasına özen gösterecekler. Bunun sonucunda yüksek bonservis bedellerinin yanına imza paraları, menejer ücretleri, yüksek yıllık maaşlar ve uzun soluklu sözleşmeler eklenecek.

    Sevinenler olacağı gibi, üzülenler de olacak demiştim. Bu isimlerin bazıları yeni transferler geldiği için gözden düşüp tribüne çıkanlar olacak. Belki şans verilse yerine transfer edilenden çok daha iyi performans sergileyebilecekken sırf eski yüz olduğu için maçı yukarıdan izlemek zorunda kalacak. Bazılarının ise oynayamadığı için milli takım kariyeri riske girecek. Kimisi maç başı ücretini alamadığı için üzülürken, kimisi piyasanın azaldığını düşünecek. Bu ve buna benzer sebeplerden dolayı da ayrılıklar kaçınılmaz olacak.

    Ancak gündem de öyle iki ayrılık var ki; bence takımlarından ayrılmayı en son hak edecek iki isim olmaları rağmen, belki de gönderilmeleri kolay olduğu için tercih edilen iki İsveçli Samuel Holmen ve Johan Elmander. Holmen'in durumu fıkralık olduğundan önce Elmander'den başlayalım.

    Galatasaray kadrosunda tribüne çıkması muhtemel ismler olarak Dany, Riera, Elmander ve Amrabat isimlerini varsayalım. Bu isimlerden gönderilecek ilk isim kimdir? Bence kesinlikle Elmander değildir. Hatta gönderilmeyecek bir kişi aransa Amrabat ve Elmander yarışır. Ancak Riera'nın sağlam sözleşmesi, Dany'nin hatalara rağmen genç yaşı Elmander'i Galatasaray'da kurban yaptı. İki sezon öncesinin bionik adamı, "Golmander"i sessiz sedasız Ada'nın yolunu tuttu.Umarım Galatasaray Drogba ya da Burak'ın sakat veya formsuz olduğu dönemlerde Elmander'i aramaz.

     Gelelim diğer kurbanımız Holmen'e. Fenerbahçe'de tribüne çıkacak isimler Galatasaray'ınki kadar net olmasa da tahmin edilebilir. Alves, Sow, Kuyt ve Emenike kadroda yerleri kesin olan isimler. Kalan yedi futbolcudan ikisi onbirde, dördü tribünde ve biri de başka bir takımda yerini alacak. Takımdan gönderilmek istenen ilk isim Krasic olmasına rağmen, Galatasaray'da Riera ile başa bela olan yüksek maaşlı kontrat, Fenerbahçe'de Krasic ile gün yüzüne çıkıyor. Bu yüzden oklar zayıf halkalar Webo, Yobo ve yeni transfer(!) Holmen'e dönüyor. Üç isim de kaliteli olmasına rağmen bence Fenerbahçe'nin asıl ihtiyacı olan forvet-orta saha bağlantısını hakkıyla sağlayabilecek olan Holmen, isminin küçüklüğünün kurbanı olacağa benziyor.

Cumali Öncalır
twitter.com/concalir

13 Ağustos 2013 Salı

2013-2014 Galatasaray Kadro Yapılanması ve Oyun Planı

   

     Yabancı sınırlamasındaki değişiklikten sonra tribünde yabancı oturtmak istemeyen ancak Culio'yu göndermesine rağmen hala tribünde oturabilecek maximum sayıda yabancısı Galatasaray'ın yabancı transferi yapması sürpriz olur. Özellikle Riera ve Elmander gibi şu anda aldıkları paraları başka yerde bulamayacaklarını bilen futbolcular da takımdan ayrılmayacağına göre transfer dönemi, gelecek futbolcular bakımından Galatasaray için kapanmışa benziyor. Bundan sonra transfer yapılırsa da muhtemelen yerli ve genç isimler olacaktır.Bu durumda Galatasaray'ın geniş kadrosunu ve lig için oluşabilecek 18 kişilik kadrolara bir göz atalım.

       Bilindiği gibi sahada ve kenarda toplamda sadece altı yabancının yer alacak olması, Fatih Terim'i bu altı futbolcunun seçiminde zorlayacacaktır. Kadrodaki yabancılara bakıldığında hepsinin vazgeçilmesi zor isimler olduğunu görüyoruz. Bu durumda isime bakılmaksızın en formda olan altı kişi seçilecektir. Fatih Terim'in bunu son oynanan süper kupa maçında Amrabat'ı oynatabilmek için yeni transfer Chedjou'yu kesip yerine Gökhan Zan'ı oynatarak yapabileceğini gördük.

       Süper Kupa maçında gördük ki yabancı olarak; Muslera, Melo, Sneijder ve Drogba'nın takımdaki yerleri garanti, diğer iki isim için ise Amrabat, Chedjou, Eboue, Riera, Dany ve Elmander arasında kıyasıya bir çekişme yaşanacaktır. Bu isimler arasında Dany'nin sezon başı hazırlığını talihsiz geçirmesi ve Elmander'in alternatiflerinin istim üstü isimler olması forma bulma şanslarını oldukça azaltıyor. Amrabat'a gelince istekli oyununa biraz beceri, biraz da son topları verimli kullanmayı katabilirse bence beşinci yabancı olmaya en yakın isim. Eboue fazlasıyla deneyimli ve yetenekli olmasına rağmen özellikle geçen seneden beri devam eden kırılgan yapısı ve ilk seneye göre düşen asistçi özelliği onu gözden düşürebilir. Riera ise belki de "çakma sol bek" oluşundan dolayı kadroda değişikliğe neden olabilecek en son yabancı. Ancak Riera'nın Şampiyonlar Ligi'nde, özellikle içeride oynayacağımız maçların tamamında forma bulabileceğini düşünüyorum.

       Chedjou'nun durumu ise diğerlerine göre oldukça farklı. Asqqqqlında takımda direk oynayacak bir isim olabilecekken, yabancı sınırının kurbanı olabilir. Chedjou, Amrabat yada Eboue'nin formsuz olduğu ya da Burak'ın eski günlerine döndüğü ilk hafta kadrodaki yerini alacaktır. Ligde Arena'da oynanacak maçlarda çift forvetli sistemle oynayacak takımda Amrabat'ın yerine Sneijder kaydırılıp, Chedjou'ya yer açılacaktır. Ceza veya sakatlıklar dışında yabancıların seçiminde büyük farklılıklar olabileceğini düşünmüyorum.

      Gelelim kadronun diğer tarafı, yerlilerin seçimine. Semih ve Selçuk takımın yerli bankoları. Hakan Balta ise aslında ilk onbirlik bir performansa sahip olmamasına rağmen üçüncü banko(!). Geçen senenin onbire direk yazılan iki ismi Burak ve Hamit'te ise durum bu sene farklı. Özellikle Emirates Cup maçları ve Fenerbahçe maçında başarıya ulaşan tek forvetli sistem, zaten formsuz olan Burak'ı, mutsuz bir yedeğe dönüştürebilir. Bu durum da yedek kalmasına rağmen elinden gelenin en iyisi yapmaya çalışan Umut'u, oyuna alınacak ilk forvet seçeneği haline getirebilir. Bu yüzden Burak'ın formayı kapması için yine çok çalışıp, son iki sezonun kralı olduğunu Fatih Terim'e hatırlatması lazım. Aksi takdirde üç yıllık peri masalı son bulabilir ve her zamanki gibi futbol kibiri affetmez, çalışmayı ödüllendirir. Hamit ise hala kariyerinin kredisini kullanmaya devam ediyor. Ancak bu kredinin suyu çekilmek üzere. Hazırlık maçlarının hiçbirinde kendini gösteremeyen Hamit, Fenerbahçe maçında yapamadıkları ile de saç-baş yoldurttu. Fatih Terim'in en güvendiği adamlardan olmasından ötürü ligin ilk haftalarnda ilk onbire yazılacağını düşündüğüm Hamit için göstereceği performans ilerleyen haftaların belirleyicisi olacaktır.

 
       Kulübede kale, defans ve forvet az çok belli iken, orta saha için çok büyük bir mücadele bizleri bekliyor. Kale için Eray, stoper için Gökhan, bek için Sabri, forvet için ise Umut'un yerleri garanti. Eray hariç bu isimlerden herhangi birinin  ilk onbirde başlaması şaşırtıcı olmaz. Özellikle Gökhan yabancı stoper'in yerine, Sabri de Eboue'nin yerine oyuna başlayabilir.  Orta saha için ise Ceyhun, Yekta, Emre Çolak, Engin, Erman Kılıç, Kazım arasında kıyasıya bir mücadele yaşanacak. Melo'nun alternatifi olabilmek için geçen sezon rakipsiz olan Yekta, bu sezon Ceyhun tarafından fazlasıyla rahatsız edilecek. Selçuk İnan ve Sneijder'in yedekliği için yarışacak olanlar ise Emre, Engin ve Erman Kılıç. Bu isimlerden Erman'ın Fatih Terim tarafından sol bekte denenmesi ve Süper Kupa finalinde bıraktığı olumlu izlenim iyi bir yedek olabileceğini gösterdi. Emre'nin hazırlık maçlarında gösterdiği olumlu performans ise mücadeleyi bırakmayacağının kanıtı. Yedeklik için en çok mücadele etmesi gereken iki isim ise geçen seneden mimliler Engin ve Kazım. Kazım sağ açıkta Hamit'ten sonra tek kanat oyuncusu olarak gözüksede kanıtlaması gereken çok şey var. Engin'in ise ilk önce akıllandığını göstermesi, sonra da iki sene öncesini anımsatacak bir performans sergilemesi gerekiyor.

Yazar notu:
  1. Muslera'nın yedeği olabilecek ve hazır Muslera-Taffarel ikilisi buradayken ondan birşeyler öğrenebilecek bir yerli kaleci bulunmalı. 
  2. Takımı gençleştirme, yerli alternatif oluşturma ve Gökhan Zan ile Hakan Balta'nın durumlarının papatya falı misali olmasından dolayı yerli ve genç olan bir stoper ve sol bek alınmalı. (Ahmet Çalık- paraya kıyıp İsmail Köybaşı)
  3. Burak Yılmaz ile açık açık konuşulup kafası burada değilse gitmesine izin verilmeli yada sıkıntısı ne ise giderilmeli.
  4. Semih-Selçuk-Emre üçlüsü kesinlikle elde tutulmalı, sözleşmeleri bitiş zamanlarına yaklaşmadan mutlaka uzatılmalı.
  5. Gelecek sezona Drogba'nın ayrılması durumunda aynı etkiyi yaratabileek bir transfer için şimdiden çalışmalara başlanılmalı.(İbrahimovic)

  Cumali ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com
twitter.com/concalir




     

7 Ağustos 2013 Çarşamba

2013-2014 Fenerbahçe Kadro Yapılanması ve Oyun Planı



Fenerbahçe için transfer sezonu, özellikle gelecek futbolcular bakımından bitti diyebiliriz. Forvet mevkisine düşünülen ve bütün yazımızı heba eden Cardozo transferi bana göre büyük bir şansla  Emenike ile sonuçlandı. Cardozo ne kadar iyi olursa olsun 30’lu yaşlarına gelmiş bir futbolcuya  bahsedilen paraların verilmesi çok mantıklı görünmüyordu. Çünkü yatırım olarak ölü olacaktı. Her ne kadar başarılı olursa olsun bu, Cardozo’nun son transferi olacaktı. Burada kazandığı parayı da başka bir yerde bulamayacağı için sözleşmesinin sonuna kadar kalacaktı. Emenike de ise durum biraz daha farklı. Yaş ve piyasası itibariyle buradan sonra yine kayda değer paralara bir transferi olabilir. Bu da yatırımı Cardozo’ya göre daha anlamlı hale getiriyor.
Emenike-Cardozo meselesini daha fazla uzatmadan Fenerbahçe’nin kadrosunun geneline bakarak gelecek  sezonun işaretlerine bir göz atalım. Öncelikle kadroda kalması muhtemel olan 10 yabancı  ismin kimler olabileceğine bakalım. Stoch’u PAOK’a kiralayan Fenerbahçe’de bir kişinin daha gitmesi gerekiyor. Yeni transferler Alves, Kadlec,Emenike ile birlikte Meireles, Sow, Kuyt, Baroni’nin yerleri kesin gibi gözüküyor. Bu durumda Yobo, Krasic, Holmen ve Webo dörtlüsünden biri sarı-lacivertli takıma elveda diyecek. İlerideki yeni üçlünün Sow-Kuyt-Emenike’den oluşacağını varsayarsak, herhangi bir sakatlık yada ceza durumuna karşı Webo takımda tutulacaktır. Krasic’te ise sözleşmesinden dolayı başka takımla anlaşması zor olacağından, en zayıf iki halka yani Yobo veya Holmen’den biri ayrılacaktır.

Geniş kadroya yeniden göz atacak olursak;
Yabancılar: Alves, Kadlec, Meireles, Baroni, Krasic, Sow, Webo, Kuyt, Emenike, (Holmen yada Yobo)
Yerliler: Volkan, Mert, Serkan, Egemen, Bekir, Serdar, Gökhan, Hasan Ali, Topal, Topuz, Selçuk, Emre, Alper, Caner, Salih, Recep

                Ortalama 26 kişilik bir kadroyla sezona başlayacak olan Fenerbahçe’de 11’in nasıl şekilleneceği orta saha dışında tahmin edilebilir görünüyor. Ancak  4-3-3  diyebileceğimiz bir sistem tercih eden  takımda, 9 alternatiften 3 kişinin seçileceği bir yerde problem olacağını zaten her üç Fenerbahçeli’den dördü(!) söylüyor. Ancak iki Salzburg maçı ve PSV maçlarındaki birkaç denemeden hangilerinin başarılı, hangilerinin başarısız olacağı ile ilgili bazı ipuçları edindik. Örneğin kesici ön libero mevkisinde Emre’nin oynamayacağını, öndeki üçlünün arkasında yabancı olacaksa Baroni, yerli olacaksa Salih’in tercih edilmesi gerektiğini, Eskişehirspor’da Ersun Hoca’nın Hürriyet’e verdiği iki stoperin arasına gelebilen ön libero stiline en uygun adamın Topal olduğunu gördük. Yani orta sahadaki ilk isim bence Topal’dır. İkincisi sezon başı formuyla Meireles ve ve yine bence yeni transfer olması bakımından Alper’dir. Baroni bu kadroda tercih edilmek istenilmesine rağmen sınıra takılacaktır.

                Defans  ve ofans yerleşmesinde ise roller daha belli gibi. Geride Volkan, Alves, iyileşince Egemen ve Gökhan, Kadlec. İleride ise Sow, Webo, Kuyt üçlüsünde Emenike muhtemelen Webo’nun yerini alacaktır.  Bu durumda yedek kulübesi lig için Mert, Bekir, Hasan Ali, Emre, Alper, Caner, Salih olacak gibi görünüyor. Avrupa için ise muhtemelen Hasan Ali ve başka bir yerli yerine Baroni ve Webo yer alacaktır. Hatta Baroni Alper yerine ilk onbire dahi geçebilir.

                Sezon başlamadan Fenerbahçe ile ilgili gördüklerim bunlar. Ancak eğer transfer yapılmazsa kadronun ciddi problemleri de yok değil. Özellikle forvet mevkisindeki yerli alternatifin hiç olmayışı ciddi bir handikap. Sağ bek konusunda da aynı handikap olmasına rağmen Bekir ve Topuz ile orası idare edilebilir. Ancak her ikisinin de bir Gökhan Gönül olmadığını biliyoruz. 

Yazar Notu: İki senedir şampiyonluğu rakibine kaptıran Fenerbahçe için öncelik kesinlikle lig şampiyonluğudur. Avrupa kupasında geçen seneki gibi ya da ona benzer bir başarı başta Aziz Yıldırım olmak üzere Fenerbahçelilerin büyük çoğunluğunu tatmin etmez. Dolayısıyla Avrupa kupalarına erken bir veda ya da CAS’tan gelecek olası bir men durumu şampiyonluk adına(imaj adına büyük bir eksi olduğunu kabul etmekle birlikte)  Fenerbahçe hanesine büyük bir artı kazandıracaktır. Aksi takdirde mücadele edilecek birçok kulvar Fenerbahçe’yi geçen sene olduğu gibi çok yorup, beklenmedik puan kayıplarına neden olabilir.

Cumali ÖNCALIR
http:concalir.blogspot.com
www.twitter.com/concalir

25 Temmuz 2013 Perşembe

Marketing IN, Ruh OUT

 

    Kulüplerimizin forma lansmanları yapıldı. Özellikle Fenerbahçe formaları ile ilgili yapılan yorumların biri hariç neredeyse tamamı olumsuzdu. Olumlu yorum yapan isim ise bu işin başında olan ve kulüp ürüncülüğü işini hakkıyla yapan Abdullah Kiğılı beyefendiydi. Onun da forma ile ilgili kötü konuşmasını beklemek mantıksız olurdu zaten.
 
     Birkaç yıl önce Galatasaray'ın forma tanıtımında gizli çekilmiş bazı görüntülerde Arda Turan'ın formalarla ilgili yaptığı yorumlar oldukça tartışma yaratmıştı. Ancak dün sosyal medyada Arda'ya hak verenlere hatta onun gibi cümleler kuranlara fazlasıyla rastladım.

    "Marketing" adı altında alternatif yada doğru deyişle alışılmadık bir renk ile çıkarılan formalardan para kazanma hevesi hangi ülkeden bize bulaştı bilmiyorum ama  bizde tutmadığı aşikar. Örnek verecek olursak Galatasaray'ın birkaç yıl üst üste denediği altın, somon, turkuaz, mor gibi renkler taraftarlarca beğenilmedi. Yada Fenerbahçe'nin yeşili, Beşiktaş'ın kırmızı ve grisi beklenilen ektiyi yaratmadı.

     Bu konuda hedef kitle taraftar ise neden onların beğenisi dikkate alınmaz anlamıyorum. Bence Fenerbahçe için forma klasik çubuklu altına beyaz şort, Galatasaray için parçalı altına beyaz şort ve Beşiktaş için düz beyaz altına siyah şorttur. Forma fiyatlarının ateş pahasına dönüştüğü ve 20-25 milyonlara dayanan taraftar sayısına rağmen en fazla 500 bin formanın satılabildiği ülkemizde forma alacak olsam gidip enterasan renkleri tercih etmem. Takımımı hangisi temsil ediyorsa o formaya yönelirim.

     Ayrıca formalar üzerinden mesaj verme, formaya bir iki figürle anlam kazandırma telaşı da yersiz. Örneğin Galatasaray forması üzerine aslan koymak yada ilk defa duyduğumuz Galatlar'dan bahsederek mor renk tercih etmek beni etkilemedi. Yada Fenerbahçe formasındaki Türkiye haritası yada atkı şov onları etkilememiş görünüyor. Formayı anlamlı kılan onları kimin giydiği ve o forma üzerindeyken neler başardığıdır. O yüzden zamanında Metin Oktay'ın, Lefter'in, Baba Hakkı'nın, Can Bartu'nun terleterek ruh kattıkları formalara daha başka manalar yüklemeye çalışmak gereksiz.

     Para kaygısı ve rakibimi forma satışında nasıl geçerim endişesi ile yapılan bu hamleler, formanın etiket fiyatını yükseltirken, ulaşılabilirliğini ve en önemlisi ruhunu azaltıyor.

Cumali Öncalır
http://concalir.blogspot.com

   

 

23 Temmuz 2013 Salı

Çok Ekmek, Az Köfte



     Geçen sezon ülkemizi Avrupa'da başarıyla temsil eden kulüplerimizin, katıldığı organizasyonlardan elde ettikleri maddi gelirler açıklandı. Açıklamaya göre Fenerbahçe 11,181,000 Euro, Galatasaray ise 24,782,000 Euro gelir elde ettiler. Geçen sezondan aklımda kalan Fenerbahçe'nin gerek grup gerekse eleme turlarında rekorları alt üst etmesi ve gruptan çıkmayı garantilediği  içerdeki Gladbach ve yarı finalde elendiği Benfica maçı dışında mağlubiyetinin olmamasıydı. Galatasaray'ın ise başlangıcının çok iyi olmamasına rağmen ilerleyen maçlarda durumu toparlamasıydı.

    Şampiyonlar Ligi gelirlerinin, Avrupa Ligininkinden daha fazla olduğunu bilmekle birlikte aradaki farkın bu kadar fahiş olabileceğini tahmin etmediğim için bu konu üzerine kendimce bir hesap yapmaya karar verdim. Hesabı sadece alınan galibiyete-beraberliğe yada atlanan tura göre değil de alınan puan ve oynanan maç başına kazanılan miktara göre yapmanın daha mantıklı olacağını düşündüm. Sonuca birlikte bakalım.

    Fenerbahçe'nin elendiği Şampiyonlar Ligi ön eleme maçlarını hesaba katmadığımızda gruplarda 6, ileriki turlarda da 6 olmak üzere toplam 12 maça çıktığını görüyoruz. Bu 12 maçın sadece ikisini kaybederken, üçünde de berabere kaldı. Yani Fenerbahçe geçen sezonki serüveninde 7 galibiyet ve 3 beraberlik ile tam 24 puan topladı. Kazandığı parayı aldığı puanlara ve oynadığı maçlara paylaştırdığımızda;

Puan başına: 465,000 Euro
Maç başına: 931,000 Euro  kazanç elde ettiğini görüyoruz.

     Tabloya Galatasaray tarafından baktığımızda ise grup ve ileriki turlarda oynadığı toplam 10 maçta 5 galibiyet, 2 beraberlik ve 3 mağlubiyet ile toplam 17 puan topladığını görüyoruz. Aynı hesabı Galatasaray için de yaptığımızda:

Puan başına: 1,455,000 Euro
Maç başına: 2,478,000 Euro  kazanç elde ettiğini görüyoruz.

     Sonuç olarak Galatasaray, Şampiyonlar Ligi ön eleme maçlarını da dahil edersek Fenerbahçe'ye göre 6 maç az oynayıp, 7 puan az kazanmasına ve bir tur daha az ilerlemesine rağmen gelirini ikiye katlamış durumda. Hatta benim hesabımla olaya baktğımızda bu fark üç katına yaklaşıyor. Kısacası sadece Avrupa'da başarı elde etmek, bunun için büyük yatırım yapan kulüplerimizi tatmin etmeyebilir. Avrupa'da başarı Şampiyonlar Liginde olursa doyurucu hale geliyor. Aksi takdirde Avrupa Liginde kazanılan para takımın deplasman masraflarını karşılamada bile yetersiz kalabilir. Hali hazırda Türkiye'deki kulüplerin en büyük hedefinin lig şampiyonu olarak Şampiyonlar Ligine katılmayı garantilemek olması gerekmektedir.
   
     Son iki sezonda her iki liginde tadına kupa kaldırarak bakmış olan Chelsea'nın  başarılı defans oyuncusu David Luiz'in Avrupa Ligini tavuğa, Şampiyonlar Ligini ise bifteğe benzetmesi, iki lig arasında sadece maddi yönden değil "lezzet" yönünden de büyük bir farkın olduğunu gösteriyor. Tabi ülke olarak her ikisine de aç olduğumuzdan tavuk-biftek ayrımı yapacak durumda olmadığımızı da belirtmek isterim

CUMALİ ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com

20 Temmuz 2013 Cumartesi

Şampiyonluğun Şifresi: Yerli Kulübe



Transfer sezonunun henüz ortalarında olmamıza rağmen şampiyonluğa oynayacağını düşündüğüm kulüplerimiz transferi büyük ölçüde tamamladılar. Bunun nedeni 6+0+4 kararından sonra alınabilecek bir iki yerli futbolcunun hemen transfer edilmesi, kadrolardaki mevcut vasat yerlilerle sözleşme yenilenmesi ve zaten şişmiş durumda olan kontenjanlarından dolayı  yabancı futbolcuların alınması değil gönderilmesi ile mesainin harcanmasıdır. Federasyonun almış olduğu karar ile ilgili yorumumu daha önceden yaptığımdan “başa gelen çekilir” deyip bundan sonra “neler yaşanır, lig nasıl ilerler ve mutlu sona kim ulaşır?” üzerine kafa yormaya karar verdim.

Yazımın başlığından da anlaşılacağı üzere bu sene kulübede hiç yabancı olamayacağından hareketle şampiyonu belirleyecek etkenin kulübelerden alınacak katkı olduğunu düşünüyorum. Daha doğrusu futbol böyledir. Birçok maç yedek kulübesinden gelen futbolcuların katkılarıyla kazanılır ya da kaybedilir.  Kenara baktığımızda tamamen yerlilerden oluşan bir kulübe göreceğimizden yerlisi iyi olan büyük ihtimalle şampiyonluğu da kazanacaktır. Tabi bu tezin gerçekleşmesinde en kritik noktalardan biri de ilk 11 başlayacak yabancıların neler yapacağı olacaktır.

Analize son şampiyon Galatasaray’dan başlayalım. İlk 11’de yabancı olarak Muslera, Eboue, Chedjou, Melo, Sneijder ve Drogba, yerli olarak ise  Semih, Hakan Balta, Hamit, Selçuk, Burak’ın başlayacağını varsayalım.Bu durumda kulübeyi;Eray, Gökhan Zan, Sabri, Engin, Yekta, Emre, Erman Kılıç, Kazım, Umut  isimlerinden 7 tanesi oluştururacak. Geçen seneki performansları göz önünde bulundurulursa oyuna girdiğinde olumlu etk yaratacak tek isim Umut görünüyor. Yeni transfer Erman Kılıç ise tamamen kapalı kutu. Bu durumda Galatasaray’ın kulübesi şampiyonluk için yetmeyebilir.

Fenerbahçe’de ise durumlar biraz daha farklı. Eksik görülen yerlerin tamamına yeni ve kaliteli isimler transfer edildi ve edilmeye de devam ediliyor. An itibariyle Cardozo transferi gerçekleşeceğe benziyor. Eğer olursa Fener’in ilk 11’de Alves, Kadlec,Baroni yada Meireles, Kuyt, Sow, Cardozo, Volkan, Gökhan, Egemen, Emre, Topal isimlerinden oluşacağa benziyor. Bu durumda Fenerbahçe’yi geçen sene lig ikinciliğine, kupa şampiyonluğuna ve Uefa’da yarı finale taşıyan oyuncuların çoğu yedek kulübesinde olacak.

Kulübede; Mert, Bekir, Hasan Ali, Selçuk Şahin, Alper(11’de bir yabancının yerini de alabilir),  Topuz, Caner, Recep Niyaz isimlerinden 7 tanesi ile oluşacak. Kulübedekilere bakınca Fenerbahçe’nin üstünlüğü göze çarpıyor. Ancak Fenerbahçe’nin üç büyük dezavantajı var. Birincisi yeni bir teknik direktör, ikincisi takımın kritik bölgelerinde çok da kötü olmayan isimlerin yerine yapılmış yeni transferlerin uyumuqqqq ve yerli forvet rotasyonunun neredeyse hiç olmayışı.

Beşiktaş, “FEDA” senesinin olumlu bir mirası olarak eldeki yabancılardan kurtulma sorunuyla uğraşmadı. Hatta eksik yerlerine yabancı transfer bile yapabildiler. Alınması mecbur olan stoper mevkisine geleceğinin parlak olduğunu söyledikleri bir genç ve forvete ligin kalbur üstü forvetlerinden birini transfer ettiler. Diğer transferleri ise genelde kulübeye oldu. Şu anda transferi konuşulan Tolga Zengin alınırsa bence  Beşiktaş’ta hedefleri yükseltecek bir isim olur. Beşiktaş’ın ilk 11’ine bakacak olursak; Franco, Sivok, Fernandes, Holosko, Almeida, Eneramo, alınırsa Tolga, Serdar kurtuluş, Gökhan Süzen, Veli ve Olcay. 

Kulübe ise; Cenk, Toraman, Ersan, Tanju, İsmail Köybaşı, Necip, Oğuzhan, Sezer Öztürk, Gökhan Töre, Pektemek, Ömer Şişmanoğlu isimlerinden yedisi ile oluşacak. Özellikle Fenerbahçe ve Galatasaray’da yaşanan yerli ofans sıkıntısı Beşiktaş’ta görünmüyor. Özellikle ülkemizin yeni nöbetçi golcüsü Ömer Şişmanoğlu’nun ve iki sene öncesinin en iyi orta saha oyuncularından olan Sezer Öztürk’ün transferi kulübeden gelecek katkı bakımından oldukça mantıklı. Ancak  geçen sene Beşiktaş’ın sıkıntılarının başında gelen sol beke, Hilbert’in bırakılması ile sağ bek de eklenmiş oldu. Antep’ten alınan Serdar ve yaklaşık bir buçuk yıldır topa dokunamayan İsmail Köybaşı’nın performansları bek probleminin akıbetini belirleyecek.

Bursaspor yaptığı transferlerle dikkat çekse de yerli rotasyonu çok kısıtlı olduğu için, Trabzon’un şampiyonluğa oynayacak bir kadro ve en önemlisi psikolojiye sahip olmadığını düşündüğümden bu analize dahil etmedim.  Yukarıdaki tabloya baktığımızda avantajlı takım Fenerbahçe görünüyor. Ancak Galatasaray’ın sadece birkaç takviye ile kadrosunu hiç bozmadan devam etmesi rakiplerine geçen seneki 10 puanlık farkı kapatacak bir futbol oynamaları gerektiğini hatırlatıyor.  

Şampiyon kim olursa olsun, liglerin her sene tekrarlandığını unutmadan, kavga dövüşten uzak, temiz, kaliteli bir lig izlemek ümidiyle…

CUMALİ ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com


26 Haziran 2013 Çarşamba

Tam Zamanı...

 

     3 yıllık uzun, yorucu ve kutuplaştırıcı bir sürecin acısı ile tatlısı ile sonuna gelmiş bulunmaktayız. Süreçte olayın bütün aktörleri büyük yada küçük hatalar yaptı. Kısacası sürecin hiçbir anı iyi yönetilemedi. Tüm takım taraftarları formalarını üzerinden çıkarıp objektif düşünemediği için, aslında kendinin de tasvip etmeyeeği birçok şeyi meşru gördü. Hatta partilerinin adı "Adalet" ile başlamasına rağmen olaya müdahil olan siyasetçiler belki oy kaygısı, belki de renk sevdasından dolayı akla mantığa tamamen aykırı cümleler kurdular. Netice itibariyle kendi içimizde bir şekilde ört-bas ettiğimizi zannettiğimiz bu olayı, tabii olduğumuzu unuttuğumuz bir kurum tarafından öyle yada böyle cezalandırıldı.


      Peki şimdi ne olacak? Muhtemelen bir üst mahkemelere-kurullara başvurularak ceza kaldırılmaya yada hafifletilmeye çalışılacak. Umarım da başarılı olur. Ancak benim için önemli olan bizim yani taraftarın gereken cezayı gereken kişilere vermesidir. Artık hiç bir taraftarın "benim kulübüm temizdir" diyebileceğini düşünmediğimden, kulüplerimizi babalarının malı zannedip tüm dünyaya rezil eden bu ahlak yoksunu insanlara yakışan tepkiyi vermemiz gerekir. Tesis kazandırmanın, stadyum yapmanın, borç eksiltmenin asli görevleri olmasına rağmen bunlarla övünerek kulüpleri kendinin zanneden bu insanlara o kulüplerinin bizlerin olduğunu hatırlatmanın tam zamanı. Kulüp yönetemediği aşikar olan zengin çocuğuna, ülke futbolunu hiç yönetemeyeceğini, sadece kendini ilgilendiren iş olan tüp satmaya dönmesi gerektiğini suratına vurmanın tam zamanı.


        En önemlisi artık insanlığımıza yeniden dönmenin tam zamanı. "Başarı gelsin de nasıl olursa olsun", Ne adaleti ya?", "Zamanında da siz yaptınız, yapmayan mı var?", "Adam olsaydınız da siz de yapsaydınız." gibi cümlelerden sıyrılıp "Ayıp ya." , Hiç mi Allah korkun yok?" , "Kul hakkı yenilir mi? ,  "Bu iş yanlış arkadaş." gibi daha hakkaniyetli cümleleri tercih etmenin tam zamanı. Özellike son zamanlarda unuttuğumuz "Özür dilerim." cümlesini ara sıra kullanmanın tam zamanı.  Gole, penaltıya, galibiyete, şampiyonluğa içimize sine sine sevinmenin, kaybeden rakibimize "Vay salaklar!" yerine "Bu sefer biz kazandık, bir dahakine siz kazanabilirsiniz" demenin tam zamanı. Takımlarımız yabancılarla oynarken taktığımız yabancı takım kaşkollarını, formalarını çıkarmanın, bu takımların aşığı olduğumuz ülkenin takımları olduğunu hatırlamanın tam zamanı.


       Aziz Yıldırm olmadan Fenerbahçe'nin, Ünal Aysal yada Fatih Terim olmadan Galatasaray'ın, Serdar Adalı yada Tayfur Havutçu olmadan Beşiktaş'ın  büyük olduklarını ve büyük olacaklarını farketmenin tam zamanı. İkinciliğin de en az birinlik kadar değerli olduğunu, ikinci olabilmek için dökülen terin alın teri olduğunu farketmenin tam zamanı. Taraftarına taraftardan çok "müşteri" daha doğrusu "yolunacak kaz" olarak gören ve tanrıları para olan ve para için bizi bize kırdıran yöneticilere "dur" demenin tam zamanı.


          Kısacası bu musübetten daha güçlü, daha temiz ve daha acil çıkmak tamamen bizim elimizde. Bu saatten sonra akıllı ve uyanık olmanın tam zamanı...

CUMALİ ÖNCALIR
http://concalir@windowslive.com