Bu yazıyı bir Galatasaray' lı olarak yazdığımı, Fenerbahçe' ye herhangi bir düşmanlığım olmadığını ve olaya objektif olup dışarıdan baktığımda gördüklerimi anlatmaya çalışacağım.
Mevzu, malum Emre Belözoğlu transferi. Emre' nin yeniden Fenerbahçe' ye transfer olduğu haberini okuduğumda aklıma ilk gelen bu transferin tamamen Aziz Yıldırım tarafından istenen bir transfer olduğu ve Aykut Kocaman' ın neler düşündüğü oldu. Emre' nin takımdan ayrılış sürecine tekrar bir göz atıp hatırlarsanız, ortalıkta dolaşan dedikoduların ya da doğruluk payı yüksek olan söylentilerin hiç de hoş olmadığını görüyoruz. Emre' nin agresifliği, Aykut Hocaya yumruk attığı iddiaları, takım içindeki arkadaşlarıyla yaşadığı olumsuz olaylar ve en önemlisi ayrılırken Aykut Hocanın Emre ile ilgili yaptığı açıklamalar ayrılığın gerekli olduğuna bizleri inandırmıştı.
Fakat aradan geçen süreçte gerek Fenerbahçe' nin ligdeki istikrarsız görüntüsü, gerekse de orta sahada yaşanan iki yönlü oyuncu sıkıntısının giderilememesi ve bunun için yapılan transferlerin bir türlü isteneni verememesi başarısızlığı dolayısıyla da taraftar ile aradaki gerginliği doğurdu. Hatta bunun üzerine gelen istifa seslerine Aykut Hoca cevap verip istifa etmişti. Fakat bence kulübün tek söz sahibi olan Aziz Başkan isteyince ve sözde transferde istediği oyuncuların alınacağı garantisini verince Aykut Hoca yeniden kulübeye döndü.
Bu ilginç transfere yeniden dönecek olursak, bence asıl gerçekleşme sebebi tamamlanamayan Belhanda transferi olarak düşünülebilir. Ama yöneticilerden dinlediğimiz kadarıyla Aykut Hoca' nın isteğiyle transferin yapıldığı ve Hem Emre'nin Fenerbahçe'ye hem de Fenerbahçe' nin Emre'ye ihtiyacı olduğu yönündeydi. Fakat bence işin aslı Fenerbahçe' nin birinci hedefi olan lig şampiyonluğu için riske girmeden bilindik ve tanıdık futbolcuları yeniden takıma katarak adaptasyon sürecini kısa tutup yeniden iddialı hale gelmek. Bunun fikir babası da yüksek ihtimal Aziz Yıldırım.
Kısacası yapılan Ziegler ve Emre transferlerine baktığımda bu futbolcuların, Hoca' ya yapılması taahhüt edilen transfer listesinde olduğunu düşünmüyorum. Bu transferlerde de devre aralarında soyunma odasını inip oyuncuları motive eden, mikrofonu eline alıp taraftara nasıl protesto yapması gerektiğini söyleyen, taraftarın efsane ilan ettiği bir oyuncuyu görüşmeye 15 dakika geç kaldığı için itibarsızlaştırıp silen, kulübün en büyük taraftar kulübünü sırf kendisini eleştirdikleri için "bir avuç çapulcu" olarak gösteren bir adamın parmağı olduğunu düşünüyorum.
Bence Aykut Kocaman sadece bir siluet. Bu takımı kimin, nasıl yönettiği belli. Aykut Kocaman devri resmen devam etmesine rağmen artık fiilen bitmiştir.
Kalın sağlıcakla...
1 Şubat 2013 Cuma
29 Ocak 2013 Salı
"HOŞT" Demenin Zamanı Geldi
Yazıma başlamadan önce yaz aylarında Felipe Melo' nun Galatasaray'a bir an önce transfer edilmesini istediğimi ve takıma yeniden katıldığında oldukça mutlu olduğumu belirteyim. Fakat şimdiye kadar geçen zamanda Melo' nun sadece içerideki Manchester United maçında ve Elazığ'daki kurtardığı penaltıdan başka takıma herhangi bir katkısı olduğunu düşünmüyorum. Fakat bu yazımda Melo' nun performansı ile ilgili daha fazla birşeyden bahsetmeyeceğim. Çünkü Melo' nun hal ve hareketlerini performansı ne olursa olsun karşısında olunması gerektiğini düşünüyorum.
Hafta sonunda yaşanan olay herhalde herkese Meireless' in yaptığı hareketi hatırlatmıştır. Fenerbahçe' nin o süreçte futbolcu taraftarı olan tavırları gördüğümde yadırgamış ve etik değerlerin ön planda tutulması gerektiğini düşünmüştüm. Bunun üzerine GS yönetiminden Adnan Öztürk tam da benim duygularıma tercüman olan bir açıklama yaptı. Belki yaptığı açıklama bir kulüp yöneticisine göre oldukça dik olmasına rağmen gerçekten adil ve duyarlı davranmıştı. Gel gelelim gün geldi, aynı olay Galatasaray kulübünün de başına geldi ve şimdi işin lafta değil icraatla anlaşılacağı bir durum oluştu.
Melo olayının ardından Fenerbahçe' nin açıklamasını okuduğumda belki de tüm Galatasaraylıların aklına gelip, söylemeye cesaret edemediği cümleleri okuyordum. Gerçekten yazıya tamamiyle katılıyordum. Açıkçası Fenerbahçe "Bize verdiğin ahlak dersini bakalım siz uygulayabilecek misiniz?" diyordu.Tam burada Fenerbahçe de etik davranamadı, onlarda futbolcularını korudu gibi eleştirilerin renktaş arkadaşlarım tarafından dile getirildiğini duyar gibi oluyorum. Fakat bence Galatasaray, belki de Fenerbahçe'nin yapamadığını yapıp hak edene, hatta defalarca hak edene cezasını kesmelidir.
Türk futbolunda son zamanlarda yaşadığımız sıkıntılı olayların hepsinde kişilerden vazgeçip etik değerlere tutabilseydik belki de futbolumuz şimdi çok farklı yerlerde olabilirdi. Kısacası artık Galatasaray taraftarı nezdinde de kredisi dolmuş, ahlaki problemleri tam anlamıyla gün yüzüne çıkmış ve en önemlisi bir Türk delikanlısının suratına tükürme (tükürükler Full HD görüntülerde görülmese bile) gibi bir terbiyesizliği yapan PİTBULL' a artık hoşt demenin zamanı bence çoktan geldi...
Kalın sağlıcakla...
Hafta sonunda yaşanan olay herhalde herkese Meireless' in yaptığı hareketi hatırlatmıştır. Fenerbahçe' nin o süreçte futbolcu taraftarı olan tavırları gördüğümde yadırgamış ve etik değerlerin ön planda tutulması gerektiğini düşünmüştüm. Bunun üzerine GS yönetiminden Adnan Öztürk tam da benim duygularıma tercüman olan bir açıklama yaptı. Belki yaptığı açıklama bir kulüp yöneticisine göre oldukça dik olmasına rağmen gerçekten adil ve duyarlı davranmıştı. Gel gelelim gün geldi, aynı olay Galatasaray kulübünün de başına geldi ve şimdi işin lafta değil icraatla anlaşılacağı bir durum oluştu.
Melo olayının ardından Fenerbahçe' nin açıklamasını okuduğumda belki de tüm Galatasaraylıların aklına gelip, söylemeye cesaret edemediği cümleleri okuyordum. Gerçekten yazıya tamamiyle katılıyordum. Açıkçası Fenerbahçe "Bize verdiğin ahlak dersini bakalım siz uygulayabilecek misiniz?" diyordu.Tam burada Fenerbahçe de etik davranamadı, onlarda futbolcularını korudu gibi eleştirilerin renktaş arkadaşlarım tarafından dile getirildiğini duyar gibi oluyorum. Fakat bence Galatasaray, belki de Fenerbahçe'nin yapamadığını yapıp hak edene, hatta defalarca hak edene cezasını kesmelidir.
Türk futbolunda son zamanlarda yaşadığımız sıkıntılı olayların hepsinde kişilerden vazgeçip etik değerlere tutabilseydik belki de futbolumuz şimdi çok farklı yerlerde olabilirdi. Kısacası artık Galatasaray taraftarı nezdinde de kredisi dolmuş, ahlaki problemleri tam anlamıyla gün yüzüne çıkmış ve en önemlisi bir Türk delikanlısının suratına tükürme (tükürükler Full HD görüntülerde görülmese bile) gibi bir terbiyesizliği yapan PİTBULL' a artık hoşt demenin zamanı bence çoktan geldi...
Kalın sağlıcakla...
28 Ocak 2013 Pazartesi
""Didier" , Biri Bakar, Kıyamet Ondan Kopar...
Mevcut forvetlerimiz Elmander, Burak ve Umut' u tek tek ele alalım. Elmander bu seneki performansı ile geçen senenin hayli uzağında. Fakat Elmander'i asıl değerli kılanın kaydettiği gol sayısı değil de Fatih Terim'in ısrarla üzerinde durduğu "defans ofansta başlar" felsefesini en iyi uygulayan futbolculardan biri olmasıydı. Gerçekten maçları izlediğimizde Elmander'in takım ataktayken bir forvet, savunmadayken de bir orta saha gibi oynadığını açıkça görebiliyoruz. Zaten maç sonlarında koşu mesafelerine bakıldığında Elmander'in hep yukarılarda olması bunun en iyi göstergesi.
Umut'a baktığımızda ise bu kadroda bu kadar sık rotasyona uğramasına rağmen attığı gol sayısının ve takıma yaptığı katkının oldukça fazla olduğunu söylemek mümkün. Hatta ligin hemen başında yönetimden ve taraftardan yükselen "bonservisi alınsın" tepkilerine ve ligde 11 gol atması Umut'un ne kadar başarılı olduğunun kanıtı.
Gelelim takımın en sükse yapan, aslında hala bile çiçeği burnunda olan yeni forveti Burak Yılmaz'a. Düşünün. Öyle bir futbolcusunuz ki, bir takım sizi alabilmek için 5 milyon euro gibi bir rakamı gözden çıkarıyor, takımınızın lig mücadelelerinde 9 gol, Avrupa mücadelelerinde ise 6 gol atıyor bir de UEFA tarafından grup maçlarının en değerli futbolcusu seçiliyorsunuz. Bunlar yetmezmiş gibi Avrupa'nın önde gelen kulüpleri sizi transfer etmek istiyor. Bunların hepsi sizi iyi hissetirmiş, kendinizi iyi bir futbolcuymuş gibi algılamaya başlamışken bir haber alıyorsunuz. Kulüp sizin yerinize, sizden daha iyi olduğunun kanıtı olarak bir sene önce sizin bu sene en iyi futbolcu seçildiğiniz platformda gösterdiği başarıları gösterilen bir futbolcuyu transfer ediyor.
Yukarıda anlattıklarım empati yapabilmemiz için yeterli görünüyor. Olaya Drogba'nın alacağı parayı, göreceği ilgiyi vs. dahil etmiyorum. Sadece ilerde işini gayet iyi yapan bir ekip varken bu ekibin yeterince iyi olmadığı düşünülerek gruba yeni bir eleman dahil etmenin mevcut elemanların motivasyonunu olumsuz etkileyebileceğini söylüyorum. Takımdaki yabancı sayısı, futbolculara verilen paraların fahişliği, olası bir Schalke hezimeti, bu sene ligde 2. yada 3. olunup gelecek sene gruplara direk katılamama, olası başarısızlık sonucu taraftardan gelen gelirlerin azalması, gibi riskleri de göz önünde bulundurursak geriye söyleyecek tek şey kalıyor. Allah Galatasaray'ın tekerini ters döndermesin. Yoksa bizler de "FEDA" dolu günler yaşayabiliriz.
Kalın sağlıcakla...
22 Ocak 2013 Salı
Hesap Kolay, Çözüm Yerli...
Galatasaray kulübünün dünyanın ilk 10 takımı içerisine girme hedefi doğrultusunda yaptığı Wesley Sneijder transferinden sonra kulübün resmi internet sitesine girip kadroya bir göz attım. Listede 10 tanesi yabancı olmak üzere 25 tane futbolcu yer alıyor. Ayrıca Lille takımından stoper Chedjou ve Fluminense' den sol bek Carlinhos için de girişimler olduğu sürekli yazılıyor.
Ligdeki mevcut yabancı statüsüne baktığımızda takımlarımızın, 10 futbolcu ile sözleşme imzalama, bunlardan 8 tanesini kadroya alabilme ve 6 tanesini de oynatabilme imkanı var. 2014-2015 senesinden itibaren ise sözleşme imzalanabilecek sayı 8, sahada oynayabilecek sayı 5'e düşecek. Sayılar bu kadar açıkken Galatasaray'ın sürekli yabancı transfere yönelmesini anlamak mümkün değil. Hedefi bu kadar büyük olan bir kulübün yabancılarının kaliteli olması gerektiğini biliyor ve geldiğinde fark yaratacak isimlerin kadroya dahil edilmelerini anlıyorum. Fakat tribünde oturarak yani maç izleyerek para kazanan yabancı futbolcunun takıma herhangi bir katkısı olduğunu düşünmüyorum. O zaman kadroya bir göz atalım ve aslında yapılması kolay bir işlemi çözelim.
Mevcut yabancılarımızdan Baros'a artık ayrıldı gözüyle bakabiliriz. Çünkü Fatih Hoca onu kesinlikle kadroda düşünmüyor. Bu durumda bedava da olsa transferine izin verilip yıllık maaş yükünden kurtulunmalı. Geçen seneki şampiyonluğumuzda çok büyük paya sahip olmasına rağmen, yaşadığı sakatlıklardan ve yaşının iyileşmesine olan etkisinden dolayı Ujfalusi' ye sezon sonunda teşekkür edilmeli. Yokluktan sol bek olan ofans yönü çok kötü olmamasına rağmen pozisyon almada ciddi sıkıntıları olan Riera'yı da hala piyasası varken sezon sonunda elden çıkarmalı. Melo' nun performansının sadece bir senelik olduğunu ve yaşının artık bir dünya takımının ön liberosunda oynamak için biraz fazla olduğunu düşünürsek Melo' yu da ayrılacaklar listesinin üst sıralarına yazabiliriz. Elmander'e gelirsek karar vermede arada kalınabilecek isimlerden biri. Ama 2014-2015 sezonunun hesabını yapıyorsak o da yaş itibariyle bu kadroda zor yer bulacağa benziyor. Ayrılan bu isimlerin yerine takımda sıkıntılı olan sol bek veya stoper bölgelerinden birine yabancı transferi yapılabilir.
Bu durumda elde kimsenin itirazı olmayan Muslera ve Eboue, çok para harcanan gençler Amrabat ve Dany bir de ne çıkacağını bilmediğimiz ama çok ümitli olduğumuz taze portakalamız Sneijder kalıyor. Kısacası bunca temizliğe rağmen elde 5 tane yabancı kalıyorken ve sadece bir sezon sonra yabancı sayısına böyle bir kısıtlama gelecekken elimizdeki yabancılara yenilerini eklemeden, iç piyasada fiyatlar daha da uçmadan yerli malı bir şeyler almakta fayda var.
Kalın sağlıcakla...
Ligdeki mevcut yabancı statüsüne baktığımızda takımlarımızın, 10 futbolcu ile sözleşme imzalama, bunlardan 8 tanesini kadroya alabilme ve 6 tanesini de oynatabilme imkanı var. 2014-2015 senesinden itibaren ise sözleşme imzalanabilecek sayı 8, sahada oynayabilecek sayı 5'e düşecek. Sayılar bu kadar açıkken Galatasaray'ın sürekli yabancı transfere yönelmesini anlamak mümkün değil. Hedefi bu kadar büyük olan bir kulübün yabancılarının kaliteli olması gerektiğini biliyor ve geldiğinde fark yaratacak isimlerin kadroya dahil edilmelerini anlıyorum. Fakat tribünde oturarak yani maç izleyerek para kazanan yabancı futbolcunun takıma herhangi bir katkısı olduğunu düşünmüyorum. O zaman kadroya bir göz atalım ve aslında yapılması kolay bir işlemi çözelim.
Mevcut yabancılarımızdan Baros'a artık ayrıldı gözüyle bakabiliriz. Çünkü Fatih Hoca onu kesinlikle kadroda düşünmüyor. Bu durumda bedava da olsa transferine izin verilip yıllık maaş yükünden kurtulunmalı. Geçen seneki şampiyonluğumuzda çok büyük paya sahip olmasına rağmen, yaşadığı sakatlıklardan ve yaşının iyileşmesine olan etkisinden dolayı Ujfalusi' ye sezon sonunda teşekkür edilmeli. Yokluktan sol bek olan ofans yönü çok kötü olmamasına rağmen pozisyon almada ciddi sıkıntıları olan Riera'yı da hala piyasası varken sezon sonunda elden çıkarmalı. Melo' nun performansının sadece bir senelik olduğunu ve yaşının artık bir dünya takımının ön liberosunda oynamak için biraz fazla olduğunu düşünürsek Melo' yu da ayrılacaklar listesinin üst sıralarına yazabiliriz. Elmander'e gelirsek karar vermede arada kalınabilecek isimlerden biri. Ama 2014-2015 sezonunun hesabını yapıyorsak o da yaş itibariyle bu kadroda zor yer bulacağa benziyor. Ayrılan bu isimlerin yerine takımda sıkıntılı olan sol bek veya stoper bölgelerinden birine yabancı transferi yapılabilir.
Bu durumda elde kimsenin itirazı olmayan Muslera ve Eboue, çok para harcanan gençler Amrabat ve Dany bir de ne çıkacağını bilmediğimiz ama çok ümitli olduğumuz taze portakalamız Sneijder kalıyor. Kısacası bunca temizliğe rağmen elde 5 tane yabancı kalıyorken ve sadece bir sezon sonra yabancı sayısına böyle bir kısıtlama gelecekken elimizdeki yabancılara yenilerini eklemeden, iç piyasada fiyatlar daha da uçmadan yerli malı bir şeyler almakta fayda var.
Kalın sağlıcakla...
Bu Ne Yaman Çelişki Beyler?
"Maraton" programının açık kanaldan yayınlandığı günlerden beri maç sonu programlarını takip ederim. Bu programlarda konuşulardan çok; yaşanan hararetli tartışmalar, sıklıkla yapılan gaflar, tiyatral hareketler, söz hakkı doğanların yayına bağlanmaları ve hep kaynağı gizli tutularak verilen son dakika haberleri ilgimi çekmiştir. Son zamanlarda sosyal medyanın daha aktif kullanımı ile herkesin programlara ulaşabilme imkanın artması programları daha da hareketlendirdi.
Bu programlarda genel olarak takımların futbol başarı durumları, transfer haberleri, yaşanan gerilimler, ve Türk futbolunun genel gidişatı tartışılıyor. Programların büyük çoğunluğunda ise bir memnuniyetsizlik, karamsarlık ve üç büyükler odaklı bir yapı var. Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş'ın çok konuşulmasını yadırgamıyorum. Çünkü taraftar kitleleri ve izlenme kaygısı göz önüne alınıdığında bu yapının kabul edilebilir olduğu söyleyebiliriz. Fakat Bursa'nın şampiyon olduğu gün bile böyle tarihi bir olay yerine Fenerbahçe'nin şampiyonluğu nasıl kaçırdığının konuşulmasını da yadırgamyor değilim.
Fakat son bir kaç haftadır bu programlarda konuşulan,
kabul edemediğim ve bana çok saçma gelen bir durum var. Dört büyüğün aynı anda puan kaybettiği bu hafta, ligin lideri ile sonuncusu arasındaki puan farkının az olmasının yapılan kötü transferlere ve ligin kalitesiz olmasına bağlanması bana çok saçma geldi. Daha önceki yıllarda hep İngiltere, İspanya, İtalya, Almanya gibi büyük ligleri; herkesin herkesi yenebilmesi, kimin şampiyon olacağının belli olmaması ve puan farklarının az olması gibi nedenlerle bize iyi örnekler olarak gösteriliyor ve liglerin kalitesinden dem vuruluyordu. Bizim ligimizde ise öndeki takımların arayı açmasının, ligde erken kopmalar olmasının ve takımların hedefsiz kalmalarının ligi tatsız bir hale getirdiğinden dert yanılıyordu. Hatta ve hatta alt ligimizin, daha çok hedefe oynayan takımlar olduğu için daha heyecanlı ve izlenilebilir olduğundan bahsediliyordu.
Peki ligimiz tamda diğer liglere özenildiği gibi; heyecanlı, mücadele gücü yüksek ve sürprizli bir hale gelmeye başlamışken bu eleştiriler neden? Büyük takımların transfer hatalarının yanında birazda küçük takımların transfer başarılarını ve emeklerini konuşmak daha iyi olmaz mı? Kısacası lig şu anda futbol kalitesi bakımından önceki yıllara göre oldukça tatminkar. Futbol kalitesinin önündeki engellerden biri ise tesisler. Onlarda da önümüzdeki yıllarda önemli gelişmeler olacağa benziyor. Türk futbolundaki birçok sorun halledilebir. Yeterki futbolumuzu vasıflı ve en önemlisi adil insanlar yönetsin.
Kalın sağlıcakla...
Bu programlarda genel olarak takımların futbol başarı durumları, transfer haberleri, yaşanan gerilimler, ve Türk futbolunun genel gidişatı tartışılıyor. Programların büyük çoğunluğunda ise bir memnuniyetsizlik, karamsarlık ve üç büyükler odaklı bir yapı var. Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş'ın çok konuşulmasını yadırgamıyorum. Çünkü taraftar kitleleri ve izlenme kaygısı göz önüne alınıdığında bu yapının kabul edilebilir olduğu söyleyebiliriz. Fakat Bursa'nın şampiyon olduğu gün bile böyle tarihi bir olay yerine Fenerbahçe'nin şampiyonluğu nasıl kaçırdığının konuşulmasını da yadırgamyor değilim.
Fakat son bir kaç haftadır bu programlarda konuşulan,
kabul edemediğim ve bana çok saçma gelen bir durum var. Dört büyüğün aynı anda puan kaybettiği bu hafta, ligin lideri ile sonuncusu arasındaki puan farkının az olmasının yapılan kötü transferlere ve ligin kalitesiz olmasına bağlanması bana çok saçma geldi. Daha önceki yıllarda hep İngiltere, İspanya, İtalya, Almanya gibi büyük ligleri; herkesin herkesi yenebilmesi, kimin şampiyon olacağının belli olmaması ve puan farklarının az olması gibi nedenlerle bize iyi örnekler olarak gösteriliyor ve liglerin kalitesinden dem vuruluyordu. Bizim ligimizde ise öndeki takımların arayı açmasının, ligde erken kopmalar olmasının ve takımların hedefsiz kalmalarının ligi tatsız bir hale getirdiğinden dert yanılıyordu. Hatta ve hatta alt ligimizin, daha çok hedefe oynayan takımlar olduğu için daha heyecanlı ve izlenilebilir olduğundan bahsediliyordu.
Peki ligimiz tamda diğer liglere özenildiği gibi; heyecanlı, mücadele gücü yüksek ve sürprizli bir hale gelmeye başlamışken bu eleştiriler neden? Büyük takımların transfer hatalarının yanında birazda küçük takımların transfer başarılarını ve emeklerini konuşmak daha iyi olmaz mı? Kısacası lig şu anda futbol kalitesi bakımından önceki yıllara göre oldukça tatminkar. Futbol kalitesinin önündeki engellerden biri ise tesisler. Onlarda da önümüzdeki yıllarda önemli gelişmeler olacağa benziyor. Türk futbolundaki birçok sorun halledilebir. Yeterki futbolumuzu vasıflı ve en önemlisi adil insanlar yönetsin.
Kalın sağlıcakla...
18 Ocak 2013 Cuma
MALÛLEN EMEKLİ
“Tecrübeli
futbolcunun yeni adresi ….” diye
devam eden haber başlığına tıkladığımda
gördüğüm tablo bana oldukça tanıdık geldi. Haberin içeriğinde ise Karşıyakaspor’
un yeni transferi Emre Toraman’ın kulübüyle sözleşme imzaladığından
bahsediyordu. Aklıma hemen Emre
Toraman’ın bu transferinin kaçıncı yer değiştirmesi olduğu sorusu geldi.
Gördüğüm rakam şaşkınlık vericiydi. Kayseri Erciyesspor ve Konyaspor’a ikişer defa olmak üzere
Anadolu’nun toplam 14 kulübüne transfer olduğu ve bunların hiçbirinde kendisi
için bonservis bedeli ödenmediği hayli dikkat çekiciydi.
Bu bilgiden sonra Emre Toraman’ın durumunda
olan diğer futbolcuları da araştırmaya karar verdim ve daha bir çok ismin transfer
olma konusunda istikrar abidesi olduklarını
fark ettim. Normalde futbolcuların ismi zikredildiğinde gözümüzde hemen
o futbolcunun özdeşleştiği takımın formasını giymiş hali belirir. Örneğin
Bülent Korkmaz ile Galatasaray, Alex ile Fenerbahçe vs… Fakat bahsettiğimiz
futbolcularda forma ile özdeşlemeden çok genellikle bir kulüp yöneticisi ve
yanında bir çok yeni transfer edilen futbolcu ile bir Türk bayrağının önünde
yapılan imza törenleri akla gelir.
İmza törenlerini alışkanlık haline getiren diğer futbolculara,
yaptığı transfer sayılarına ve kendileri için ödenen bonservis bedellerine
yeniden göz atalım. Yolu Fenerbahçe ile İstanbul’a da düşen Serdar Kulbilge, Bursa’nın altyapı takımı Merinosspor’ da
futbola başlayıp daha sonra birçok şehri gezip, yedi kulübün formasını giymiş. Şike sürecinde başına gelenlerden sonra
Boluspor’ la bir kez daha şansını denemesine rağmen orada da dikiş tutturamadığı için eldivenleri
çıkarmaya karar vermiş gibi görünüyor. Serdar
için ödenen bonservis bedeli ise sadece Fenerbahçe tarafından ödenen 1
milyon euro. Bir başka gezgin yıldızımız, Pancu’nun kaleye geçmesi ile
hatırlanan, tam bir gol düellosuna sahne olan ve Beşiktaş’ın 4-3’lük galibiyeti ile
sonuçlanan Fenerbahçe derbisinde son gölü atıp kahraman olan ve yine bir BJK-FB
derbisinde Anelka’ nın inanılmaz koşusuna karşı koyamayıp,
gole engel olamayan Koray Avcı. O da Rize’ye
iki kere olmak üzere yedi
transfere imza atıp son durağı Urfa’dan da yakın zamanda ayrıldı. Koray
için ödenen bonservis bedeli ise sadece Beşiktaş tarafından ödenen 700 bin
euro.
Listemizi uzatmak oldukça mümkün. Bazıları futbol
hayatlarını sonlandırmış, bazıları kulüpsüz, bazıları ise alt liglerde mücadele
ediyor. Bülent Bölükbaşı, Mehmet Yılmaz, Ragıp Başdağ, Serdar Özkan, Adnan Güngör bu isimlerden bazıları. Sadece bizim
futbol sistemize özgü bu olay bence futbolcunun takıma olan aidiyet duygusunu
köreltiyor ve ister istemez başarı etkileniyor. Yapılan transferlerde ilk 2-3
ayın uyum süresi olduğu sürekli dile getirilen bir fikirdir. Bu durumda 15-16
senelik futbol yaşamlarında çift haneli ya da çift haneye yakın
sayılarda transfer yapmış futbolcuların
takıma, şehre, arkadaşlarına uyumu bu
kadar kısa sürelerde sağlamasını
beklemek hayalcilik olur. Bence federasyonun bu konuya el atıp en az 2
yada 3 senelik sözleşme yapma zorunluluğu ve belli bir sayıdan fazla transfer
olamama yasağı getirmesi gerekiyor. Buna rağmen transfer olmak zorunda kalan
futbolcuları ise malulen emekli edip Türk futbolunda genç isimlerin önünü
açması gerekiyor.
Kalın
sağlıcakla…
10 Ocak 2013 Perşembe
KAPılmayalım rüzgara...
Fatih Terim geçen senenin başında takımın başına geçtiğinde kafasındaki sistemin 4-2-3-1 olduğu anlaşılıyordu. Bu sistemi ligin ilk 7-8 haftasında denemesine rağmen takımın bu sistemde tam anlamıyla başarılı olduğunu söylemek oldukça zor. Fatih Hoca da bu durumu görmüş olmalı ki daha önce Galatasaray'da oynattığı ve başarılı olduğu 4-4-2 sistemine döndü. Sonucunda bu sistemle başarılı oldu.
Yeni sezon başlarken yapılan transferlere bakıldığında da takımın kanatlarına transferler yapıldığını görüyoruz. Özellikle Hamit Altıntop için bunca paranın harcanmasının sebebi sağ tarafı ona emanet etmekti. Ayrıca Kayserispor'da 4-3-3 sistemin solundaki başarısı ile göze giren ve kayda değer bir para harcanarak alınan Amrabat'ın da yarım sezon boyunca 4-4-2 sistemine adapte etmek için uğraşıldığını, Amrabat'ın bizzat kendi yaptığı açıklamalardan anlıyoruz. Ayrıca Fatih hocanın son oynanan Alanya maçı sonrasındaki basın toplantısında sorulan bir soru üzerine sistem değiştirmenin çok kolay olmadığını, şu anda oynanılan sistemin oturtulması için çok uzun süredir mesai harcandığını deklare etmesi de hocanın kafasında bir sistem değişikliği düşüncesi olmadığının izlerini bize yansıtıyor.
Fakat son günlerde bir transfer haberi benim kafamı oldukça karıştırmaya başladı. O da isminden ve kariyerinden dolayı milleti oldukça heyecanlandıran Sneijder transferi. Sneijder yaptıklarına bakıldığında heyecanlanmayacak bir isim değil, fakat bence Galatasaray'ın oynadığı sistemde bence yeri yok. Bu sözüm Sneijder burda başarılı olamaz, iş yapamaz, iyi topçu değil gibi anlaşılmasın . Sadece Wesley'i bu takıma yerleştirmek için herşeye sil baştan başlanılması gerektiğini, daha önce denenip başarılı olunamamış bir sistemi yeniden denemek ve mevcut kadrodan yıldız saydığımız oyunculardan birinin kesik yiyeceği anlamına geliyor. Örneğin 4-3-3'e dönülürse orta sahayı Melo-Selçuk-Sneijder diye düşünürsek forvet Amrabat-Burak-? olacak. Soru işaretinin yerinde Hamit'in başarılı olabileceğini düşünmüyorum. Hamit'i orta sahaya alırsak Sneijder'i forvetin neresinde kimin yerine oynatacağız? Bence burada da sıkıntılar var. Bu senaryoların hepsinde Elmander ve Umut'un ikisinin de yedek bekleyeceği anlamına geliyor. Yapılacak bu değişikliklerin hiçbirinin bence azda olsa ritim yakalamış bir takımı daha ileri taşıyacağını düşünmüyorum.
Sonuç olarak 4-4-2 sisteminin Fatih Terim ve Galatasaray için en ideal sistem olduğunu, Sneijder'e harcanacak 35-40 milyon euronun çok fazla olduğunu ve Galatasaray'ın asıl eksik mevkilerinin herkesin malumu olan defans ve sol bek olduğunu düşünüyorum. Olaya taraftar olarak bakınca Sneijder gibi bir futbolcunun takımda izlemek çok cazip görünüyor fakat geçmişte büyük heyecanlarla karşıladığımız büyük isimlerin nasıl geri gittiklerini ve bize neler kazandırmadıklarını düşününce transfer dönemi rüzgarına kapılmamanın daha mantıklı olacağını düşünüyorum...
Kalın sağlıcakla...
Yeni sezon başlarken yapılan transferlere bakıldığında da takımın kanatlarına transferler yapıldığını görüyoruz. Özellikle Hamit Altıntop için bunca paranın harcanmasının sebebi sağ tarafı ona emanet etmekti. Ayrıca Kayserispor'da 4-3-3 sistemin solundaki başarısı ile göze giren ve kayda değer bir para harcanarak alınan Amrabat'ın da yarım sezon boyunca 4-4-2 sistemine adapte etmek için uğraşıldığını, Amrabat'ın bizzat kendi yaptığı açıklamalardan anlıyoruz. Ayrıca Fatih hocanın son oynanan Alanya maçı sonrasındaki basın toplantısında sorulan bir soru üzerine sistem değiştirmenin çok kolay olmadığını, şu anda oynanılan sistemin oturtulması için çok uzun süredir mesai harcandığını deklare etmesi de hocanın kafasında bir sistem değişikliği düşüncesi olmadığının izlerini bize yansıtıyor.
Fakat son günlerde bir transfer haberi benim kafamı oldukça karıştırmaya başladı. O da isminden ve kariyerinden dolayı milleti oldukça heyecanlandıran Sneijder transferi. Sneijder yaptıklarına bakıldığında heyecanlanmayacak bir isim değil, fakat bence Galatasaray'ın oynadığı sistemde bence yeri yok. Bu sözüm Sneijder burda başarılı olamaz, iş yapamaz, iyi topçu değil gibi anlaşılmasın . Sadece Wesley'i bu takıma yerleştirmek için herşeye sil baştan başlanılması gerektiğini, daha önce denenip başarılı olunamamış bir sistemi yeniden denemek ve mevcut kadrodan yıldız saydığımız oyunculardan birinin kesik yiyeceği anlamına geliyor. Örneğin 4-3-3'e dönülürse orta sahayı Melo-Selçuk-Sneijder diye düşünürsek forvet Amrabat-Burak-? olacak. Soru işaretinin yerinde Hamit'in başarılı olabileceğini düşünmüyorum. Hamit'i orta sahaya alırsak Sneijder'i forvetin neresinde kimin yerine oynatacağız? Bence burada da sıkıntılar var. Bu senaryoların hepsinde Elmander ve Umut'un ikisinin de yedek bekleyeceği anlamına geliyor. Yapılacak bu değişikliklerin hiçbirinin bence azda olsa ritim yakalamış bir takımı daha ileri taşıyacağını düşünmüyorum.
Sonuç olarak 4-4-2 sisteminin Fatih Terim ve Galatasaray için en ideal sistem olduğunu, Sneijder'e harcanacak 35-40 milyon euronun çok fazla olduğunu ve Galatasaray'ın asıl eksik mevkilerinin herkesin malumu olan defans ve sol bek olduğunu düşünüyorum. Olaya taraftar olarak bakınca Sneijder gibi bir futbolcunun takımda izlemek çok cazip görünüyor fakat geçmişte büyük heyecanlarla karşıladığımız büyük isimlerin nasıl geri gittiklerini ve bize neler kazandırmadıklarını düşününce transfer dönemi rüzgarına kapılmamanın daha mantıklı olacağını düşünüyorum...
Kalın sağlıcakla...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)