20 Temmuz 2013 Cumartesi

Şampiyonluğun Şifresi: Yerli Kulübe



Transfer sezonunun henüz ortalarında olmamıza rağmen şampiyonluğa oynayacağını düşündüğüm kulüplerimiz transferi büyük ölçüde tamamladılar. Bunun nedeni 6+0+4 kararından sonra alınabilecek bir iki yerli futbolcunun hemen transfer edilmesi, kadrolardaki mevcut vasat yerlilerle sözleşme yenilenmesi ve zaten şişmiş durumda olan kontenjanlarından dolayı  yabancı futbolcuların alınması değil gönderilmesi ile mesainin harcanmasıdır. Federasyonun almış olduğu karar ile ilgili yorumumu daha önceden yaptığımdan “başa gelen çekilir” deyip bundan sonra “neler yaşanır, lig nasıl ilerler ve mutlu sona kim ulaşır?” üzerine kafa yormaya karar verdim.

Yazımın başlığından da anlaşılacağı üzere bu sene kulübede hiç yabancı olamayacağından hareketle şampiyonu belirleyecek etkenin kulübelerden alınacak katkı olduğunu düşünüyorum. Daha doğrusu futbol böyledir. Birçok maç yedek kulübesinden gelen futbolcuların katkılarıyla kazanılır ya da kaybedilir.  Kenara baktığımızda tamamen yerlilerden oluşan bir kulübe göreceğimizden yerlisi iyi olan büyük ihtimalle şampiyonluğu da kazanacaktır. Tabi bu tezin gerçekleşmesinde en kritik noktalardan biri de ilk 11 başlayacak yabancıların neler yapacağı olacaktır.

Analize son şampiyon Galatasaray’dan başlayalım. İlk 11’de yabancı olarak Muslera, Eboue, Chedjou, Melo, Sneijder ve Drogba, yerli olarak ise  Semih, Hakan Balta, Hamit, Selçuk, Burak’ın başlayacağını varsayalım.Bu durumda kulübeyi;Eray, Gökhan Zan, Sabri, Engin, Yekta, Emre, Erman Kılıç, Kazım, Umut  isimlerinden 7 tanesi oluştururacak. Geçen seneki performansları göz önünde bulundurulursa oyuna girdiğinde olumlu etk yaratacak tek isim Umut görünüyor. Yeni transfer Erman Kılıç ise tamamen kapalı kutu. Bu durumda Galatasaray’ın kulübesi şampiyonluk için yetmeyebilir.

Fenerbahçe’de ise durumlar biraz daha farklı. Eksik görülen yerlerin tamamına yeni ve kaliteli isimler transfer edildi ve edilmeye de devam ediliyor. An itibariyle Cardozo transferi gerçekleşeceğe benziyor. Eğer olursa Fener’in ilk 11’de Alves, Kadlec,Baroni yada Meireles, Kuyt, Sow, Cardozo, Volkan, Gökhan, Egemen, Emre, Topal isimlerinden oluşacağa benziyor. Bu durumda Fenerbahçe’yi geçen sene lig ikinciliğine, kupa şampiyonluğuna ve Uefa’da yarı finale taşıyan oyuncuların çoğu yedek kulübesinde olacak.

Kulübede; Mert, Bekir, Hasan Ali, Selçuk Şahin, Alper(11’de bir yabancının yerini de alabilir),  Topuz, Caner, Recep Niyaz isimlerinden 7 tanesi ile oluşacak. Kulübedekilere bakınca Fenerbahçe’nin üstünlüğü göze çarpıyor. Ancak Fenerbahçe’nin üç büyük dezavantajı var. Birincisi yeni bir teknik direktör, ikincisi takımın kritik bölgelerinde çok da kötü olmayan isimlerin yerine yapılmış yeni transferlerin uyumuqqqq ve yerli forvet rotasyonunun neredeyse hiç olmayışı.

Beşiktaş, “FEDA” senesinin olumlu bir mirası olarak eldeki yabancılardan kurtulma sorunuyla uğraşmadı. Hatta eksik yerlerine yabancı transfer bile yapabildiler. Alınması mecbur olan stoper mevkisine geleceğinin parlak olduğunu söyledikleri bir genç ve forvete ligin kalbur üstü forvetlerinden birini transfer ettiler. Diğer transferleri ise genelde kulübeye oldu. Şu anda transferi konuşulan Tolga Zengin alınırsa bence  Beşiktaş’ta hedefleri yükseltecek bir isim olur. Beşiktaş’ın ilk 11’ine bakacak olursak; Franco, Sivok, Fernandes, Holosko, Almeida, Eneramo, alınırsa Tolga, Serdar kurtuluş, Gökhan Süzen, Veli ve Olcay. 

Kulübe ise; Cenk, Toraman, Ersan, Tanju, İsmail Köybaşı, Necip, Oğuzhan, Sezer Öztürk, Gökhan Töre, Pektemek, Ömer Şişmanoğlu isimlerinden yedisi ile oluşacak. Özellikle Fenerbahçe ve Galatasaray’da yaşanan yerli ofans sıkıntısı Beşiktaş’ta görünmüyor. Özellikle ülkemizin yeni nöbetçi golcüsü Ömer Şişmanoğlu’nun ve iki sene öncesinin en iyi orta saha oyuncularından olan Sezer Öztürk’ün transferi kulübeden gelecek katkı bakımından oldukça mantıklı. Ancak  geçen sene Beşiktaş’ın sıkıntılarının başında gelen sol beke, Hilbert’in bırakılması ile sağ bek de eklenmiş oldu. Antep’ten alınan Serdar ve yaklaşık bir buçuk yıldır topa dokunamayan İsmail Köybaşı’nın performansları bek probleminin akıbetini belirleyecek.

Bursaspor yaptığı transferlerle dikkat çekse de yerli rotasyonu çok kısıtlı olduğu için, Trabzon’un şampiyonluğa oynayacak bir kadro ve en önemlisi psikolojiye sahip olmadığını düşündüğümden bu analize dahil etmedim.  Yukarıdaki tabloya baktığımızda avantajlı takım Fenerbahçe görünüyor. Ancak Galatasaray’ın sadece birkaç takviye ile kadrosunu hiç bozmadan devam etmesi rakiplerine geçen seneki 10 puanlık farkı kapatacak bir futbol oynamaları gerektiğini hatırlatıyor.  

Şampiyon kim olursa olsun, liglerin her sene tekrarlandığını unutmadan, kavga dövüşten uzak, temiz, kaliteli bir lig izlemek ümidiyle…

CUMALİ ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com


26 Haziran 2013 Çarşamba

Tam Zamanı...

 

     3 yıllık uzun, yorucu ve kutuplaştırıcı bir sürecin acısı ile tatlısı ile sonuna gelmiş bulunmaktayız. Süreçte olayın bütün aktörleri büyük yada küçük hatalar yaptı. Kısacası sürecin hiçbir anı iyi yönetilemedi. Tüm takım taraftarları formalarını üzerinden çıkarıp objektif düşünemediği için, aslında kendinin de tasvip etmeyeeği birçok şeyi meşru gördü. Hatta partilerinin adı "Adalet" ile başlamasına rağmen olaya müdahil olan siyasetçiler belki oy kaygısı, belki de renk sevdasından dolayı akla mantığa tamamen aykırı cümleler kurdular. Netice itibariyle kendi içimizde bir şekilde ört-bas ettiğimizi zannettiğimiz bu olayı, tabii olduğumuzu unuttuğumuz bir kurum tarafından öyle yada böyle cezalandırıldı.


      Peki şimdi ne olacak? Muhtemelen bir üst mahkemelere-kurullara başvurularak ceza kaldırılmaya yada hafifletilmeye çalışılacak. Umarım da başarılı olur. Ancak benim için önemli olan bizim yani taraftarın gereken cezayı gereken kişilere vermesidir. Artık hiç bir taraftarın "benim kulübüm temizdir" diyebileceğini düşünmediğimden, kulüplerimizi babalarının malı zannedip tüm dünyaya rezil eden bu ahlak yoksunu insanlara yakışan tepkiyi vermemiz gerekir. Tesis kazandırmanın, stadyum yapmanın, borç eksiltmenin asli görevleri olmasına rağmen bunlarla övünerek kulüpleri kendinin zanneden bu insanlara o kulüplerinin bizlerin olduğunu hatırlatmanın tam zamanı. Kulüp yönetemediği aşikar olan zengin çocuğuna, ülke futbolunu hiç yönetemeyeceğini, sadece kendini ilgilendiren iş olan tüp satmaya dönmesi gerektiğini suratına vurmanın tam zamanı.


        En önemlisi artık insanlığımıza yeniden dönmenin tam zamanı. "Başarı gelsin de nasıl olursa olsun", Ne adaleti ya?", "Zamanında da siz yaptınız, yapmayan mı var?", "Adam olsaydınız da siz de yapsaydınız." gibi cümlelerden sıyrılıp "Ayıp ya." , Hiç mi Allah korkun yok?" , "Kul hakkı yenilir mi? ,  "Bu iş yanlış arkadaş." gibi daha hakkaniyetli cümleleri tercih etmenin tam zamanı. Özellike son zamanlarda unuttuğumuz "Özür dilerim." cümlesini ara sıra kullanmanın tam zamanı.  Gole, penaltıya, galibiyete, şampiyonluğa içimize sine sine sevinmenin, kaybeden rakibimize "Vay salaklar!" yerine "Bu sefer biz kazandık, bir dahakine siz kazanabilirsiniz" demenin tam zamanı. Takımlarımız yabancılarla oynarken taktığımız yabancı takım kaşkollarını, formalarını çıkarmanın, bu takımların aşığı olduğumuz ülkenin takımları olduğunu hatırlamanın tam zamanı.


       Aziz Yıldırm olmadan Fenerbahçe'nin, Ünal Aysal yada Fatih Terim olmadan Galatasaray'ın, Serdar Adalı yada Tayfur Havutçu olmadan Beşiktaş'ın  büyük olduklarını ve büyük olacaklarını farketmenin tam zamanı. İkinciliğin de en az birinlik kadar değerli olduğunu, ikinci olabilmek için dökülen terin alın teri olduğunu farketmenin tam zamanı. Taraftarına taraftardan çok "müşteri" daha doğrusu "yolunacak kaz" olarak gören ve tanrıları para olan ve para için bizi bize kırdıran yöneticilere "dur" demenin tam zamanı.


          Kısacası bu musübetten daha güçlü, daha temiz ve daha acil çıkmak tamamen bizim elimizde. Bu saatten sonra akıllı ve uyanık olmanın tam zamanı...

CUMALİ ÖNCALIR
http://concalir@windowslive.com

9 Haziran 2013 Pazar

Nerem Doğru Ki?


 

     Türk futbolunun neresine bakarsam bakayım  aklıma şu diyalog geliyor. Deveye "Neden boynun  eğri?" diye sormuşlar. O da, "Nerem doğru ki?" demiş. Futbolumuzun artı ve eksi yönlerini yan yana yazmayı denesek herhalde artı tarafına yazacağımız maddelerin bir elin parmağını geçmesi sürpriz olur. Eksiler ise her geçen gün artarak devam ediyor.

     Yazıma son günlerin popüler konusu, sadece büyük takım taraftarlarını  değil, başbakanımızın yaptığı hesapla ülkenin yarısını bir araya getiren "Gezi Parkı" protestoları ile başlamak istedim. Henüz iki ay önce birbirlerini yiyen, yan yana maç izleyemeyen ve hatta üzerinde rakip takımın formasını taşıyanları öldürebilecek olan insanların "zulüm" karşısında nasıl bir araya gelebildiklerini gördüm. Nefretle baktıkları, yan yana durduğunda tiksindikleri renkleri nasıl üzerinde taşıdıklarını, düşmanları olan insanlarla nasıl kucaklaştıklarını gördüm. İç içe geçmiş amblemlerini nasıl benimsediklerini gördüm. Görünce de üzüldüm. O zaman Burak Yıldırım'ın suçu neydi dedim kendi kendime. Demokrasi için bir araya gelen bu insanların aynı hassasiyeti neden insan hayatı için gösteremediklerini düşündüm. Sonra da bu iyileşmenin geçici olup olmadığını sordum kendime ve "Evet, bu dostluk geçicidir?" yanıtını aldım. Yarışma başlayınca herkesin yine kılıçlarını kuşanacağı düşündüm.

     İkinci eğri tarafımız yöneticiler. Federasyon başkanı, kendi kulübünü kendisine borçlu yaparak ayrılmış ve ülkenin büyük bir kesimini rahatsız  eden 3 Temmuz sürecinin üzerini ustalıkla örtmüş biri olan ülkenin diğer kulüp başkanları nasıl olabilir ki? Diğer kulüplerle arasındaki düşmanlığının bitmemesi için dua eden bir başkan gidiyor, yerine ise daha ateşli, emir kipleriyle konuşmayı seven yenisi geliyor. O kadar keskin ki, kendi hocasını daha hiç konuşmadan biçiyor, tayin ettiği sportif direktörü göreve başlatmadan yolluyor. Öbürü bir ay önce kulübün dergisinde "Kocaman Adam" diye bahsettiği ve kendisi orada olduğu sürece birlikte çalışacağını garanti ettiği hoca hakkında "O istifa etmedi, ben kovdum" diyerek böbürleniyor. Kulüplerin birlik olduğu bir kurumun başkanı olanı ise; 6 ay önce "Hocamı ayartma" diye kavga ettiği kulüp başkanı yağlı müşteriye dönüşünce can ciğer kuzu sarma oluveriyor.

      Futbolumuzun teknik direktör kısmı da sıkıntılı. Ama bu konudaki sıkıntının çoğu teknik adamlarda değil yöneticilerdedir. Ancak "Artık kendimde bu işi yapacak gücü göremiyorum" deyip üç gün sonra tekrar takımın başına geçenleri, bir hafta önce başkanla karşılıklı oturup takımdan ayrılan ancak arada ne olduysa tekrar dönen ve döndükten sonra da "Yurt dışından teklifler var, oraya gitmek istiyorum" diyenleri ayrı bir tarafa koyuyorum. "Ne olur beni alın, bak bir sürü takımı düşmekten kurtardım. Valla iyi teknik direktörüm." diyerek iş bulmaya çalışanları da ekmeğinin peşinde diye mazur görüyorum.

       Eğriler içinde en çok izlediğimiz, okuduğumuz kısım ise medya. Cacık tarifleri ve muzlu ameliyatlardan sonra asparagas haberler medyaya kızmak için solda sıfır kalıyor. Ancak özellikle bazı medya kuruluşlarının patronlarının yakın olduğu takımları tutan tavırları izleyiciyi çok rahatsız ediyor. Ayrıca sadece üç büyükler odaklı bir yayın anlayışı da ülkedeki futbolseverleri üzüyor. Önreğin Bursaspor'un şampiyonluğundan sonra gazetelerin ilk sayfasında Fenerbahçe'nin nasıl şampiyon olamadığını gösteren dev fotoğraflar ve manşetler futbola yapılmış bir hakarettir. Bir Anadolu takımının galibiyeti ile sonuçalanan maçtan sonra üç büyüklerin hatalarının detaylı tartışılması aynı zihniyetin sonucudur.

       Gelelim futbolun en temel unsuru ve bu sıkıntılarda en az paya sahip olduğuna inandığım futbolculara. Para dolayısıyla geleceğini kazanma kaygısı, camialarının üzerlerinde oluşturduğu baskı ve başarı hırsı bir araya gelince futbolcular belki de sonra kendilerinin de pişman olacakları hareket ve açıklamalar yapıyorlar. Örneğin Emre Belözoğlu ile ilgili yaşanan sıkıntılarda genelde duyduğumuz "Aslında Emre normal hayatında çok iyi bir insan, hırsından bunu yapıyor." gibi açıklamalar bu tezimi doğrular nitelikte. Ancak bir hakimin normal hayatında çok adil olmasına rağmen, iş hayatında aynı adaleti sağlayamaması onun işi ile ilgilenenleri nasıl mutlu etmiyorsa futbolcuların bu tavrı da bizi mutlu etmiyor. Örneğin ırkçı yada kavgacı olan bir futbolcunun bu durumunun özel hayatı ile sınırlı  olmasını tercih ederim. Çünkü bu durum futbol sahasında olunca sadece kendini değil, tüm ülkeyi etkiliyor. Onun dışında dışarıda ve milli takımda birlikte olduğu arkadaşlarıyla sırf taraftarına yaranmak için kavga eden futbolcularında bu yanlışlarından bir an önce dönmeleri gerektiğini düşünüyorum.

        Bu yazı uzar gider. Yayıncı kuruluş, hakemler, statlar, milli takım, transferler...
Kısacası futbolumuzun hali deve misali. Neresi doğru ki?


Cumali Öncalır
http://concalir.blogspot.com


     
     

5 Haziran 2013 Çarşamba

Yabancı Sınırlaması Ve Milli Takım Aldatmacası

    

        Ersun Yanal'ın dünkü 6+0+4 açıklamalarının ardından geçen sene yazdığım, ancak şu anda ne kadar haklı olduğumu tekrar anladığım yazımı tekrar yayınlanamaya karar verdim. Yazımın ardından Tolga Zengin, Gökhan Töre, Kerim Frei gibi yıldızların transferleri gerçekleştiği için yazının hatalı olduğunu düşünmeyin. Bakalım geçen sene ben ne demişim ve neler olmuş.

     Yabancı sınırlaması ile ilgili herkesin olduğu gibi benim de bir fikrim var. Ancak yazımı "sınırlanmasın yada sınırlansın" gibi bir eksen üzerinde devam ettirmeyeceğim. Yabancı sınırlaması konulurken neden olarak gösterilen milli takım başarısının açıkçası çok da gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Daha doğrusu alınan bu kararın tek başına yeterli olmayacağını nedenleri ile size açıklamak istiyorum.

     

       Öncelikle bir futbolsever olarak futbolcunun tercih edilmesinin sebepleri arasında en önemli kriterin ırkı olmaması gerektiğini düşünüyorum. Futbolculuğun bir meslek olduğunu düşününce iş alanlarının bir tanesi de Türkiye ligleri olan yabancı futbolcular için Türk futbolcularla rekabete sadece anne yada babaları Türk olmadıkları için 1-0 geride başlamalarını adil bulmuyorum. Ayrıca dünya ile yarışan bir sektör olan futbol piyasasındaki işveren konumunda olan kulüplerin böyle bir rekabet içinde çalışmak istediği elemanlarını seçerken özgür olması gerektiğini düşünüyorum. Ancak sınırlama ile ilgili düşüncülerimi burada sonlandırıp, kuralın bahsedildiği gibi aslında milli takımımıza fayda değil nasıl zarar vereceğini sizlere anlatmak istiyorum.

  • Kulüplerinin yabancı sınırlamasından dolayı kendilerine muhtaç olduğunu bilen yerli futbolcular, performanslarını ortalama bir seviyede tutarak takımlarında uzun yıllar kalacaklarını çok iyi biliyorlar. Bu durum onları artı performans göstermek zorunda olmadıkları için tembelleştiriyor. Performanstan çok taraftara oynayan bu isimler yedek kalmayı sorun etmeden paralarına bakıyorlar. Açıkçası milli takım gibi bir hedeflerinin olduğunu da düşünmüyorum. Birazdan sayacağım isimlerin yıllardır üzerine hiçbirşey koymamalarının ve milli takım seçmelerinde hep gurbetçi oyunculardan sonra tercih edilmelerin asıl nedeni de budur. İsimleri duyunca hak vereceksiniz. Gökhan Zan, Sabri Sarıoğlu, Aydın Yılmaz, Selçuk Şahin, İbrahim Toraman, Serkan Balcı, Mehmet Topuz, Aykut Erçetin vs. Örneğin Galatasaray Sabri'ye sırf yerli diye parayla üçlü çektirmek zorunda kalıyor.
  • Zamanında devşirilmiş yani Türk yapılarak yerli statüsünde oynama hakkı kazanmış futbolcular ligimizde hala altyapıdan gelecek gençlerin yerini alıyor ve almaya devam edecek. Örneğin Nobre seneye Kayseri düşse başka bir takıma geçip yine bu ligde kalacak, Vederson her zaman sol bek için iyi bir yerli(!) seçeneği olacak. Tita bir süre sonra aslen Antalya'lı olduğunu bile iddaa edebilir. Yada Baroni'nin 5 yılını dolurunca adını Barut yapıp Türk olmayacağının garantisini verebilen var mı? Yada Sivok'un Seyfi? Yakında Aurelio bile geri gelir memlekete. Çünkü aslan gibi Türk delikanlısı. Eğer milli takımsa derdimiz, devşirilmiş oyuncuyu ve devşirme sistemini de yasaklayacaksın ligde.
  • Gurbetçi yıldızlar ama sönük yıldızlar. Açık söylüyorum özellikle Almanya'dan ülkemize gelen gurbetçi futbolcuların milli takıma bir gram faydası yok. Çünkü orada oynayamıyorlar. Çünkü oynayanını elin oğlu kapıyor. O yüzden Mesut'un golüne sevinsek mi sevinmesek mi bilemiyoruz. O yüzden onlara göre milli takım futbolcusu olamayan Sercan Sarerer, Mehmet Ekici, Tunay Torun gibi isimler bizim madenimiz oluyor yada biz öyle zannediyoruz. Bununla ilgili çözüm ise kulübünde bir önceki sezonda en az 30 maça çıkma kriteri olmalıdır. 
    • Tolga Ciğerci 18 maç  ( 14'ü ilk 11)  
    • Sercan Sararer 22 maç(takımı küme düştü),
    • Mehmet Ekici 6 maç (3'ü ilk 11) 
    • Kerim Frei 8 maç (2'si ilk 11)
    • Tunay Torun 16 maç (7'si ilk 11)
    • Gökhan Töre 10 maç (2'si ilk 11)


    Bu sayılar umarım ne demek istediğimi anlatıyordur.  Tembelliği seven bir ülke olarak orada yetiştirilen Türk çocuklarından çok da kaliteli olmayan isimlerine aldanıp milli takımı kaosa süreklemeyelim artık. Abdullah Avcı'nın ilk gelişi ve genç yeteneklerden nasıl bahsettiği dün gibi aklımda. Eğer bizim futbolumuz gelişecekse bizim altyapılarımızdan çıkmış oyuncuların çağırılması lazım milli takıma. Oradan İlkay'ı, Mesut'u, Gökhan İnler'i getiremiyorsan diğerlerinden bu topraklar üzerinde de bolca var. İddaa ediyorum Tunay yerine Muhammet Demir, Sercan Sararer yerine Emre Çolak çok daha katkılı olurdu.
  • İyi futbolcu pasaportu ne olursa olsun o takımda oynar. Örneğin Selçuk İnan'ın, Gökhan Gönül'ün, Volkan Demirel'in varken yerine yabancı alır mısın? Örneğin Trabzon iyi yetiştirdiği 1461 oyuncularını direk takıma çıkarıyor. Hiçbirinin yerine yabancı da düşünmüyor. Trabzon'a yabancıyı serbest bıraksan Onur, Tolga ve Fatih gibi üç altyapıdan yetişen kalecisinin yerine yabancı alır mı? Almaz. Yada yabancı sınırı hiç olmayan İspanya'da Xavi, İniesta, Puyol gibi isimler de Alman altyapılarında yetişen İspanya'nın gurbetçileri mi? Barca istisna, örnek verdiğin futbolcular uç isimler diyenleri duyuyorum. Peki Athletic Bilbao? Muniain, Javi Martinez, Llorente bunlarda istisna mı? Onlara da serbest yabancı ama adamlar bölge dışından kimseyi oynatmıyor takımda. Neden mi? Altyapısı var.
  • Ve en önemlisi beceremediğimiz birşeyleri klasik Türk kafası ile zorla ve yasaklayarak başaracağımıza olan inancımızdan hala ders alamamış olmamız. Altyapıyı hala kuramamış, hala futbolcu yetiştiremeyen bir sistemimiz var. Ancak bunu düzeltmek yerine dışardan yabancı iyiler gelmesin biz elimizdekilerle oynayacağız belki bir ikisi çıkar adam olur mantığına bürünüyoruz. Olur tabi 20 yılda bir Hakan Şükür, Nihat Kahveci, Emre Belözoğlu çıkarırız altyapıdan. Hiç sistemin olmasa da çıkar zaten bu kadar. Yabancı ne kadar az olursa milli takımımızın o kadar iyi olacağı tezi mantıklı olsa yabancı futbolcuların hiç olmadığı yıllar milli takımımız için şerefli mağlubiyetlerle dolu yıllar olmazdı. 
Daha anlatacaklarım var ancak lafı çok uzattığımın da farkındayım. Özet olarak ilk önce altyapını kur, adam gibi işlet ondan sonra zaten kimse yabancının suratına bile bakmayacaktır.  Ayrıca milli takımın geleceğinin ne olacağı futbol oyunundan zevk almaya çalışan ve buna para ödeyen seyircilerin sorumluluğunda değildir. Millet parasına verince bineceği kaliteli ve isteklerini karşılayan arabanın nere malı olduğunu, eğer o arabayı alırsa kendi ülkesinde iyi işlemeyen otomotiv sektörünün akıbetini düşünmez. Kalın sağlıcakla...

Cumali ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com

2 Haziran 2013 Pazar

Bir Şampiyonluk Kaç Para?

   


     Transfer sezonu yavaş yavaş hareketlenirken aklıma, kulüplerin harcadığı bu kadar paranın karşılığında hedefledikleri şampiyonluklara kaçar defa ulaştıkları ve her bir şampiyonluğu ne kadara mal ettikleri sorusu geldi. Bende transfere harcanan paraları öğrenmek için malum transfer bilgi sitesine girdim. Araştırmaya hem bilgilerin çok eskiye dayanması halinde güvenirliliğinin kaybolma ihtimalini, hem  Galatasaray'ın dört sene üst üste şampiyon olduğu seneleri hesaba katmanın adaletsiz olabileceğini düşünerek,  hem de bizzat kendimin futbolla tam anlamıyla haşır neşir olmaya başladığım 2000-2001 sezonundan itibaren başladım.

      2000-2001'den  bu sezonun sonuna kadar Fenerbahçe kulübü hiçbir transfer dönemini artıda kapatamamış. Yani her zaman harcadığı para, sattığı yada kiraladığı futbolculardan kazandığ paradan fazla olmuş. Tabi bu durum Fenerbahçe'nin kazandığı her şampiyonluğu da biraz "tuzlu" hale getirmiş.  Giderlerden gelirleri çıkardğımızda ortaya  195 Milyon Euro gibi bir rakam çıkıyor. 2000-2001 sezonundan günümüze Fenerbahçe'nin  5 şampiyonluk kazandığını düşünününce Fenerbahçe'nin her bir şampiyonluğunun kaba bir hesapla 40 Milyon Euro'ya mal olduğunu görüyoruz.

       Aynı süre zarfında şampiyonluk yaşamış bir diğer takımımız Beşiktaş'a bakınca son yıllara kadar dengeli giden, hatta Nihat Kahveci, Miroslav Karhan, İlhan Mansız, Ahmet Dursun ve John Carew gibi futbolcuların satıldığı yıllarda kasanın artıda kapatıldığı transfer dönemleri görüyoruz. Ama buna rağmen bu 13 sezonun toplamında Beşiktaş'ın da kasası ekside. Rakam ise 107 Milyon EuroBu paraya rağmen kazanılan şampiyonluk sayısı sadece 2 olunca her bir şampiyonluk ortalama 54 Milyon Euro'ya mal oluyor ki Beşiktaş bir şampiyonluğa harcanan para hesabında Fenerbahçe'yi geride bırakıyor.

        Hem para harcama, hem de futbolda yukarıdaki kulüplerimizin diğer rakibi Galatasaray'a gelince işler UEFA kupası zaferinden sonra biraz toparlansa da sonraki yıllarda israf yeniden alışkanlık haline gelmişe benziyor. Hakan Şükür, Ümit Davala, Hakan Ünsal, Fatih Akyel, Popescu gibi isimlerin para kazandırarak ayrılmaları 2001-2002 sezonunda kasayı artıda kapattırsa da sonraki yıllarda durum değişmiş. Özellikle son sezon Sneijder, Amrabat, Hamit, Burak ve Dany gibi isimlere çok büyük paralar harcayan ama bunun karşılığını şampiyonlukla alan Galatasaray'da harcanan para her zaman şampiyonluğu getirmemiş. Misimovic, Jardel, Lincoln, Elano gibi isimler zarar ettirerek ayrılan isimlerin başında geliyor. 13 yılda gelir-gider arasındaki farka baktığımızda ortaya çıkan rakam ise 83 Milyon EuroBu süreçte Galatasaray'ın da Fenerbahçe gibi 5 kere şampiyon olduğunu ve her bir şampiyonluğunun yaklaşık 17 Milyon Euro'ya patladığını düşünüce Galatasaray'ın şampiyonluklarını ezeli rakibinden daha ucuza mal ettiğini anlıyoruz.

      Gelelim bu süre zarfında şampiyon olmasına rağmen hesabını artıda kapatmış tek takım olan Bursaspor'a. Şampiyonluğa yaklaşan senelere kadar transferde ne para harcayan, ne de para kazanan bir kulüp olan Bursaspor için şampiyonluktan sonraki yıllarda bazı hareketlilikler başlamış. Şampiyon kadronun genç isimlerinin satışından gelen paralar ile Avrupa mücadelesi için onların yerine yapılan trasnferlere harcanan paralar genelde dengede gitmiş görünüyor. Bu 13 sezonda Bursaspor'un kasasında artı 670 Bin Euro kalıyor ki bu tablo Bursaspor'u şampiyonluğa para harcamadan ulaşan tek takım yapıyor.

      Bu yazıyı yazarken sadece futbolcular için ödenen bonservis ücretlerini ele aldığımı, futbolcuların yıllık maaşlarına ulaşamadığım için hesaba katmadığımı, 2010-2011 sezonunun şampiyonu konusunda hala bir tartışma olmasına rağmen TFF tarafından şampiyon Fenerbahçe ilan edildiği için Trabzonspor'u yazıya dahil edemediğimi belirtmek isterim.

Cumali Öncalır
http://concalir.blogspot.com

28 Mayıs 2013 Salı

Gelecek Seneye Cim-Bom'un Kadrosu...

   

    Sezonu 10 puan farkla kapatıp ikinci kez üst üste şampiyon olmasına rağmen rahatın yaramadığı ve suların durulmadığı Galatasaray'da, diğer yandan da transfer çalışmaları devam ediyor. Seçim haberlerinin gölgesinde kalan transfer haberleri Galatasaray taraftarında heyecan yerine ümitsiz bir bekleyişe neden olmuşa benziyor. Alper Potuk transferinde Fenerbahçe'den yenilen çalım belki de iyi planlanmış bir transfer dönemini sekteye uğramasına neden olabilir.,

     Gelecek sezon ligimizde uygulanacak yabancı sınırlaması 10 yabancı ile sözleşme imzalanmasına ve bunlardan 6 tanesinin 18 kişilik kadroda yer almasına izin veriyor. Bu da 6'dan fazla olan her yabancının; çok para ödenerek maç izletilen pahalı seyircilere dönüştürüyor. Bu durum kulüplerimizin yabancı oyuncu seçerken çok dikkatli davranıp 6 sayısına geçmemeye özen göstermelerine neden olacak. Kadro derinliğinin sağlanması için ise yerli isimlere yönelmek gerekecek ki bu da Alper transferinde olduğu gibi piyasayı oldukça kızıştıracak. Olayın bir başka boyutu ise büyükler kadar para harcayamayacak olan diğer kulüplerimiz futbolu bırakmaya yüz tutmuş verimsiz yerlileri yeniden  gündeme alacak ve  bu isimler için Anadolu turları yeniden başlayacak.

     Gelelim kendi konumuza yani Galatasaray'ın gelecek sezonki kadro yapılanmasına. Kiraya verilenlerin geldiğini, kiraya alınanların gittiğini ve Chedjou'nun da alındığını düşünürsek kadro 11'i yabancı 32 futbolcudan oluşmaktadır. Ayrılmalarına, kiralanmalarına yada takasta kullanılmalarına kesin gözüyle bakılan Aykut, Culio, Elmander, Ujfalusi, Yiğit, Sercan, Çağlar, Serdar Eylik isimlerinin gönderildiğini düşününce kadro 8'i yabancı 24 oyuncudan oluşacaktır. Bu durumda Süperlig ve Türkiye Kupası maçlarında  sakat yada cezalı olmamaları durumunda yabancıların ikisi maçı tribünden takip etmek zorunda kalacaklar. Bu iki isim ise en güçlü adaylar Dany-Riera-Amrabat üçlüsünden ikisi olacaktır.  Yerli rotasyonu düşünüldüğünde sözleşmeleri biten Gökhan Zan, Aydın Yılmaz ve Engin Baytar ile sözleşme yenilenmelidir. Kiradan nispeten başarı ile dönen Kazım, Ceyhun ve Mehmet Batdal kadroda tutulmalıdır.

      Geçen sezonu kiralık geçiren Melo ve Umut konusuna gelince, Umut için istenen 3-3,5 milyon euro sözleşmesinin bitimine bir yıl kaldığı düşünülünce biraz fazla. Bu yüzden umut yerine yurt içinden daha makul bir isim değerlendirilebilir. O isim hali hazırda Galatasaray'ın önünde durmaktadır. Eskişehir ile yollarını ayıran ve bonservisi elinde olan  Necati Ateş, para verilip alınan Umut'tan daha mantıklı bir hamle olacaktır. Chedjou transferi ile tribünde göndereceği yabancı sayısı iki olan Cim-Bom'da Melo transferi tam bir soru işaretine dönüşmüş durumda. Onun yerini Alper ile doldurmayı planlayan yönetim yaşananlardan sonra Melo'ya muhtaç kalmış görünüyor. Yaşı, bonservisi, aldığı ücret, performansı ve hal-hareketleri yönetimi kara kara düşündürüyor. Bence Melo herşeye rağmen transfer edilmelidir. 3 yıllık bir kontrat ile şu anda Galatasaray'ın en kritik bölgesi tanıdık bir isime yani Melo'ya emanet edilmelidir. Necati ve Melo'nun transferleri gerçekleşmesi durumunda kadro 9'u yabancı 26 futbolcudan oluşacaktır.

      Kadro bu haliyle de transfere ihtiyaç duymaktadır. Forvet ve defans bölgesine yapılacak yerli, genç ve yetenekli transferler hem üç kulvarda yarışacak olan kadroyu genişletecek hem de gelecek sezon iyiden iyiye kızışacak transfer piyasasında Galatasaray'ın elini kuvvetlendirecektir. Elazığ'dan Serdar Gürler hem kanatta hem de forvette oynayabilen genç bir yetenek. Bursa'dan Şener Özbayraklı, yaşları düşünülünce Eboue ve Sabri'den sonra sağbeki emanet edebilecek en iyi yerli isim. Gençlerbirliği'nden Ahmet Çalık, önümüzdeki bir kaç yıl defansını yabancılara emanet edeceği görülen Galatasaray'ın daha ileriki yılları için iyi bir seçenek gibi duruyor. Kısacası bu sezon Melo ve Chedjou dışında yabancı transferi yapmadan genç yerliler odaklı yapılan transferler Galatasaray için çok daha iyi olacaktır.

Cumali ÖNCALIR
http://concalir.blogspot.com

22 Mayıs 2013 Çarşamba

3-2-1 Fight!!!

   

      Bundan beş ay önce, ülkemizde  transfer için adam kaçırmaların yaşanabileceğini ve bir Kemal  Sunal filminden hatırladığımız "damarımı kessem..." ile başlayan cümleler yeniden duyabileceğimizi hatırlatan bir yazı yazmıştım. Yazının üzerinden çok geçmeden ilk transfer döneminde bu tarz olayları yaşayacağımızın ilk sinyalini dün gece itibariyle almış bulunuyoruz. Olayımızın adı herkesin malumu Alper Potuk.

       Buradan sonra yazacaklarımdan kimsenin taraflı olduğum için görüşlerimin temelsiz oduğunu düşünmemesi istemediğimden net olarak bazı şeyleri ifade etmek isterim. Alper Potuk şu anda yaşı, yetenekleri ve bulunduğu kulüp dikkate alındığında orta sahaya transfer edilebilecek en iyi isimdir. Dolayısıyla Galatasaray ve Fenerbahçe'nin onun için yarışmasına, zor durumda olan Eskişehir kulübünün de mantıklı olan teklife evet demesine hiç kimsenin kızmaması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca Fenerbahçe kulübünü de rakibinin elinden, son anda, neredeyse bitmiş bir transferi lehine çevirebildiği için tebrik ediyorum. Alper'i de Türkiye'nin iki büyük kulübünden birine transfer olduğu için tebrik ediyor ve  bu transferin hem Fenerbahçe hem Alper Potuk hem de Türk futbolu adına hayırlı olmasını diliyorum.

      İlk önce konunun bence eleştirilebilecek tek noktası olan "yabancı sınırlaması" mevzusuna değinmek istiyorum. Yabancı sınırlamasının bence birçok kötü noktası vardır. Birincisi ve en önemlisi futbolculuğu dünyadaki diğer meslektaşları gibi "meslek" edinmiş insanları yeterince rekabete sokmadığı için Türk futbolcusunu tembelleştirmesidir. Bu durum aslında milli takıma fayda için konulmuş olan bu maddenin çalışmayan, tembel futbolcular yüzünden zarara dönüşebileceğini hatta izlediğimiz kadarıyla da dönüştüğünün kanıtıdır. Yakın tarihte yaşanılanlar aslında bu konuda başarıya ulaşamadığımızın, sınırlayarak altyapı geliştiremediğimiz gösteriyor. Milli takım seçimlerinin özellikle Almanya gibi Avrupa'nın çeşitli yerlerinde yaşayan gurbetçilerden yapılmaıs ve devşirme futbolcuların milli takıma yükselmesi altyapı gelişimi için yabancı sınırlaması değil de başka bir model bulmamızı zorunlu kılıyor. İkinci ve kulüplerimizi asıl etkileyecek kısmı ise yerli futbolcuların değerlerinin aşırı yükselmesi ve transfer sürecinde diğer kulüplerle yaşanabilecek olumsuz olayların önünü açacak olmasıdır. Bunların dışında birer işveren olan kulüplerin çalışmalarına istediği insanlarla devam etmesini engellemesi bakımından da sınırlamanın bir an önce kaldırılması gerekmektedir.

     Şimdi bir Galatasaray'lı olarak Alper transferi sürecinde neler hissettiğimi "samimi" olarak anlatacağım. Galatsaray'a geldiğini duyduğumda aklıma ilk gelen bu parayı Alper'e vermeleri durumunda Melo'nun alınmayacağı oldu. Melo ile Alper ile aynı mevki oyuncuları olduğu için bu düşünceye girmedim. Kulübün sadece orta sahaya alınacak iki futbolcu için toplamda 25-30 milyon euroluk bir yükün (bonservis+maaş) altına girmeyeceğini düşünüyordum. Ama yine de sevindim. Türk, genç ve alınabilecek en iyisi olması sevinmemin sebebiydi. Ancak araya Fenerbahçe'nin girip Galatasaray'ın transferden vazgeçtiğini duyduğumda ilk tepkim yine Melo ile ilgili oldu. Alper gelmiyorsa Melo'nun orta saha için tek alternatif  kaldığını ve 3 yıllık bir sözleşme için toplam maliyetinin en fazla 13-14 milyon euro olabileceğini ve bunun alternatifsiz kalan yönetim için alınabilecek bir risk olduğunu düşündüm. Tabiki üzüldüm. Ezeli rakibin borsaya bile bildirilmiş bir trasnferi elimizden kapması her büyük takım taraftarını olduğu gibi beni de üzer. Üzülmedim diyen de bence yalan söyler.

      Peki şimdi ne olacak? Galatasaray için bu travma en fazla iki güne ortadan kalkar. Ardından duyulan transfer haberleri hem GS, hem de FB taraftarının Alper'i unutması için yeter de artar bile. İşin etik kısmına gelince bence şikayet edilecek hiçbir durum yok. Olaya bir mal, bir satıcı ve iki alıcı ilişkisi içinde bakmakta fayda var. Verilen sözleri çiğnemek ise ne çiğneyen, ne çiğnediğinden şikayet eden ne de yaptığı cazip teklifle sözün çiğnenmesine vesile olan için "uzak" konular değil.

      Biraz da sahanın içine girip olabileceklere bakalım. Galatasaray Melo'yu alırsa istikrar adına önemli bir adım atmış olur. Almazsa mutlaka defansif yönü ağır basan bir isim ile ilgilenilmeli. Örneğin Alper olsaydı ve Melo alınmasa idi, zaten çok yiyen Galatasaray'ı çok daha zor maçlar beklerdi. Fenerbahçe'ye gelince ise bu transfer, Alper'in de gelmesi ile şişen orta saha bölgesindeki çok alıp hiç vermeyen Meireles'i göndermek adına iyi bir fırsat olabilir.

     Dün itibariyle gerçekleşen bu transfer önümüzdeki yaz boyunca daha birçok transfer savaşının yaşanacağının habercisiydi. Son dakika haberleri, etik değer dersleri, bol sıfırlı bonservis bedelleri, menajer açıklamaları ve demeç savaşları ile dolu günler bizleri bekliyor. Haydi hayırlısı...

Cumali Öncalır
http://concalir.blogspot.com