13 Şubat 2013 Çarşamba

İbre Galatasaray'dan Yana...

                    20 Şubat' a sayılı günler kalmışken temsilcimiz Galatasaray ve rakibi Schalke' nin mevcut durumlarına baktığımızda, iki takım içinde sıkıntılı günler yaşandığını görüyoruz. Galatasaray tarafı, yaptığı transferlerden ve aldığı saha içi galibiyetlerden dolayı bazı problemleri gün yüzüne çıkmasa da özellikle Schalke tarafı için  işler hiç iyi görünmüyor.

                   İlk önce Galatasaray'ı ele alayım. Henüz çok geç değil, üç hafta önce Kasımpaşa mağlubiyetinden sonra Fatih Terim' den gelen ve yönetimle arasında yaşanan sürtüşmeyi açıkça belli eden açıklamalar her ne olduysa bir anda gündemden düştü. Fatih Hoca belli ki birşeylerden rahatsızdı ve olayın birden gündemden düştüğünü görünce problemin ortadan kalktığını varsayarak diğer konulara geçiyorum.  Sermaye artırımı ve basketbol takımı ile ilgili yaşanan spekülasyonlara, kafama çok fazla takılmasına rağmen futbol takımı üzerinde etki yaratmayacağını düşündüğüm için yer vermiyorum

                 Galatasaray' daki diğer problem takımın önemli, daha doğru bir deyişle takımı sezon başından itibaren buraya kadar getiren önemli isimlerinin maç eksikliği. Bu isimler Eboue ve Melo. Melo'nun aldığı cezadan sonra maçlarda yer alamaması Melo gibi fizik futbolu oynayan bir futbolcu için hayli ciddi bir eksiklik ve bence Fatih Terim tarafından tercih edilmeyecek. Bu durumda yerine oynayan Yekta'nın en azından  ligdeki performansını sergilemesi gerektiriyor. Eboue' ye gelirsek Afrika kupası sürecini düşündüğümde Eboue, 23 Aralık' tan beridir takımla birlikte maça çıkmıyor. Ayrıca Eboue'nin takıma gelen transferlerle beraber değişen sisteme adaptasyonu da düşünürsek Sabri' nin Antalyaspor maçındaki performansının aynısı için dua etmekten başka şansımız kalmıyor. Ayrıca formda olan Burak, Umut ve Avrupa tecrübeleri ile Drogba,Elmander dörtlüsünden hangisinin kadroda olacağını düşünmek bizim için keyif gibi görünse de Fatih Hoca için sıkıntı olarak görünüyor.

               Schalke tarafında ise sular bizimkinden daha sıcak. İlk önce takımın önemli isimlerinin transferleri ve sakatlıklarıyla başlayalım. Şu ana kadar izlediğim kadarıyla takımın en önemli 3-4 isminden biri olan Lewis Holtby' nin Tottenham' a transfer oluşu bizim için büyük bir artı. Fakat yerine gelen eski Lyon'lu ve geçmişte ismi Galatasaray ile de anılan Michel Bastos, en az Holtby kadar tehlikeli bir futbolcu. Ama Schalke için asıl handikap yaratacak unsur transfer değil oyuncu sakatlıkları. Affelay, Papadopoulos, Obasi ve Türkiye-Romanya maçında izlediğim ve futboluna hayran kaldığım Marica oynyaamayacağı kesin olan isimler. Sağbek Uchida, Moritz ve en önemlisi Huntelaar durumu şimdilik belirsiz olan ismler. Fakat en önemlisi takımın şu andaki form durumu. Takımı, şampiyonlar liginde mağlubiyet almadan ve grup lideri yaparak buraya kadar getiren Huub Stevens'in görevine son verilmesinin ardından göreve getirilen Jens Keller ile arka arkaya alınan üç başarısız sonuca rağmen yıl sonuna kadar yola devam edileceğine dair yapılan açıklama teknik adamın sezon sonunda görevden alınacağının kanıtı.

              Bunca olumsuz tabloya rağmen oynarsa Huntelaar, Farfan, Höwedes, Draxler, Barnetta, Neustädter, Fuchs mevkileri düşünüldüğünde en az Galatasaraylı futbolcular kadar kaliteli isimler. Ayrıca sezon arasında yenilenmiş olmasına rağmen iki maçtır futbolcuların ayakta durmakta zorlandığı Arena'nın zemini umarım maç gününe kadar oturur da futbol kalitesi olumsuz etkilenmez. Bakıldığında tablo bu. Bir tarafta ligdeki reel hedefi Avrupa Ligi'ne katılabilmeye kadar düşen ve tek tutarlı  hedefi Şampiyonlar Ligi olan Schalke ile diğer tarafta aynı hedef için milyonlarca euro yükün altına girmiş Galatasaray' ın arasındaki maç oldukça zor geçeceğe benzemekle birlikte, ibre az da olsa Galatasaray'dan yana gibi görünüyor...



Cumali ÖNCALIR
concalir@windowslive.com
http://concalir.blogspot.com

7 Şubat 2013 Perşembe

Telaffuza Dikkat :)

                   Ara transfer döneminde ülkemize gelen isimlerin büyüklüğünün yanı sıra bazılarının isimlerinin telaffuzu da gündem yarattı. Özellikle o günlerde haber sitelerinde dolaşan ve  Hollandalı bir bayan arkadaşımızın bizlere tüm milli takım oyuncularının isimlerini öğrettiği video, Sneijder transferi ile yaşanması muhtemel bir söyleniş problemini çözdü. Sneijder, Sınayder gibi bir şekilde okunuyordu.


                  Bu problemi tam atlatmıştık ki okuduğum bir başka transfer haberi aklıma spikerlerin ligin ikinci yarısında yaşayacağı büyük problemi getirdi. Gerçekten o ismi okuduğumda spikerlerin yerinde olmayı hiç istemeyceğimi düşündüm. Söz konusu transfer Mersin İdman Yurdu'nun yeni kalecisi  David Bicik' ti. Şu anda sizinde nasıl telaffuz ettiğinizi merak etmiyor değilim. Bu arkadaş Sneijder gibi meşhur olmadığı için bir video çekip bize yardım edecek kimsede olmadığından kafada tilkiler dolaşmaya başlamıştı bile.


                  Kendimi spikerlerin yerine koyduğumda iş içinden çıkılmaz bir hale geliyordu. İngilizce gramer kurallarına göre "c" harfinden sonra   e,i   gibi ince bir ünlü gelirse kural c harfini  "s" olarak okumamızı söylüyordu. Fakat kalecimizin isminde  "c"  yerine  "s"  konulursa, kanal her hafta kapanacak gibi görünüyordu. Spiker arkadaşların diğer seçeneği ise harfi olduğu gibi bırakıp okumaktı ki onun da bir önceki seçenekten çok farkı yoktu. Dolayısıyla yeni bir söyleniş bulunmalıydı. Haftasonu Mersin maçını merakla bekledim ve kalecinin isminin  "BİZİK"  olarak tellaffuz edildiğini duyunca rahatladım:)


                  Kuyt, Chahechouhe, Ujfalusi, Belluschi, Vleminckx, Kouemaha, Kecojevic, Mouche, Fritzler ligimizdeki  isim söylenişi zor olan isimlerden bazıları. Ama bunlardan hiç biri "Bicik" kadar olamaz. Aman tellaffuza dikkat...


Cumali ÖNCALIR
concalir@windowslive.com
http://concalir.blogspot.com
http://ttk.sporx.com/blog/?action=user&id=132078

               


5 Şubat 2013 Salı

Aynı Evden İki Dev




               Almanya' nın Bavyera eyaletinin küçük bir köyü olan Herzogenaurach köyünde dünyaya gelen Adolf ve Rudolf kardeşler babalarının zanaatini devralmış ve ayakkabıcılık yapmaya başlamışlardı. İkisi de futbolla ilgileniyor ve ayakkabı tasarlamayı seviyorlardı. 1920 yılında Adolf tarafından üretilen ilk koşu ayakkabısından  dört yıl sonra kardeşi de işe dahil oluyor ve "Dassler Brother Shoe Factory"  ismi ile ortaklık başlıyor.  Adolf Dassler tarafından ayakkabılara verilecek marka, çok da yaratıcı olmayan bir şekilde ad ve soyadının ilk heceleri  Ad ve Das'ın birleşimi ile oluşan "Addas" olarak konuluyor. Fakat o sıralarda hizmet veren bir çocuk ayakkabı üreticisi ile aynı olan markanın ortasına bir "i" harfi eklenerek sorun ortadan kaldırılıyor.



               İlk kez 1928 Amsterdam Olimpiyatlarında boy gösteren ayakkabı asıl patlamayı 1936 Berlin Olimpiyatlarında Adolf Dassler' in girişimleri ile zamanın ünlü Amreikalı atleti Jesse Owens tarafından giyiliyor. Jesse Owens ayağındaki siyah Adidas' larla tam dört altın madalya kazanınca  Adolf Dassler ile ayakkabısı gazetelerde boy gösteriyor. Artık marka ve Adolf Dassler ismi, köylerini aşıp tüm dünya tarafından tanınır hale geliyor ve dünyanın dört bir tarafından siparişler gelmeye başlıyor. 1937 yılından itibaren on bir spor dalı için otuz farklı ayakkabı üreten ve yüzden fazla işçiyi istihdam eden fabrikada  2. Dünya Savaşı' nın başlaması ve Hitler' in kararı ile  artık ayakkabı değil tank-savar mermileri üretilmeye başlanıyor ve tahmin edileceği gibi en büyük müşterileri Amerikalılar oluyor.


               Savaş başlamadan önce iki kardeş arasında başlayan anlaşmazlıklar ve markanın lansmanı sırasında daha arka planda kalan Rudolf, ortaklıktan ayrılarak kendi markasını kurmaya karar veriyor. İki kardeşin ayrılmalarının sebepleri arasında tasarım konusundaki farklı düşünceleri ve eşleri arasındaki uyumsuzluk olarak gösterilse de asıl sebebin siyasi olarak iki ayrı kutupta olmaları düşünülüyor. Savaşın bitimiyle "Ruda" markasıyla kendi fabrikası kuran Rudolf, sonraları reklamcıların tavsiyesiyle markasını şimdiki bilinen adıyla "PUMA" olarak değiştiriyor. Marka ilk başlarda kardeşininki kadar ünlenemese de 1954 Japonya Olimpiyatlarında Alman atlet Heinz Fütterer tarafından giyiliyor, 4x100 metrede dünya rekoru kırıyor ve şu anda bildiğimiz şekliyle ünleniyordu. Almanya'da Hannover 96, dünyada ise Brezilya milli takımı  ile ünlenen markanın, Pele ve Eusebio gibi isimler tarafından dünya kupalarında giyilmesi ile artık Adidas'tan farkı kalmıyor ve dünyanın en iyi spor giyim markalarından biri haline geliyor.


             Daha sonra her iki markada kardeşlerin çocukların tarafından yönetilmeye devam ediyor fakat babaları gibi başarılı olamayınca birkaç kez el değiştiren markalar şimdi yeni sahiplerin elinde ama yine aynı ünleriyle yolculuklarına devam ediyor. Üç çizgi ve vahşi kedi şekillerin aynı evde yaşayan iki insan tarafından yaratıldığını düşününce hayatın ilginç hikayelerle dolu olduğunu bir kez daha anlıyoruz.

 
            Cumali ÖNCALIR
            http://concalir.blogspot.com
            http://ttk.sporx.com/blog/?action=user&id=132078         

3 Şubat 2013 Pazar

Yollar Yine Ayrıldı

                          1980 yılının ilkbaharında  Diyarbakır' ın  Ergani ilçesinde, dördüncü çocuklarının erkek olmasını dört gözle bekleyen bir ailenin ilk erkek çocuğu olarak dünyaya geldi Şehmus. Kendisinden sonra beş kardeşi daha olunca aile on bir kişi oldu ve belki hayatı boyunca hep on bir kişi ile bir arada olmanın ne demek olduğunu iyi kavradı.

                          Yazımda  bir Mersinli olarak takımın uzun süre sonra Süper Lig'e çıktığı sezon, göşterişsiz bir futbol oynayan fakat attığı kritik gollerle ve sürekli yaptığı presle takımına oldukça fazla katkı yapan Şehmus Özer' den bahsedeceğim. Şunu hemen belirteyim ailede Şehmus' dan ayrı şu anda Adanaspor'un kalecisi Zülküf, Altay sporun futbolcusu Nezir ve memleketinin belediye takımı için oynayan Sadettin ile birlikte üç futbolcu kardeşinin daha olması ailenin genlerinde futbolun olduğunu bizlere gösteriyor.

                        Erganispor' la 18 yaşında ilk resmi karşılaşmasına çıkan Şehmus oynadığı 29 maçta 13 gol atıp Yeni Malatyaspor' a, oradan da şehrin diğer takımı Malatyaspor'a geçiyor. Malatyaspor o sezon play-off'u kazanarak Süper Lig'e çıkıyor ve Şehmus süper ligde sadece dört maç görev alabildikten sonra Kayserispor'a kiralanıyor. Orada da tutunamayan Şehmus, sezon sonu Gümüşhanespor'a bir sezon sonra da 4 yıl formasını terletip, atacağı 43 golle yeniden  sıçrama yapacağı Mardinspor'a transfer oluyor. Mardin'den sonra Karşıyaka ve Altay ile üç senelik bir İzmir kariyeri yaşayan Şehmus, benim de kendisini ilk izlediğim takım olan Mersin İdman Yurdu' na geliyor.

                      Hikaye benim için buradan sonra ilginçleşmeye başlıyor. Mersin' in o sezon Şehmus'un da katkıları ile şampiyon olarak Süper Lig'e çıktığını söylemiştim. Fakat kısa bir süre sonra duyduğum "Şehmus Özer ile yollar ayrıldı."  haberi beni şaşırtmıştı. Hikayemizin kahramanının yeni adresi Akhisar, kaderi ise yine aynı oluyordu. O sezon  Akhisar Belediyespor da ligi şampiyon bitirip Süper Lig'e geliyor ve yine Şehmus ile yollar ayrılıyordu. O andan sonra Şehmus Özer'in gideceği takımı çok merak ediyordum. Çünkü gittiği takımı yukarıya çıkarıyor fakat kendisi hep aşağıda kalıyordu.

                     Sezon başında Şanlıurfaspor ile anlaştığını duyduğumda Urfa'yı da yukarıya çıkaracağını düşündüğüm Şehmus  burada çok fazla forma şansı bulamamasına rağmen 6 maçta 2 gol atıyor fakat geleneğe ara verip  takımdan kopuyordu. Geçtiğimiz günlerde yeniden Karşıyaka'ya transfer olduğunu duyunca bu takımı Süper Lig'e çıkarıp çıkaramaycağı ile ilgili oldukça meraklanmaya başladım. Ama şundan eminim ki çıkarsa bile yollar Şehmus' la yine ayrılacak.

 
                Not: Yazı boyunca yaşça büyüğüm olan Şehmus abiden  "Şehmus"  diye bahsettiğim için özür dilerim, futbolculuğuna ve profesyonelliğine saygı duyarım.


               Cumali ÖNCALIR
               concalir.blogspot.com
               concalir@windowslive.com

Dananın Kuyruğu Haftaya Kopar...

             Mustafa Denizli' nin takım çalıştırırken sürekli bir hedef gösterme alışkanlığı vardır. Örneğin "29. haftada şampiyon belli olur." , "70 puan toplayan şampiyon olur."  gibi kehanetleri taraftarda bir beklenti oluşturur ve  heyecan yaratır. Hatta takımdaki futbolcularda da bir  artı motivasyon sağlar ki Mustafa Hoca' nın çalıştırdığı takımların kazandıkları başarılara bakarsak bu tarzın işe yaradığını  söyleyebiliriz. Şimdi ben de Mutafa Hoca benzeri bir kehanette bulunacağım. Belki bu iddiam tutmayacak ve tam aksi bir tablo ile karşılaşacağım. Ama şimdiye kadar geçen süreç bana, bu iddiamın çok da boş olmadığını düşündürüyor. Kehanet şu ki haftaya lig şampiyonu büyük ölçüde kesinleşir. Biraz açıklayayıım.

              Gelecek hafta Galatasaray içeride Antalyaspor ile oynuyor. Çok zor bir maç olduğu kabul etmekle birlikte Galatasaray' ın kendi sahasında oynadığı maçlara çok daha farklı bir motivasyonla çıktığını, maçın ilk dakikalarına çok baskılı başladığını ve hedef maçlarını hedefe uygun oynayabildiğini görüyoruz. Son iki sezondur Arenada oynanan derbi maçları ve Şampiyonlar Ligi maçlarının hiçbirinde kötü oynadığını söylemek doğru olmaz. Dolayısıyla haftaya oynanacak Antalya maçını Galatasaray'ın zorlanarak da olsa kazanacağını düşünüyorum.

              Gelelim Galatasaray'ın diğer ciddi rakiplerden Beşiktaş' a. Beşiktaş Elazığ deplasmanına gidiyor. Elazığspor' un yenilenen stad zemini ve gelen başarılı sonuçlar sonucu tekrar takımının arkasında durmaya, takımın ligde kalacağına yeniden inanmaya başlayan taraftarı futbolunu olumlu yönde etkiliyor. Beşiktaş' ın forvet hattındaki   Almeida, Mustafa Pektemek ve son olarak da  yeni transfer Dentinho'nun sakatlanması, Fernandes' in formsuzluğu ve defansın, kontra atağı iyi oynayan Elazığspor ofans oyuncuları karşısında yavaş kalma ihtimali Beşiktaş' ın bu maçta puan kaybetmesi için tüm şartları bir araya getiriyor. Fenerbahçe' ye baktığımızda yapılan  3 transferin ilk maçlarında maça ilk on birde başlamaları, ligin ilk yarısında sistemini oturtamadığını ve iyi futbol oynayamadığını gösteriyor. Kadıköy'de üst üste kaybedilen puanlar, taraftar ile yönetimin açılmasına ve Fenerbahçe'nin 17'de 16 yaparak kazandığı şampiyonluktaki havanın oluşmasına engel oluyor. Bu durum da şampiyonluk için taraftarda olan inancı zayıflatıyor. Rakip Mersin' de ise Giray Bulak' ın takımın başına geçmesi ile az da olsa oluşan atmosfer ve takımın ligden düşme tehlikesi, rakip Fenerbahçe bile olsa puan alma ihtiyacı ve isteğini artırıyor.

           21. hafta öncesi gördüğüm tablo bu. Olma ihtimali zayıf gibi görünüyor fakat bu sene herkesin herkesi oldukça fazla şaşırtığı bu ligde olmayacak bir senaryo değil. Eğer olursa Galatasaray en yakın rakibini yenip 7 puanlık ve en ciddi rakiplerine ise 9-10 puanlık fark atıyor. Takımın iki önemli elemanı Eboue ve Drogba'nın da takıma döndüğünü, bu puan farkının yaratacağı psikolojik faktörleri de işin içine dahil edersek dananın kuyruğu gelecek hafta kopabilir ve Galatasaray 19. şampiyonluğa rahatça ulaşabilir.

          Cumali Öncalr
          concalir.blogspot.com
          concalir@windowslive.com
           

1 Şubat 2013 Cuma

Esas Lig 1. Lig

           Ara transfer döneminde ülkemizde gerçekleşen transferler oldukça etkileyiciydi. Dünya yıldızları Drogba, Sneijder ve biraderden ünlü Anton Ferdinand ülkemize adım attılar. Bu isimler kadar sansasyonel olmasa da belki de takımlarına daha fazla katkı sağlayacak olan tanıdık isimler Emre, Ziegler, Niang, Zenke ve Gekas kısa bir aradan sonra geri geldiler. Tabi ülke içinde de oldukça ilginç yer değiştirmeler yaşanmadı değil. Webo'nun Fenerbahçe'ye, Vittek'in onun yerine İ.B.B'ye, Gökhan Süzen'in Beşiktaş'a, Sercan Yıldırım'ın Sivas'a, Ozan İpek ve Gosso'nun Mersin'e, İbricic'in oldukça başarılıyken Antep'ten Kaşımpaşa'ya transferleri gündemi meşgul etti. Jervis, Vleminckx, Sernas ve Gausic gelir gelmez attıkları gollerle dikkatimizi çekip transferi sadece büyük takımların yapmadıklarını bizlere hatırlattılar.

 
         Ara transferin sona ermesiyle hangi takımın hangi futbolcuyu alıp sattığını incelerken bazı isimlerin ilginç bir şekilde 1. Lig'e gittiklerini gördüm. Özellikle Şanlıurfaspor'un gerçekleştirmeye çalışıp son anda muvaffak olamadığı Kader Keita transferi aşağıda ilginç kıpırdanmalar olduğunu gösteriyordu. Mustafa Denizli ile anlaşan Rizespor transferde de önemli isimlerle anlaşıp lige bu sefer gelebileceğinin sinyallerini veriyordu. Özellikle Karabük'ten Cernat hayli şaşırtıcı bir transferdi. Bunun yanında hala neden gönderildiklerini anlayamadığım 1461 Trabzon'un iki önemli topçusu Sercan Kaya ve Eren Albayrak Rize'nin gücüne güç katacağa benziyor.


          Ligin ilk yarısını çok da başarılı geçirememesine rağmen yaptığı Herve Tum, Gökhan Emreciksin, Ali Bilgin, Ergin Keleş gibi transferlerle Göztepe, 3 puanlı sistemde en azından play-off'a katılmanın imkansız olmadığını göstermeye çalışacak. Takımın başına Oğuz Çetin'i getirdikten sonra ciddi bir toparlanmaya geçen Boluspor da Dixon, Dalmat, Muhammet Özdin gibi süper lig orijinli futbolcularla üst sıraları zorlayacak.  Transfer yapabilmek için taraftarından yardım isteyen Samsunspor ise Kasımpaşa'dan Dimitrov ve Sivas'tan Abdulkadir Özgen ile üst üste aldığı beraberliklerden birkaçını galibiyete dönüştürerek geçen sezon ayrıldığı lige yeniden dönmenin hesaplarını yapacak. Keita transferinde başarılı olamamasına rağmen Bursaspor'a büyük umutlarla gelmiş Bangura'yı kadrosuna katan Şanlıurfaspor bu ligde ben de varım diyecek.


         1461 Trabzon dışında kadrolarını büyük ölçüde koruyup ufak tefek takviyeler yapan ligin üst sırasında bulunan Erciyes, Adana, Adana Demirspor, Manisa gibi takımlar da, mevcut yerlerini yukarıda bahsettiğimiz takımlardan korumaya çalışacak. Transfer yasağı olmasına ve başına gelenler bir başkent takımına yakışmayacak kadar kötü olmasına rağmen onurlu mücadelesine devam eden Ankaragücü, hocasını (nur içinde yatsın) kaybetmiş Tavşanlı, lig içinden birkaç tanıdık isimle güçlenmeye çalışan Kartal, Denizli, Buca, Antep B.B. , Konya aşağıya düşmemeye ve olabildiğince yukarı çıkmaya bakacaklar.


        Kısacası bu ligde herkesin bir amacı olacak ve hepsinin arkasında seneye takımlarını bir üst ligde görmek isteyen ya da bir alt ligde görmek istemeyen koca bir şehir olacak. Birkaç kelime de ligin yayıncısı TRT'ye edelim. Bir tanesi HD olduğu için herkes tarafından izlenemiyor olmasına rağmen geriye 12 tane kanalı kalan bir kurumun maçları herkesin evinde sınırsız internet olduğunu varsayarak WebTv üzerinden yayınlamasını eleştiriyorum.
     
          Bu lig çıkılması hedeflenen Süper Lig gibi süper midir bilemem ama asıl lig aşağıda olacağa benziyor. Haberiniz ola.

        Kalın sağlıcakla...

Fenerbahçe' de KOCAMAN Devri Fiilen Sona Ermiştir.

        Bu yazıyı bir Galatasaray' lı olarak yazdığımı, Fenerbahçe' ye herhangi bir düşmanlığım olmadığını ve olaya objektif olup dışarıdan baktığımda gördüklerimi anlatmaya çalışacağım.


        Mevzu, malum Emre Belözoğlu transferi. Emre' nin yeniden Fenerbahçe' ye transfer olduğu haberini okuduğumda aklıma ilk gelen bu transferin tamamen Aziz Yıldırım tarafından istenen bir transfer olduğu ve Aykut Kocaman' ın neler düşündüğü oldu. Emre' nin takımdan ayrılış sürecine tekrar bir göz atıp hatırlarsanız, ortalıkta dolaşan dedikoduların ya da doğruluk payı yüksek olan söylentilerin hiç de hoş olmadığını görüyoruz. Emre' nin agresifliği, Aykut Hocaya yumruk attığı iddiaları,  takım içindeki arkadaşlarıyla yaşadığı olumsuz olaylar ve en önemlisi ayrılırken Aykut Hocanın Emre ile ilgili yaptığı açıklamalar ayrılığın gerekli olduğuna bizleri inandırmıştı.


       Fakat aradan geçen süreçte gerek Fenerbahçe' nin ligdeki istikrarsız görüntüsü, gerekse de orta sahada yaşanan iki yönlü oyuncu sıkıntısının giderilememesi ve bunun için yapılan transferlerin bir türlü isteneni verememesi başarısızlığı dolayısıyla da taraftar ile aradaki gerginliği doğurdu. Hatta bunun üzerine gelen istifa seslerine Aykut Hoca cevap verip istifa etmişti. Fakat bence kulübün tek söz sahibi olan Aziz Başkan isteyince ve sözde transferde istediği oyuncuların alınacağı garantisini verince Aykut Hoca yeniden kulübeye döndü.

 
       Bu ilginç transfere yeniden dönecek olursak, bence asıl gerçekleşme sebebi tamamlanamayan Belhanda transferi olarak düşünülebilir. Ama yöneticilerden dinlediğimiz kadarıyla Aykut Hoca' nın isteğiyle transferin yapıldığı ve Hem Emre'nin Fenerbahçe'ye hem de Fenerbahçe' nin Emre'ye ihtiyacı olduğu yönündeydi. Fakat bence işin aslı Fenerbahçe' nin birinci hedefi olan lig şampiyonluğu için riske girmeden bilindik ve tanıdık futbolcuları yeniden takıma katarak adaptasyon sürecini kısa tutup yeniden iddialı hale gelmek. Bunun fikir babası da yüksek ihtimal Aziz Yıldırım.

 
      Kısacası yapılan Ziegler ve Emre transferlerine baktığımda bu futbolcuların,  Hoca' ya yapılması taahhüt edilen transfer listesinde olduğunu düşünmüyorum. Bu transferlerde de devre aralarında soyunma odasını inip oyuncuları motive eden, mikrofonu eline alıp taraftara nasıl protesto yapması gerektiğini söyleyen, taraftarın efsane ilan ettiği bir oyuncuyu görüşmeye 15 dakika geç kaldığı için itibarsızlaştırıp silen, kulübün en büyük taraftar kulübünü sırf kendisini eleştirdikleri için "bir avuç çapulcu" olarak gösteren bir adamın parmağı olduğunu düşünüyorum.

     Bence Aykut Kocaman sadece bir siluet. Bu takımı kimin, nasıl yönettiği belli. Aykut Kocaman devri resmen devam etmesine rağmen artık fiilen bitmiştir.

     Kalın sağlıcakla...