18 Mayıs 2014 Pazar

Sinyor mu, İmparator mu?

     


       Bir Galatasaray'lı olarak her iki tarafa da defalarca git-geller yaşasam da aşağıdaki soruyu sorabilmek için doğru zamanın sezon sonu olması gerektiğini düşündüm.  Şimdi soruyorum:

       Roberto  Mancini mi başarılı, Fatih Terim mi?

       Cevabı bence şimdilik bulunamayacak bir soru. Çünkü bu soruya cevap verebilmek için iki ismin de aynı şartlarda mücadele etmesi gerekirdi ki bu gerçekleşmedi. Doğru değerlendirme her iki ismin artı ve eksilerini ve bu artı-eksileri hangi şartlarda aldıklarını alt alta yazıp incelemekle mümkün.

        Değerlendirmeye sonucu en kolay olan kulvardan yani Türkiye Kupası'ndan başlayalım. Bu kulvarda turnuvaya her iki sene de gruplara kalamadan elenen Terim'e göre, uzun bir yolculuğu belki de ciddi rakiplerin erken elenmelerinden dolayı kupaya uzanarak noktalayan Mancini daha başarılı görünüyor. Ancak bahsi geçen iki başarısız(!) sene bir İmparator manevrası ile dar kadroyu gereksiz bir külfettten kurtarma olarak da algılanabilir. Ancak biz Terim'in girdiği her yarışı kazanmak isteyeceğini düşünerek kupada artıyı Mancini'ye yazalım. Kupada oynanan her resmi maç başına düşen puan oratalaması Terim için 1,5 iken, Mancini için 2.

         Değerlendirmenin ikinci ve cevabı kupa kadar berrak olmasa da artının kime yakın olduğu tahmin edilebilir bölümüne. Lig başarısı her iki senede şampiyon tamamlandığı için elbette Terim'de görünüyor. Ancak bu iki seneye bakarken Fenerbahçe ve Beşiktaş'ın o anki durumlarını gözardı edersek yanılabiliriz.

       Fenerbahçe'nin belki üst üste 3-4 yıl daha şampiyon olabilecek kadrosunun birkaç haftada tamamen dağılması, yaşadığı saha dışı olaylar, uzun süren Avrupa ve Türkiye Kupası serüvenleri, Beşiktaş'ın da neredeyse Fenerbahçe ile aynı şeyleri yaşaması Fatih Hoca'nın işini kolaylaştırmış olabilir mi acaba? Yaş ortalaması oldukça yüksek olan bir takımın Şampiyonlar Ligi dışında Çarşamba-Pazar fikstürüne bu sene artı 12 maç eklenmesi de ciddi bir handikap olabilir mi? Ayrıca bu kulvarda yani kupada; Fatih Terim tarafından tercih edilen ve uğruna 10 küsür milyonlar harcanan Bruma ve öyle yada böyle bir önceki sezon Şampiyonlar Ligi'nde gruptan çıkaran gölü ve ondan önceki sezonda tıkanan bir Mersin deplasmanında soldan taşıdığı topla kiliti açan Aydın'ı da kaybetmek başarısızlıkta bir etken olabilir mi?

        Mancini'nin birkaç kez arkasına sığındığı "Bu takımı ben kurmadım." savunmasının içinin çok da boş olmaması başarıda etki edebilir mi? "Bu sezonun devre arasında alınanlar kimin transferi peki?" sorusunu duyar gibi oluyorum. Doğrudur.  Ancak devre arası transferlerinin ne kadar riskli, direk oynayacak adam bulmanın zor ve o kalibrede futbolcular bulunsa bile bu futbolcularının herhangi bir Avrupa kupasında oynamamış olmasının neredeyse imkansız olduğunu hatırlamakta fayda var.

       Bence gözden kaçırılmaması gereken birkaç konu var ki bunlar çok önemlidir:

  • Yabancı sınırlaması konusunun Terim'li yıllara göre daha katı olması. Kısacası Terim yabancıları iyi olan kadrodan yabancı çıkardığında yine yabancı sokabiliyordu. Ancak Mancini'nin bu fırsatı yoktu. Rakipleri Alper,Caner,Topal,Oğuzhan,Gökhan Töre,Tolga vs. ile güçlenirken tek yerli transferi Erman'ı sezon başlamadan, tartışılan bir isim olsa da Necati'yi "Kendi ayrılmak istiyor" bahanesi ile bizzat Fatih  Terim tarafından gönderilmesi.
  • Takımın oynarken saç-baş yoldurtan ancak önemi yokluğunda anlaşılan ismi Hamit'in neredeyse tüm sezon olmayışı. Umut'un belki de baba olmayı beklemesinden kaynaklı inanılmaz form düşüklüğü ve Selçuk'un neredeyse hiç ortalarda görünmemesi.
  • Ve Fenerbahçe'nin çok çok iyi bir sezon geçirmesi. Sezon içerisinde belki de birçok kişinin konuştuğu Fenerbahçe'nin son dakikalarda kazandığı galibiyetler Galatasaray'a fark atmasında çok büyük bir etken. Zira alınan mağlubiyetlerde Galatasaray'ın Fenerbahçe'den daha iyi durumda olmasına rağmen farkın açılmasının nedeni Fenerbahçe'nin beraberlikleri galibiyete çevirebilme yeteneği ve gücü.
    Yine de bunca bahaneye rağmen lig mevzusunda artıyı resmi maç başına tutturduğu puan oratalamasında 2,10'a 1,96 ve iki şampiyonluk ile Mancini'yi geçen Terim'e yazalım. 


     Gelelim karşılaştırmada işi arap saçına döndüren "yok ya bence" ile başlayan cümleler kurmamıza daha çok neden olan bölüme, Şampiyonlar Ligi'ne. Fatih Terim ile Real Madrid'e karşı çeyrek final oynamak çok çok büyük başarıdır ki elenmemize rağmen 3-2'lik maçta ses kısıklığım vardır. Ancak takımı;  İstanbul'a gruptan çıkmayı garantileyerek gelen Manchester United, Braga ve Cluj'dan oluşan bir gruptan son dakikalarda çıkarmak ile ilk maçında 1-6 kaybeden hocanın yerine geldiğin takımı Real Madrid, Juventus ve Kopenhag'ın olduğu  gruptan yine son dakikada çıkarmak mı daha zordur burası kafa karıştırıcı. Burada da muhtemelen "kar-kış olmasaydı" ile başlayan cümleler gelir. Haklılardır. Ancak gayet güzel bir havada Torino'da oynanan maçta da yenilmeden oradan ayrılmak tur şansını hala devam ettirmesi ve ikili averajın Galatasaray'da kalmasını sağlaması açısından oldukça önemlidir. Ayrıca ikinci turda Schalke kurası kadar şanslı olamayıp Mourinho'lu Chelsea ile eşleşmek "Neden çeyrek final gelmedi?" sorusunun yanıtı olabilir.


      Yine bunca laf kalabalığına rağmen sayılar mevcut ve diyorlar ki; maç başına puan ortalaması Mancini için 1,15 ve Terim için 1,54. Kısacası istatistik Terim diyor. Fakat yine bir Avrupa maçı öncesi bizzat Terim'in kendisi tarafından yapılan istatistik-mini etek benzetmesi bu durum için uygun mudur soru işareti. 

       O zaman ben kendi çıkarımlarımı yapayım.
  1. Karizma: Eğer karizmaya doğudan bakarsan Terim, diğer taraftan bakarsan Mancini
  2. Hırs: Terim
  3. Sahiplenme, sorumluluk: Terim
  4. Teknik-Taktik: Hala kararsızım.(Sneijder'i parlatan da Mancini, Ceyhun'u oynatan da.)
  5. Hakimiyet: Terim
  6. Sükunet: Mancini
  7. Avrupa: Mancini
  8. Lig: Terim
  9. Kupa: Mancini
  10. Süper Kupa: Terim (Mancini henüz oynamadı)
  11. Transfer (Kesinlikle Terim daha başarısız, ancak Mancini'nin başarısını da henüz göremedik. Kalırsa daha iyi değerlendirilebilir. Ancak Terim'in en tedirgin aldığı adamın Melo, peşinden koşarak aldığı adamın Amrabat olduğunu düşünürsek Mancini'nin daha başarısız olma ihtimali zayıf.)
  12. Motivasyon: Terim
  13. Profesyonellik: Mancini
  14. Giyim-kuşam: Mancini
  15. Ego(zararlı olan): Terim

Not: İki sezon birlikte karşı çıktığımız, her maç yeter yeter diye birlikte bağırdığımız, sezonun yarısını tribünde geçirmesine neden olan, yabancı kuralında taban tabana zıt düşündüğünü defalarca dile getirdiği, kısacası iyi yönetemediğini düşündüğü bir adam ile "Aslolan Galatasaray'dır." dedikten hemen sonra kol kola poz verip, "Gün gelecek konuşacağım." dediklerini birden unuttuğu için Fatih Terim'e benden kocaman bir eksi.

Cumali ÖNCALIR
concalir.blogspot.com
twitter.com/concalir





17 Mart 2014 Pazartesi

ADI ÇIKMIŞ YETMİŞE, GİDEMEZ MEMLEKETE...

     

       Dünya kupasının başlamasına sayılı günler kala, bu turnuvanın her zaman doğal favorilerinden biri olmasını, ev sahipliği ve geçen yazki Konfederasyon Kupası şampiyonluğu ile daha da pekiştiren Brezilya'nın kadrosunun nasıl şekilleneceği büyük merak konusu. Bu merakın en büyük nedeni oyuncu havuzunu oluşturan eski ve yeni isimlerin neredeyse tamamının yıldız ya da birer yıldız adayı oluşu. Biraz sonra turnuva için seçilebilecek 23 kişilik kadroyu tahmin etmeye çalıştığımda dışarıda kalan veya kadroya giren isimlerin ne kadar kaliteli olduğunu ve bu kalitenin seçimi ne kadar zorlaştırdığını göreceğiz.

      Benim dikkat çekmek istediğim konu ise artık bizden biri olan ve son zamanlardaki performansı ile milli takım formasını ne kadar istediğini gösteren biri. Bahsettiğim kişi; 2010 Dünya Kupası'nın yarı finaline kadar oynadığı tüm milli maçlarda takımının sahadan mağlubiyet almadan ayrılmasına şahitlik etmiş, çok değil birkaç sene önce şimdiki haleflerinden daha sansasyonel bir transfer hikayesi ile İtalya'nın bir büyük kulübünden daha düyük başka bir kulübüne 25 milyon euro gibi kayda değer bir bedel karşılığında geçen ancak Portakallar'a karşı oynanan yarı final maçında Robben ile yaşadığı pozisyonda  hırsının kurbanı olup kendisi için milli takım kapılarının sonsuza kadar kapanmasına neden olan nam-ı diğer "Pitbull", Felipe Melo.

      Melo ve mevkidaşlarından hangilerinin dünya kupası kadrosunda olacağına-olması gerektiğine geçmeden önce takımın geri kalanı için tahminlerime bakalım.

KALE

       Kale, kadro seçiminde suların en durgun olacağı bölge. Julio Cesar, Diego Alves ve bu iki ismin yanında Diego Cavallieri veya Victor Bagy'den biri kadronun üç kalecisi olur.

DEFANS

      Defans kaleye göre daha dalgalı olsa da birkaç isim dışında büyük ölçüde tahmin edilebilir. Thiago Silva, David Luiz, Dante, Marquinhos, Dani Alves, Maicon, Filipe Luis, Marcelo seçilmesi neredeyse kesin olan isimler. Bunlar dışında Dede, Miranda, Maxwell, Adriano hatta Telles gibi isimlerden seçilenler olursa sürpriz olmaz. Ancak Scolari'nin 23 kişilik bir kadroda defans bölgesine 8'den fazla tercih yapmayacağını düşünüyorum.

ORTA SAHA

       Melo'nun gönlümün adayı olduğu ön libero mevkisini sona bırakıp orta sahanın geri kalanını kimler gelebilire bakalım. Takım Brazilya olunca forvet ve etrafının seçimi zorlaşıyor. Ancak öne çıkan isimler yok mu? Elbette var. Sol taraf için öne çıkan isimler tabi ki Neymar ve Scolari'nin genç prensi Bernard ya da performansına bağlı olarak yıllanmış şarap Ronaldinho. Ancak Ronaldinho tercihinin çok olası olduğunu düşünmüyorum. Orta sahanın forvet arkası bölgesi için düşünülebilecek yaratıcı isimler Oscar, Hernanes ve Chelsea'de bazen sağda da tercih edilebilen Willian. Sağ tarafta ise öne çıkan ilk isim Hulk. Hulk'a alternatif ise Willian. Lucas Moura, Kaka, Jadson ve Robinho'da kanatlar için alternatifler olsa da seçilmeleri zor olan isimler.

FORVET

       Tek forvet oynayan takımın forvetinin kim olacağı da merak konusu. Son Konfederasyon Kupası'nda takımını sırtlayan Fred akla gelen ilk isim. Bizden sonra Brezilya'da Ronaldinho'nun da katkılarıyla küllerinden doğan Jo ise Scolari'nin diğer tercihi. Tek kişilik forvet kontenjanı için 3'ten fazla tercih yapmayacağını düşündüğüm Scolari'nin diğer seçeneği Dünya Kupası için Avrupa hayalini erteleyen Leandro Damiao olabilir. Luis Fabiano ve genç yetenek Alan Kardec'ten biri bu üç isimden birinin yerine tercih edilirse de sürpriz olmaz.


        Şimdiye kadar kadronun 20 ismini alternatifleri ile belirledik. Geriye ön libero mevkisinin 3 kontenjanı için yapılacak tercihler kaldı. Her bölgede olduğu gibi burası için de yeri garanti olan isimler var. Manchester City'den Fernandinho benim de itiraz etmediğim isim. Onun dışında Scolari'nin şimdiye kadar yaptığı tercihlere baktığımızda Paulinho, Lucas Leiva, Ramires, luiz Gustavo ve Brezilya liginden birkaç genç ismi görüyoruz. Tottenham'da Melo'nun Juventus'ta bidon seçilmesine neden olan performansından daha bidonluk hatta fıçılık bir performans sergileyen Paulinho seçilirse Konfederasyon Kupası'nın ekmeğini yemiş olacak. Ancak Paulinho dışındaki isimlerin hiçbirini anlamak mümkün değil. Özellikle Liverpool'a geldiğinden beri neredeyse hiç bir zaman ilk 11 futbolcusu olamamış Lucas Leiva'nın seçilmesi anlamakta güçlük çekiyorum. Leiva gibi kadroya seçilmesine şaşırdığım diğer bir isim Bayern Münih'te tutunamayıp Wolfsburg'a yıldız olmaya gidip beceremeyen Luiz Gustavo. Özellikle bu iki ismin Melo'dan herhangi bir fazlası olduğunu düşünmüyorum.
         
          Bana göre bölgesinde Melo'yu zorlayacak tek isim Ramires olur. Onun da futbolcu tipi olarak defansif yönünün Melo'dan daha iyi olduğunu düşünmüyorum. Ancak Ramires kadroya alınsa bile Paulinho'nun yerine hakkaniyetli tercih, her ne kadar adı çıkmış olsa da bence Felipe Melo'dur.

          Oluşan 23 kişilik kadroya yeniden bakalım;

  1. Julio Cesar
  2. Diego Alves
  3. Diego Cavallieri
  4. Thiago Silva
  5. Dante
  6. David Luiz
  7. Marquinhos
  8. Dani Alves
  9. Maicon
  10. Marcelo
  11. Filipe Luis
  12. Fernandinho
  13. FELİPE MELO
  14. Ramires
  15. Hernanes
  16. Oscar
  17. Willian
  18. Hulk
  19. Neymar
  20. Bernard
  21. Fred
  22. Jo
  23. Leandro Damiao

Cumali ÖNCALIR
concalir.blogspot.com
twitter.com/concalir

10 Mart 2014 Pazartesi

iF"LAZ"



             Dün gece Trabzon şehrinde yaşananları anlatacak tek kelime varsa onun adıdır "iflas".

  • İlk önce forması ya da yaptıkları ne olursa olsun  insanların canına kastettiğin için "insanlığın" iflasıdır.
  • Vatan sevgisi ile övündüğün memleketinde kendi polisinle çatıştığın için "vatanseverliğin" iflasıdır
  • Sana göre hakkın olanı ararken onlarca hakkı çiğnediğin için "haklılığın" iflasıdır.
  • Takımın sahada iyi oynarken oynamasına izin vermeyip puanları rakibine kendi ellerinle teslim ettiğin için "taraftarlığın" iflasıdır.
  • Takımının alcağı cezalarla haftalarca sahanın kapanmasına neden olacağın ve futbol izleyemeyeceğin için "futbolseverliğin" iflasıdır.
  • Yöneticin valinle, başkanın taraftarınla, taraftarın birbiriyle kavgaya düştüğü için "birlikteliğin" iflasıdır.
  • Belki de Avrupa Kupası hayalleri kurarken, şimdi alt sıralarla arandaki puan farkına bakıyorsan "umudun" iflasıdır.
  •  Her maçta onlarca top kurtaran, dünya devleri peşindeyken "Ben bu şehri seviyorum" diyen kaptanının ricasını hiçe sayıp taşlamaya devam ettiğin için "hatırın ve vefanın" iflasıdır.
  • Marka değerinden bahsedip sadece olumsuzluklara dünya gündemine gelmemize bir katkıda sen yaptığın için "imajın" iflasıdır.
  • Sahaya çıkarken birbirine sarılan, çok değil birkaç gün önce milli takım kampında aynı sofrada yemek yeyip, aynı odada kalan adamları birbirine düşürdüğün için "kardeşliğin" iflasıdır.
  • Çok sevdiğin ülkenin forması üzerindeyken alkışladığın adamı bugün taşladığın için "milliyetçiliğin" iflasıdır.
  • Kısacası zar-zor geçinen futbol piyasamızın top yekün iflasıdır.

Not: Dün gece olayları ilk gördüğümde attığım iki iletiyi ve geçen senenin Şubat ayında yazdığım "Trabzon nasıl şampiyon olacak?" adlı yazımın linkini burada paylaşmak istiyorum. Herhangi bir art niyet, tahrik yada çelişki olup olmadığına siz karar verin.


İletilerim
  1.  Yazık yazık bize de bu yakışırdı. Futbola en az 5 yıl ara verdirecek cesur yöneticiler lazım. Bilye ligi olsun bundan daha iyi olur...
  2. Trabzonlular adaleti kendileri arıyorlar. Haklı ama yanlışlar.
Cumali ÖNCALIR
concalir.blogspot.com

twitter.com/concalir

27 Şubat 2014 Perşembe

Herşey Normal, Panik Yok, Şans Var


      Futbol her yerde, her zaman çok güzel ancak kulüp futbolu için Şampiyonlar Ligi sanki soğanın cücüğü, yoğurdun kaymağı, lahmacunun göbeği gibi. Logosu, müziği, topu, havası, demeçleri bile ayrı bir elit. Kısacası bir Galatasaraylı olarak her sene gruplardan çıkıp bir yada iki tur daha oynamayı, her sene lig şampiyonu olmaya tercih ederim. 

      Öncelikle Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi çeyrek finaline çıkma mücadelesinde karşılaştığı rakibinin şu anda Premier Lig lideri, teknik direktörünün "Dünyanın en iyi 3 teknik direktörü kimdir?" sorusuna verilecek cevaplardan bir kişi ve kadrosundaki futbolcuların da 3-5 yıl sonrası için ülkemize gelse bile yıldız olarak görüleceği bir takım olduğunu hatırlatmak isterim.

      Drogba başta olmak üzere, Sneijder, Mourinho ve Mancini ile birlikte hikayesi daha da artan maçın öncesindeki demeç savaşlarına dikkat çekmek isterim. Aslında maç, eşleşme gerçekleştiğinde başlamıştı bile. Mancini'nin kendi takımına neredeyse hiç tur şansı vermemesi, Mourinho ve Chelsea kulübünün Drogba'yı pohpohlayıp bizi dev aynasına baktırmaya çabalaması aslında her iki tarafın da turu ne kadar istediğini ve rakibinden ne kadar çekindiğinin kanıtıydı.

       Sahadaki oyunla ilgili düşüncelerime geçmeden önce birkaç kelime ile taraftara ve stadyuma değinmek istiyorum. Özellikle metro çıkışında yapılan suni kar konsepti, belki de sezonun en önemli maçı olan ve taraftarın taraftarlık dersini başarıyla geçtiği iki günlük Juventus maçı serüvenine atıfta bulunan çok iyi düşünülmüş bir organizasyondu. Taraftar her zamanki gibi yine harikaydı. Arena ise düzelen zemini ve oluşan atmosferi ile tam bir Avrupa deplasmanı haline gelmiş gerçek bir "aslan yuvası" gibiydi.

        Gelelim maça. Mourinho'nun birkaç hamlesi var ki bence maç için çok kritik önem taşıyor. Bu hamlelerden biri Azpilicueta'ya göre daha yavaş olan ancak pozisyon almasını iyi bilip fizik kuvveti daha yüksek olan Ivanovic'i Sneijder tarafında, Ivanovic'e göre daha hızlı ve atletik olan Azpilicueta'yı da Ashley Cole'a tercih edip çıkana kadar Hajrovic, daha sonrada Burak tarafında tercih etmesi buralarda etkili olmamızı engelledi. Ayrıca Galatasaray'ın belki en iyi olduğu merkez orta saha bölgesinde Oscar'ın kaybolacağını bildiğinden onun yerine zaten sıkıntılı olduğumuz kanatlarda Schürle ile başlaması da çok akıllıcaydı ki meyvesini aldı. Golü Schürle-Azpilicueta yapımıyla buldular. Buna ek olarak Sneijder'in sola yakın oynamasını fırsat bilip Mikel'i kenarda oturtup orta sahayı daha kreatif oyunculardan oluşturması ilk bölümdeki orta saha üstünlüğünün Chelsea'de olmasının sebebiydi.


          Peki Mourinho'nun bu hamlelerine karşı Mancini neler yaptı? Maçın 30. dakikasına kadar tanıyamadığım, geldiği günden bu yana oturtmaya çalıştığı sistem ile çelişen bir Mancini vardı. Belki tüm Galatasaraylıları gerekliliğine sancılı bir şekilde ikna ettiği Ceyhun Gülselam gibi bir orta saha amelesini böyle bir maçta tercih etmemesi  kafamı karıştırdı. Ayrıca bu kurgudan neden vazgeçtiğine baktığımda ise cevap daha yaratıcı bir ofans hattı yaratmak olduğunu gördüm. Hajrovic eğer 3'lü forvetin solunda, Sneijder forvet arkasında, solda gerçek bir  kanat oyuncusu ve Burak-Drogba ikilsinden birinin tercih edildiği bir sistem olsaydı, Hajrovic dahil herkes etkili olabilirdi. Ancak Hajrovic topla buluştuğunda pas tercihi olarak etrafında sadece Eboue'nin oluşu, her ikisinin de birçok pas hatası yapmasına neden oldu ki golü de böyle bir pozisyon sonrasında yedik. Ayrıca oynayabilecek bir Semih varken neden Hakan Balta'nın tercih edildiğini galiba uzun yıllar anlayamayacağım. 

          Hajrovic-Yekta değişikliğinden sonra orta sahamız normale dönerken Chelsea'nin oyun üstünlüğü de son bulmuş oldu. Ancak aynı normalleşme ofans hattımızda yaşanmadı. Çünkü Sneijder ve Burak hala doğru yerlerinde değillerdi. Burak'ı takas futbolcusu yapan sağ çizgi sendromu, Sneijder'in ise maçtan sonra yakındığı topla buluşamama sorunları mevkilerinin sonucuydu. Ayrıca desteklenemeyen bir Drogba sadece uzun top indirmede işe yaradı ki Ali Lukunku'dan farklı bir performans sergileyemedi. Bana göre sahanın en iyileri ise iki Brezilyalımız Melo, Telles ve yaptığı hataya rağmen Muslera idi. 

         Tur şansımızı devam ettiren golü ise belki de kaderin bir cilvesi olarak yıllardır ön direğe attığımız kornerlerden bir tanesi doğru yere ulaşınca, yan toplarının kuvvetliliği ile bilinen bir İngiliz takımına karşı, transfer fiyaskosu olarak görülen Chedjou(jejuu) tarafından bulduk. Golden sonra ise klasik Arena Galatasaray'ına dönüştük. Semih'in de girmesiyle riskli ama ferah bir defans hattı, istekli bir orta saha ve durgun bir ofansif hat.

          Terry'nin pozisyonuna da kısaca değineyim. Evet profesyonelce yapılmış bir emek hırsızlığı var ancak Donk'un pozisyonu ile aynı değil. Özellikle hakemin yaptıkları bakımından çok ciddi bir fark var. Bizde hakem topçuya güvenip oyunu durdurmakta geç kalırken, dün hakem derhal oyunu durdurdu. Burak hayatının vuruşunu yaparken Cech topa müdahale etmedi. Ayrıca maçın tekrarı konusunu gündeme gelirse aynı skoru yada daha iyi bir skorun elde edilip edilemeyeceği konusunda muhasebenin iyi yapılması gerektiğini düşünüyorum.

         İkinci maç öncesi geriye çekilip baktığımızda oldukça normal bir skor elde ettik. Daha  doğrusu Chelsea'ye "Biz de bu turu geçebiliriz." mesajını verdik. Mancini ilk 30 dakika ve sonraki 60 dakika olarak ilk iki(!) maçtan ders alırsa Londra'da kafa kafaya bir maç bizleri bekliyor olabilir.  Geçen sene birinci Schalke maçından sonra da söylediğim gibi şimdilik herşey normal, panik yok, şans var.

Cumali ÖNCALIR
concalir.blogspot.com
twitter.com/concalir

          

      

       

8 Ocak 2014 Çarşamba

"HAJRO"lur İnşallah...

       
        Hajrovic ile ilgili geniş bir bilgiye sahip olmamakla birlikte internet sitelerinde izlediğim videolar sonucunda en azından kötü bir futbolcu olmadığını anlıyorum. Tabi videolardan izleyip çok iyi topçu dediğimiz birçok futbolcunun hayal kırıklığı olduğu gerçeğini de unutmamak gerekir. Transferin Hajrovic ve  Galatasaray için hayırlı olmasını dilerim.

        Bu transferin asıl püf noktası ise Hajrovic'in Türk statüsünde oynama ihtimalinin olması. Bundan bir sene önce yazdığım bir yazıda altyapısı olmayan ülkemizin yerli futbolcu üretemediğinden dünyanın dört bir yanından Türk arayacağını, uzun süredir ülkede kalan yabancıları devşireceğini tahmin ettiğimi söylemiştim. Ancak savaş sebebiyle ülkemize kaçmış insanların da Türk sayılabileceğini hiç düşünmemiştim. Bundan sonra yaz tatillerini Türkiye'de geçirenler de Türk statüsünde oynarsa hiç şaşırmam. Çünkü "yok". Memlekette takıma koyabileceğimiz kadar kaliteli futbolcu yok. Bu altyapılar olduğu sürece (0+0x0-5) formülünü de uygulasak iyi futbolcularımız olmayacak. Hal böyle iken dünyanın dört bir tarafından kendini Türk hisseden futbolcular bile arayacağız. (bknz: Baroni:Türk vatandaşı olmaktan gurur duyarım : mealen, bu parayı başka bir yerde bulamam, adım Baroni yerine Barbaros olsun ne var!)

         6+0+4 kuralından ötürü memleketteki "Abdurrahman Çelebi'lerin" fiyatlarının anormal yükselmesi ve Anadolu kulüplerimizin yöneticilerinin büyük takımda oynamak isteyen gençlerin futbol oynama haklarını elinden alıp transferlere taş koymaları sonucu, Galatasaray yine ve yeniden dış piyasaya yöneldi. Eğer bu kural olmazsa, Bruma transferinde de söylediğim gibi gelecek adına oldukça mantıklı transferler olan Hajrovic ve Telles Galatasaray'ın elini yine rahatlatmak yerine kadro oyunlarının devamına sebep olacağa benziyor. Dany'nin gittiğini, Riera ve Amrabat isimlerinden de kurtulunduğunu varsaysak bile elde yine 9 tane yabancı kalacağı için her hafta kimin yedek kalacağı merak konusu olmaya devam edecek.

           Muslera, Chedjou, Melo, Sneijder ve Drogba'nın yerlerinin garanti olduğunu varsayalım. Geriye kalan Eboue, Bruma, Hajrovic ve Telles isimlerinden sadece bir tanesi kadrodaki yerini alabilecek. Peki hangi durumda kim oynar, sisteme etkisi ne olur birlikte inceleyelim.


  •  İlk ve en düşük gördüğüm ihtimal Eboue'nin yerinde devam etmesi. Eboue'nin devamı durumunda Telles, Hajrovic ya da Bruma olmayacağı için sol taraf  her durumda Hakan Balta'ya emanet edilecek ve ilk yarıya göre yeni bir durumla karşılaşamayacağız.



  • İkinci ve muhtemel görünen tercih son zamanlarda yükselen form grafiği ile Sabri'nin sağ tarafta tercih edilmesi olabilir. Bu durumda Hajrovic, Telles ya da Bruma üçlüsünden biri tercih edilebilir. İlk etapta tercih, 3-5-2 oynanmaya devam edilirse Telles olabilir. Eğer 4'lü defansa dönülürse ve solda Telles oynatılırsa orta saha oluşumu yine merak konusu. Eğer Yekta kalırsa, Mancini'nin son haftalarda oynattığı "baklava dilimi" orta sahaya devam edilebilir. Yekta'yı ön liberoda, Selçuk ve Melo'yu onun önünde sağlı-sollu ve daha serbest oynatıp onların önlerinde de Sneijder'li bir orta saha izleyebiliriz. Bu sistemde Yekta yerine Hamit oynatılıp Melo bilindik yerine de çekilebilir. Bu durumda  Hamit ve Telles ile birlikte iki yeni transferle oluşmuş bir takım izleyebiliriz.



  • Peki Hajrovic'i nasıl izleriz? Mancini'nin Hajrovic'i aslında aklındaki sistem olan 4-2-3-1'in sağında tercih edeceğini düşünüyorum. Ancak bu sistemde de Burak Yılmaz'ın nerede oynayacağı problemi ile karşılaşıldığından Forvetin mutlaka iki forvet ve arkalarında Sneijder'den oluşacağını düşünüyorum.


       Yukarıda saydığım üç olasılıktan anlaşılan Galatasaray'ın defansın heryeri ve orta saha için yerli isimlere ihtiyacı var. Ancak Tarık Çamdal ve Veysel Sarı isimlerinin Eskişehirspor'a para kazandırılarak alınmasına kesinlikle karşıyım. Bunun yerine başkanları, sezon sonu sözleşmesi bitecek futbolcuya dünyanın parasını istemeyecek  ve futbolcusunu kadro dışı bırakarak aslında kendisini cezalandırmayacak kadar akıllı olan kulüplerden alışveriş yapmanın daha mantıklı olduğunu düşünüyorum. Futbolcu da Galatasaray'ı gerçekten istiyorsa sezon sonuna kadar bekler ve bedelsiz gelir. Böylece kulübünün başkanı da elindekinin sadece bir "keçi" olduğunu farketmiş olur.
   
       Peki kimler alınmalı. Bursa'dan Şener, Sivas'tan Ziya, Gençlerbirliği'nden Ahmet Çalık yada Akhisar'dan Uğur Demirok. Kayserisporlu Salih Dursun için ise ayrı bir parantez açmakta fayda var. Hırsını kontrol etmeyi becerebilirse ikinci bir Gökhan Gönül olmaması için hiçbir sebep yok. Kısacası o da alınabilecekler listesinin en yukarısında. Ancak yönetici bazındaki sıkıntı Kayserispor'da da var. Salih Dursun için Para+Ceyhun+Yekta vs. paketlere gerek yok. Makul fiyatı teklif edilmeli, kabul edilirse alınmalı aksi takdirde alınmamalı. Zaten kadrodaki Eboue, Sabri ve gerekirse orada oynayabilecek Hamit ve Chedjou ile bölge doldurulabilir.


        Yeni transferleri rahatlıkla izleyebileceğimiz asıl platformlar ise başta Türkiye Kupası olmakla birlikte Şampiyonlar Ligi olacak. Avrupa'da Mancini yenileri tercih eder mi bilinmez ancak özellikle Bruma ve Hajrovic için formayı alacakları kulvar kupa olacağa benziyor. Kalabalık fikstürde Tokatspor, Elazığspor ve Antalyaspor gibi rakiplere karşı Sneijder, Drogba, Melo gibi ağır topların dinlendirileceğini düşünürsek genç yabancılar bu maçlarda forma şansı bularak kendilerine asıl ihtiyaç duyulacak olan gelecek seneye yavaştan hazırlanmaya başlayacaklar.

         Gelecek sezonun kadro yapılanmasını etkileyecek en önemli faktör yine yabancı kuralı olacak. Ancak Fatih Terim'in son yapılan toplantıdan sonra yaptığı açıklamalardan kulüplerin elini rahatlatacak bir karar çıkacağa benziyor.O da muhtemelen 6+2+2 şeklinde yani bundan bir önceki formül ile aynı olacaktır. Bu durumda  tüm yabancı futbolcular Galatasaray'da aktif bir şekilde kullanılabilecektir. Yok karar değişmez ise başta Drogba, daha sonra ise Sneijder olmak üzere takımın kelli felli yabancıları tartışılmalıdır. Çünkü Bruma, Hajrovic ve Telles uzun zamandır Galatasaray yönetiminin yaptığı en mantıklı, içime en sinen transfer hamleleri. Hergüne yeni "FLAŞ" haberler ile uyandığımız ülkemizde yabancı sınırlaması ile ilgili alınabilecek yeni bir karar Galatasaray'ı rahatlatabilir.


Cumali ÖNCALIR
concalir.blogspot.com
twitter.com/concalir

       

       
       

5 Aralık 2013 Perşembe

Sinyor'un Bol Kıymalı Spagettisi

     
    Malumunuz et yemek geçmişten beri ülkemizde bir lüks. Belki de vatandaşlarımız eti, yaptıkları yemeklerin çoğunda sadece aroma katsın diye tadımlık kullanıyor. Gerçek anlamda, doya doya et yiyebildiğimiz yegane zamanlar ise yılda birkaç gün olan Kurban Bayramı. Makarna ise etin tam aksine başta öğrenciler olmak üzere, çalışan bayanların, bekarların ve yemeğe fazla para harcayamaycak olanların kurtarıcısı durumunda.  Soslusu, fırında yapılanı, peynirlisi, yoğurtlusu, ketçap-mayonezlisi kısacası envayi çeşidi yapılır makarnanın. Ancak kimileri beğenerek yese de makarnanın kıymalısı, kıyma ile yapılacak dolma, tava, karnıyarık, lahmacun gibi yemeklerin varlığı düşünülünce birçok kişi tarafından et israfı olarak görülür. Ancak bunun tam tersini, lezzetli ve doyurucu olduğunu düşünenlere rastlamak da mümkün.

          İşte Sinyör Mancini'nin kariyeri boyunca yaptığı transferler ve bu transferlerle elde ettiği başarılar bol kıymalı spagettiye benziyor. Kimilerine göre oldukça doyurucu iken, kimilerine göre ise onca "etin israfı". Özellikle Manchester City ile yaptıkları ikinci grubu haklı gösterse de yıllardır kazanılamayan Premier Ligin kazanılmasını yeterli bulanların sayısı da azımsanmayacak kadar fazla. O zaman gelin Sinyor Mancini'nin kariyeri boyunca kullandığı malzemeler ile elde ettiği ürünlere birlikte bakalım. Sonucun doyurucu mu yoksa israf mı olduğuna okuyanlar karar versin.

          Teknik direktörlüğe Fatih Terim'in finale kadar getirdiği Fiorentina ile İtalya Kupası'nı kazanarak başlayan Mancini, kariyerine parlak ve bir o kadar şanslı bir başlangıç yaptı. Kupanın bir kulpundan Fatih Hoca'nın  tuttuğunu söylemek yanlış olmasa gerek. Fiorentina'nın o zamanki maddi durumu düşünüldüğünde bırakın yüksek bütçeli transferleri, ertesi sezon takımın önemli isimlerinden Rui Costa, Francesco Toldo ve Tomas Repka'yı ciddi rakamlara sattığını görüyoruz. Bu şartlar altında ikinci sezonun sonunu göremeden takımın başından ayrıldı.




          Fiorentina'dan sonra gittiği Lazio'da da çok para haracayamayan, üstüne üstlük Nesta, Crespo, Kovacevic, Mendieta gibi yıldızları da kaybeden Sinyor Mancini; Stam, Couto, Mihajlovic,  Claudio Lopez gibi isimleri barındıran kaliteli bir kadroyla ligi 4. sırada bitirip, UEFA Kupası'nda yarı final oynadı. Ertesi sene ise Şampiyonlar Ligi'nde Beşiktaş'ın da yer aldığı grupta 5 puanla sonuncu olup,  ligi 6. sırada bitirmesine rağmen sezonu İtalya Kupası ile kapatarak ağızlara bir parmak bal sürdü. Lazio'daki iki sezonda transfere harcadığı para ise 22,100,000 € idi.


        Sonraki durak ise parayı yavaştan harcamaya başlayabileceği İnter'di. Vieri, Recoba, Adriano, Veron, Cambiasso, Davids, Zanetti,  Emre ve daha birçok yıldız dolu kadrosu ile ilk resmi maçında Juventus'u yenip İtalya Süper Kupası'nı kazandı.  Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde ezeli rakip Milan'a elenip, ligi 3. sırada bitirdi. Tabi İtalya Kupası'nı kazanma adeti İnter'de de devam etti.  O sezon için yapılan tek ciddi transfer 3,500,000 €'ya alınan Nicolas Burdisso idi. Ertesi sezon Roma'ya karşı  kazanılan Süper Kupa ile başlıyor, Şampiyonlar Liginde çeyrek final oynanıyor ve İtalya Kupası Roma'nın elinden yine alınıyordu. Sezon sonunda İtalya'yı sarsan şike davası belki de Sinyor'un da kaderini değiştiriyor ve rakiplerinin durumundan faydalanıp üst üste şampiyonluklar yaşayacağı dönem başlıyordu. O sezon ligi normalde 3.sırada bitimesine rağmen Juventus ve Milan'ın aldığı cezalardan dolayı İnter şampiyon ilan ediliyordu. Sezona girilerken transfer edilen isimler ise Walter Samuel, David Pizzaro, Santiago Solari ve harcanan para 32,000,000 € idi. Luis Figo ve Maxwell'in de bedelsiz transfer edildiğini belirtmek isterim.

       Ertesi sene geçmiş sezonda kazanılan 2+1 kupa ve rakiplerin düştüğü durum göz önüne alındığında para harcamanın tam zamanıydı. İbrahimovic, Maicon, Viera, Grosso ve Rincon için harcanan toplam bedel 50.000.000 € idi. Bunun sonucunda gelen başarılar ise Juventus'un bir alt ligde olması, Milan'ın -8 puanla lige başlaması sonucu gelen bir şampiyonluk ve Şampiyonlar Liginde oynanan ikinci turdu.

     2007-2008 sezonunda takıma fazla takviye yapmaya gerek duymayan Mancini, Chivu, Suazo, Rivas, Pele ve Enrico Alfanso gibi isimlere 38.000.000 € harcıyordu. Süper Kupa ile başlayan sezonu şampiyonlukla kapatan Sinyor için Avrupa ise yine hayal kırıklığıydı. Bunca harcama ve bu kadroya rağmen devler arenasına veda edilen tur yine ikinci turdu. Kısacası Mancini'nin 3 lig, 2 kupa ve 2 süper kupa için harcadığı transfer parası toplam 120.000.000 € idi.

      İtalya'daki başarılı lig performansı, kıtanın diğer ucunda lig şampiyonluğu hasreti çeken ve Mancini'nin bile harcayarak bitiremeyeceği kadar paraya sahip olan Manchester City'nin dikkatini çekmiş olacak ki Sinyör'ün bir sonraki durağı ada oluyordu. Çalışmaya yaklaşık bir buçuk yıl ara veren Mancini, 2009/10 sezonunun ikinci yarısında Mark Hughes'ın yerine kulüp tarihinin o ana kadar kurulmuş en pahalı kadrosunun başına geçiyordu. Sansasyonel transferler için ise diğer sezonu beklememiz gerekiyordu. İkinci yarı için yapılan tek takviye ise Adam Johnson'dı. 2010/11 sezonunun başında Yaya Toure, David Silva, Aleksander Kolarov, Jerome Boateng ve James Milner'ı, devre arasında ise Edin Dzeko'yu katan Sinyor'un sezon sonu bilançosu ise lig üçüncülüğü, UEFA Avrupa Liginde son 16 ve bir Mancini klasiği haline gelen kupa(FA Cup) idi. O sezon için transfere harcanan para ise 182.500.000 € idi.

       Gelecek sezona daha iddialı girmek ve Şampiyonlar Liginde başarı isteyen Mancini az ama öz transferler yapmayı tercih etti. Atletico Madrid'den alınan Agüero ve Arsenal'den alınan Nasri,  Mavilerin yeni prensleriydi. Pantilimon, Clichy ve Savic ise iki yıldızın gölgesinde kalan diğer transferler idi. Tabi bu iddianın bir de bedeli olacaktı. Faturada yazan rakam ise 95.000.000 €  idi. Karşılığında ise 44 yıldır hasretle beklenen Premier Lig şampiyonluğu United'ın hediyesi olarak ve Agüero'nun son dakikada attığı golle kazanılıyordu. Ligdeki bu tarihi başarıya rağmen bu kadronun Şampiyonlar Liginde gruptan dahi çıkamayaşı Mancini'nin eleştrilmesi için yetiyordu. Uluslararası başarısızlık Avrupa Liginde de devam ediyor, Porto'yu eleyen takım son 16'da Sporting Lizbon'a eleniyordu.

       Ertesi sene zaten müthiş bir kadroya sahip olan Mancini, sezona birkaç transfere girmeye karar veriyor ve  Javi Garcia, Nastasic, Sinclair, Maicon, Rodwell'e 61.000.000 € harcıyordu. Bunca harcama ve eldeki kadroya rağmen Madrid, Dortmund ve Ajax'tan oluşan ölüm grubundaki sonunculuk Sinyor'un sonunu hazırlamaya başlıyordu. Bunun üstüne ligi ezeli rakibi Manchester United'a 11 puan farkla kaybedilince Sinyor'un ada serüveni de son buluyordu.

      Manchester City'de biri Premier Lig, biri FA Cup ve biri de Community Shield olmak üzere 3 kupa kazanan Mancini'nin sadece transferlere harcadığı paranın 350.000.000 € olduğunu düşününce, Sinyor'un spagettinin kıymasını biraz fazla çıkardığını görüyoruz.

      Peki birçok Galatasaraylının kurtuluş olarak gördüğü ara transferde Mancini'nin malzeme listesi nasıl olacak? Ya da hala liste verebilecek bir pozisyonda kalabilecek mi? Bu soruların tamamına ışık tutabilecek maç Juventus maçı olarak görünüyor. Tur atlanılması durumunda transfer yapılabilir. Ancak tur geçilmesi durumunda eşleşilecek rakip de transferleri şekillendirebilir. Bayern, Barca gibi devlerle eşleşilmesi durumunda büyük transferlere gerek duyulmayabilir. Ayrıca ligde ilk yarıda kalan dört haftada puan farkının artması durumunda da ara transferde yeni bir transferi lüks haline getirebilir. Sinyor sadece Türkiye Kupasını alacak diye transfer yapmaya gerek yok. Bu sefer bol kıyma ile spagetti de yapamayabilir. Yapsa bile iki yıldır Adanalı'nın elinden kebap yemeye alışan taraftarı doyuramayabilir...

Cumali ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com
twitter.com/concalir

       

27 Kasım 2013 Çarşamba

Biz de Anlayamadık Sinyor...

   
       Rakibin 5 kg pirinç kadar değer vermediği bir maçta, kadrosundan 5-6 tane as oyuncusu bulunmayan ve üstüne üstlük defansın bel kemiği bir ismi kaybedip 10 kişi kalmış bir takıma karşı 65-70 dakika boyunca bir reaksiyon verememini ve neredeyse dayak yercesine mağlup olmanı anlayamadık Sinyor Mancini.

      Realist bir şekilde yaptığının Juventus'un %80 tur şansı yorumunu kendi lehine değiştirme fırsatını yakalamana rağmen, buna kendin dahil kimseyi inandıramamanı, tur işini bunca fırsata rağmen son maçtaki galibiyete bırakmış olmanı anlayamadık Sinyor Mancini.

      İyi defans yaptırır, takımları az gol yer diye bildiğimiz bir teknik adamın defansının, rakip fovetlerinin her geldiği pozisyonu tabelayı yazdıracak kadar evlere şenlik bir halde olmasını bir türlü anlayamadık Sinyor Mancini.

     Topu her ayağına aldığında bırakın gidip asist yapmayı, mutlaka geri dönen ve sürekli hata yapma potansiyeli olup bunların çoğunda da hata yapan Dany'yi , defalarca sol bekte denemene ve hiçbirinde muvaffak olamamana rağmen neden orada zorladığını anlayamadık Sinyor Mancini.

      Alternatifi Dany gibi kötü bir seçenek olmasına ve takımın başında ilk çıktığın maçta Juventus gibi bir deplasmanda kendisine güvenmene rağmen dün güvenmediğin, çakmada olsa iki yıldır sol bek oynayan Riera'yı neden sol bekte düşünmediğini anlayamadık Sinyor Mancini.

       Sol kanatta oynadığından duyduğu rahatsızlığı açıkça belirten, kendi mevkisine geçtiğinde gol pozisyonlarına giren ve gol de bulan, geçen sene aynı platformda 8 gol atan Burak Yılmaz'ı gole ihtiyacın olan bir maçta neden hiç düşünmediğini anlayamadık Sinyor Mancini.

      Lig maçlarında suratına bakmadığın Amrabat'a hiç birşey yapmamasına rağmen 70 dakika neden sabrettiğini anlayamadık Sinyor Mancini.

      Gençliğine ve tecrübe kazanması gerektiğine sürekli vurgu yaptığın Bruma'yı, stresi daha az olan bir kulvarda yani ligde neredeyse hiç oynatmadan Real Madrid'e karşı  ilk 11 başlatmanı anlayamadık Sinyör Mancini.

      Yine lig maçlarında kurtarıcı olarak oynattığın, kanat oyuncusu sıkıntısı çeken ve kanatları neredeyse hiç çalışmayan Galatasaray'da az da olsa etkili olduğunu kabul ettiğim Aydın Yılmaz'ı neden kadroya bile almadığını anlayamadık Sinyor Mancini.

       Tüm Türkiye'nin birşey göremediği Ceyhun Gülselam'da ne gördüğünü, Ceyhun'da gördüklerinin hangisini Yekta, Engin ve Emre de göremediğini ve skor 4-1 olmuşken dakika 88'de neden  Ceyhun'u oyuna aldığını anlayamadık Sinyor Mancini.

       Real Madrid maçına hiç önem vermediğini anladık da değer verdiğin Juventus maçı için, dün takımın Umut ile birlikte savaşan iki isminden biri olan Melo'yu sarı kartlı olmasına rağmen neden 1 saat boyunca riske attığını anlayamadık Sinyor Mancini.

        Ve en önemlisi futboldan daha iyi anladığını düşündüğüm giyim kuşam mevzusunda kırmızı atkıyı biraz anladım da takım elbiseyle kırmızı eldiveni hiç anlayamadım Sinyor Mancini...


Cumali ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com
twitter.com/concalir