9 Haziran 2013 Pazar

Nerem Doğru Ki?


 

     Türk futbolunun neresine bakarsam bakayım  aklıma şu diyalog geliyor. Deveye "Neden boynun  eğri?" diye sormuşlar. O da, "Nerem doğru ki?" demiş. Futbolumuzun artı ve eksi yönlerini yan yana yazmayı denesek herhalde artı tarafına yazacağımız maddelerin bir elin parmağını geçmesi sürpriz olur. Eksiler ise her geçen gün artarak devam ediyor.

     Yazıma son günlerin popüler konusu, sadece büyük takım taraftarlarını  değil, başbakanımızın yaptığı hesapla ülkenin yarısını bir araya getiren "Gezi Parkı" protestoları ile başlamak istedim. Henüz iki ay önce birbirlerini yiyen, yan yana maç izleyemeyen ve hatta üzerinde rakip takımın formasını taşıyanları öldürebilecek olan insanların "zulüm" karşısında nasıl bir araya gelebildiklerini gördüm. Nefretle baktıkları, yan yana durduğunda tiksindikleri renkleri nasıl üzerinde taşıdıklarını, düşmanları olan insanlarla nasıl kucaklaştıklarını gördüm. İç içe geçmiş amblemlerini nasıl benimsediklerini gördüm. Görünce de üzüldüm. O zaman Burak Yıldırım'ın suçu neydi dedim kendi kendime. Demokrasi için bir araya gelen bu insanların aynı hassasiyeti neden insan hayatı için gösteremediklerini düşündüm. Sonra da bu iyileşmenin geçici olup olmadığını sordum kendime ve "Evet, bu dostluk geçicidir?" yanıtını aldım. Yarışma başlayınca herkesin yine kılıçlarını kuşanacağı düşündüm.

     İkinci eğri tarafımız yöneticiler. Federasyon başkanı, kendi kulübünü kendisine borçlu yaparak ayrılmış ve ülkenin büyük bir kesimini rahatsız  eden 3 Temmuz sürecinin üzerini ustalıkla örtmüş biri olan ülkenin diğer kulüp başkanları nasıl olabilir ki? Diğer kulüplerle arasındaki düşmanlığının bitmemesi için dua eden bir başkan gidiyor, yerine ise daha ateşli, emir kipleriyle konuşmayı seven yenisi geliyor. O kadar keskin ki, kendi hocasını daha hiç konuşmadan biçiyor, tayin ettiği sportif direktörü göreve başlatmadan yolluyor. Öbürü bir ay önce kulübün dergisinde "Kocaman Adam" diye bahsettiği ve kendisi orada olduğu sürece birlikte çalışacağını garanti ettiği hoca hakkında "O istifa etmedi, ben kovdum" diyerek böbürleniyor. Kulüplerin birlik olduğu bir kurumun başkanı olanı ise; 6 ay önce "Hocamı ayartma" diye kavga ettiği kulüp başkanı yağlı müşteriye dönüşünce can ciğer kuzu sarma oluveriyor.

      Futbolumuzun teknik direktör kısmı da sıkıntılı. Ama bu konudaki sıkıntının çoğu teknik adamlarda değil yöneticilerdedir. Ancak "Artık kendimde bu işi yapacak gücü göremiyorum" deyip üç gün sonra tekrar takımın başına geçenleri, bir hafta önce başkanla karşılıklı oturup takımdan ayrılan ancak arada ne olduysa tekrar dönen ve döndükten sonra da "Yurt dışından teklifler var, oraya gitmek istiyorum" diyenleri ayrı bir tarafa koyuyorum. "Ne olur beni alın, bak bir sürü takımı düşmekten kurtardım. Valla iyi teknik direktörüm." diyerek iş bulmaya çalışanları da ekmeğinin peşinde diye mazur görüyorum.

       Eğriler içinde en çok izlediğimiz, okuduğumuz kısım ise medya. Cacık tarifleri ve muzlu ameliyatlardan sonra asparagas haberler medyaya kızmak için solda sıfır kalıyor. Ancak özellikle bazı medya kuruluşlarının patronlarının yakın olduğu takımları tutan tavırları izleyiciyi çok rahatsız ediyor. Ayrıca sadece üç büyükler odaklı bir yayın anlayışı da ülkedeki futbolseverleri üzüyor. Önreğin Bursaspor'un şampiyonluğundan sonra gazetelerin ilk sayfasında Fenerbahçe'nin nasıl şampiyon olamadığını gösteren dev fotoğraflar ve manşetler futbola yapılmış bir hakarettir. Bir Anadolu takımının galibiyeti ile sonuçalanan maçtan sonra üç büyüklerin hatalarının detaylı tartışılması aynı zihniyetin sonucudur.

       Gelelim futbolun en temel unsuru ve bu sıkıntılarda en az paya sahip olduğuna inandığım futbolculara. Para dolayısıyla geleceğini kazanma kaygısı, camialarının üzerlerinde oluşturduğu baskı ve başarı hırsı bir araya gelince futbolcular belki de sonra kendilerinin de pişman olacakları hareket ve açıklamalar yapıyorlar. Örneğin Emre Belözoğlu ile ilgili yaşanan sıkıntılarda genelde duyduğumuz "Aslında Emre normal hayatında çok iyi bir insan, hırsından bunu yapıyor." gibi açıklamalar bu tezimi doğrular nitelikte. Ancak bir hakimin normal hayatında çok adil olmasına rağmen, iş hayatında aynı adaleti sağlayamaması onun işi ile ilgilenenleri nasıl mutlu etmiyorsa futbolcuların bu tavrı da bizi mutlu etmiyor. Örneğin ırkçı yada kavgacı olan bir futbolcunun bu durumunun özel hayatı ile sınırlı  olmasını tercih ederim. Çünkü bu durum futbol sahasında olunca sadece kendini değil, tüm ülkeyi etkiliyor. Onun dışında dışarıda ve milli takımda birlikte olduğu arkadaşlarıyla sırf taraftarına yaranmak için kavga eden futbolcularında bu yanlışlarından bir an önce dönmeleri gerektiğini düşünüyorum.

        Bu yazı uzar gider. Yayıncı kuruluş, hakemler, statlar, milli takım, transferler...
Kısacası futbolumuzun hali deve misali. Neresi doğru ki?


Cumali Öncalır
http://concalir.blogspot.com


     
     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder